Uluslararası Kadın Delegasyonu: Endişeliyiz… Tecride sessiz kalamayız

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve cezaevindeki hak ihlallerine dair temaslarını raporlaştıran Uluslararası Kadın Delegasyonu, açıklama yaptı. Heyet “Buna kesinlikle sessiz kalamayız. Mücadelemizi ülkelerimizde sürdüreceğiz” dedi.

Haber Merkezi- Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden aralarında hukukçu, parlamenter, ekolojist ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin de bulunduğu Uluslararası Kadın Delegasyonu heyeti, İmralı Adası’nda ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan ve 33 aydır haber alınamayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile ilgili 9-14 Aralık tarihleri arasında İstanbul ve Amed’de temaslarda bulundu.

Heyet ziyaretleriyle ilgili olarak Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İstanbul Şube binasında basın toplantısı düzenledi. Toplantıya heyet ve ÖHD üyesi avukatların yanı sıra Asrın Hukuk Bürosu avukatları, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Amed Milletvekili Ceylan Akça Cupolo ve çok sayıda hukukçu katıldı.

‘Kürtler ve bütün halklar saldırı altında’

Toplantının açılış konuşmasını yapan DEM Parti Amed Milletvekili Ceylan Akça Cupolo, Kürtlerin dört parçada saldırı altında olduğunu belirterek “İskoçya, İrlanda, Katalonya, Meksika ve Lübnan’dan gelen kadınların oluşturduğu bir heyetle açıklama yapıyoruz bugün. Heyet 8 Aralık’ta buraya vardı. İstanbul ve Amed’de belirli görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmeler sonucunda da bir gözlem hazırladılar. Cezaevlerinde tecridin kaldırılması talebiyle başlatılan açlık grevi eylemlerinin ikliminde gerçekleşti bu ziyaretler. Bu gözlemler de bu gerçekliğe dayalı. Bütçe görüşmeleri gerçekleşiyor ama Sincan’da Kobanê Duruşması görülüyor. Aynı zamanda HDP’ye yönelik bir kapatma davası sürüyor. Yeşil Sol ve Dem Parti’ye dönen siyasetin konusu olduğu da bir gündem söz konusu. Kürtlerin dört parçada bütün haklarının saldırı altında olduğu bir iklim altındayız. Heyet de bu iklimi gözlemleme şansı buldu. Heyet de bu gözlemlerini paylaşacak” şeklinde konuştu.

Temel gündem İmralı tecridi 

Açılış konuşmasının ardından İskoçya’dan gelen delegasyon üyesi Eva Schonveld, ziyaretlere ilişkin heyet adına hazırlanan gözlem raporunu paylaştı. Eva Schonveld, “Buraya sivil toplum delegasyonu olarak geliyoruz. Bu açıklamayı birlikte yazdık. İnsan Hakları Haftası’nda buraya geldik, Kürtler ve diğer azınlıkların sorunlarını dinledik. Sivil toplum örgütlerinden belirli beyanlar topladık. Bu kişiler ya siyasi tutsaklar ya da onları destekleyen insanlardan oluşuyordu. Delegasyon olarak önem verdiğimiz özel bir nokta vardı. Bu da siyasi tutsaklara ve Kürt halkının demokratik lideri olan Abdullah Öcalan’ın tutsaklığı ve kendisine uygulanan tecrit oldu. Görüşmelerimiz neticesinde bazı deneyimler elde ettik. Duyduğumuz beyanatlar gösteriyor ki Türkiye Kürt halkının temel haklarını sistematik olarak ihlal ediyor. Bu ihlalin başında da Abdullah Öcalan ve cezaevlerindeki siyasi tutsaklar geliyor. Uluslararası sözleşmeler, ‘Hiç kimse işkence insanlık dışı muameleye maruz bırakılmamalı’ diyor” dedi.

‘Tecrit tüm cezaevlerine yansıyor’

Eva Schonveld, İmralı tecridinin tüm cezaevlerine yansıdığını ifade ederek şunları söyledi:

“Bu tutsaklar diğer tutsaklarla iletişim kuramıyor. Bazen sadece hücre dışında bir saat vakit geçirmelerine izin veriliyor. Hatta bazen buna bile izin verilmiyor. Uluslararası standartlara göre uzatılmış ve kesintisiz tecrit zalimane bir uygulama ve işkence biçimidir. Türkiye’de olan da budur. Yine aynı şekilde hasta tutsakların da bu işkenceye maruz bırakıldığını duyduk. Sivil toplum örgütlerinin de dikkate değer raporlamalarla kayda aldığını gördük. Türkiye, insan haklarında başarısız kalmıştır. Cezaevinde yakınları ölen kişilerin cenazelerine erişiminin ve gömmelerinin engellendiğini duyduk. Bu zorlamayı yapan kişiler polis ve askerdi. Yine tutsak kadınların durumu bizim için özel bir kaygı konusudur. 50’den fazla tutsağın tek bir tuvaleti paylaştığı durumlar vardır. Bu da kadınların hem fiziksel hem de psikolojik sağlıkları için aşağılayıcıdır.

‘Endişeliyiz… taleplerini destekliyoruz’

Bunlar uluslararası hukuk ve sözleşmelerce yasaklanmış uygulamalardır. Bu tip uygulamalar ve koşullar, Kürt tutsakların ellerindeki tek olanağı kullanarak açlık greviyle protesto ediliyor. Bu eylem 19 gün önce başladı. Sadece onlar için endişeli değiliz, uzakta olan ailelerin inde psikolojik ve fiziksel durumları için endişeliyiz. Biz delegasyon olarak siyasi tutsakların ve Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılması talebini desteklemekteyiz. Açık ve net bir şekilde şu kanıtlara rastladık, Türkiye’nin hukuk sistemi Kürt halkını baskılamak için bir yargı metodu olarak kullanılmaktadır. Bakur’da demokratik bir şekilde seçilmiş belediye yöneticilerinin yerine AKP yöneticilerinin atandığını görüyoruz. Görüşmelerimiz boyunca birçok kişiyle görüştük. Bu insanlar Kürt dili ve kültürü üzerine çalışmalar yürüten insanlar ve sürekli gözaltı tutuklanma korkusuyla yaşıyorlar. Yöneltilen suçlama da ‘terör örgütü ile çalışma’ suçlaması. Bahsi geçen terörizm suçlamasıyla Kürt halkının siyasi iradesi, etnik temizlik olarak kullanılmasını kınıyoruz. Türkiye’nin baskısına boyun eğen Avrupalı devletler var. PKK’yi bir ‘terörist örgüt’ olarak nitelendirmişlerdir. Avrupa ülkeleri defalarca Türkiye’nin kendi siyasi pozisyonunu kullanarak cezaevini gazeteci, sivil toplum örgütü ile doldurmayı engellemekte başarısız olmuşlardır.

‘Cesaretinize büyük bir hayranlık duyuyoruz’

Abdullah Öcalan ve siyasi tutsakların tecridini, Özerk Rojava’da gerçekleşen saldırıları bağımsız düşünemeyiz. Türk devletinin, vatandaşları olan Kürt halkına karşı nasıl bir baskı mekanizması olarak kullandığını görmekteyiz. Çocuklarını ya cezaevinde ya da devlet şiddetinde kaybetmiş annelerle de bir araya geldik. Bu annelere direkt olarak söylemek istiyoruz, sizin bu adanmışlığınız ve cesaretinize büyük bir hayranlık duyuyoruz. Hikayelerinizi kalbimizde taşıyoruz. Bu anneler, devam eden saldırı ve yıldırma politikasına yorulmadan adaleti sağlamak için çalışmaktadır. Kadın hakları alanında çalışan kurumlarla da, kadına yönelik şiddetin artışını duyduk. Bu şiddet sadece hoş karşılanmıyor. Aynı zamanda polis güçleri tarafından da uygulanıyor. Hatta bazı kadın cinayetlerinde faillere yönelik herhangi bir yaptırım uygulanmıyor. Gözaltına alınan kadınların işkence gördüklerini, kültürlerini uygulamak istediklerini ya da kayıp yakınlarını aramak istedikleri için kötü muamele ve işkenceye maruz kaldığını duyduk. Kürt kadınların ise bu şiddetin yanı sıra kültürel soykırımla karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi çok açık bir mesaj veriyor. Bu gösteriyor ki Türkiye hükümetinin kadın haklarına yönelik herhangi bir saygısı yoktur.

‘Çözüm olacak herhangi bir mekanizma da yok’

Kürt Özgürlük Hareketi’nin değerleri ve kadının özgürleşmesine yönelik verdiği dikkate karşı Türkiye’nin kadınların maruz kaldığı ayrımcılığı önleme konusunda hiçbir çaba göstermemesi oldukça endişe verici. Bir kez daha söylemek istiyoruz, Kürt kadınlara yönelik yükselen bir ayrımcılık var. Bu kadınlar hem cinsiyetleri hem de kültürel soykırım nedeniyle iki kez ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Türk devlet kurumları tarafından sorunlara çözüm olacak herhangi bir mekanizma da yok. AB, İngiliz ve Türk hükümetinin artan bu baskı politikaları ile şiddetine karşı herhangi bir eleştiri, kınama göstermemesini manidar bulmaktayız. Bunu yapmamaları Türkiye’deki insanların durumunu daha da kötüleştirmiştir. AB ve İngiltere devleti, Türkiye ile silah anlaşmaları yapmaya devam etmekte. Bu silah ve bağışlar siviller üzerinde kullanılmaktadır. AB’nin Türkiye’deki insan hakları ihlallerini lanetleme noktasında başarısızlığını da görüyoruz.

‘Ayrımcılık yapılıyor’

Bu hükümetin yerinden edilmiş insanları ve mültecileri ırklarına bağlı olarak ayrımcılık yaptığına şahit olduk. Bu toplum içindeki gerginliklerin artmasına, mülteci karşıtlığının artmasına neden olacaktır. Erdoğan hükümeti bu durumu kendi siyasi çıkarları için manipüle etmektedir. Bu büyüyen insanlık krizi İngiltere ve Avrupa tarafından destekleniyor, lanetliyoruz bu ülkeleri. Bu durumun siyasi çıkarlara hizmet etmesi, faşist çıkarımlara yol açmaktadır. Biz buradayken insanların maruz kaldığı şeylerin sadece küçücük bir parçasını deneyimleme şansına eriştik. Bize söyledikleri şey şuydu, ‘Türkiye’de AİHM kararları hiçbir anlama gelmemektedir’. Kürt halkı konusunda bizim gerçek endişelerimiz var. Bir toplumun baskılanması demek, bütün toplumun baskılanması demektir.”

Heyetin talepleri

Eva Schonveld, insan hakları aktivistleri olarak taleplerini “Daha azını kesinlikle kabul etmiyoruz” sözleri ile sıraladı:

“*Derhal İstanbul Sözleşmesi imzalanmalıdır,

*AB üyesi devletler, Kürt halkı ve azınlıklara uyguladığı baskı nedeniyle derhal aksiyon almalı,

*Rojava’ya yapılan saldırılar derhal durdurulmalı, işgalci yerlerden derhal çekilmeli,

*Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit derhal sonlandırılmalı, Kürt halkının demokratik lideri olarak rolü tanımlanmalı ve bu durumda derhal özgür bırakılma ihtiyacı da ortaya çıkacaktır,

*Bütün siyasi tutsaklar derhal serbest bırakılmalı,

*Tecrit derhal kaldırılmalı,

*Kendi devletlerimiz ve tüm devletlere PKK’nin ‘terör örgütü listesinden’ çıkarılması ve Kürt halkı için demokratik bir çözümün oluşturulması adına aksiyon alınmalı.”

Rapor CPT’ye sunulacak

Heyet ayrıca raporlarını CPT ve diğer kurumlara raporlayarak tecride karşı mücadelelerini sürdürmeye devam edeceklerini paylaştı. Açıklamanın ardından basın toplantısı sona erdi.