TJA ‘Jin jiyan azadi ile özgürlüğe’ paneli düzenledi

TJA “Jin jiyan azadi ile özgürlüğe doğru” paneli düzenledi. Panelde konuşan Raziye Öztürk, “Kürtler özgürlüğü Sayın Öcalan’ın özgürlüğünde görüyor. Tecridin büyüklüğünden daha büyük bir mücadele yürütmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.

İzmir- Tevgera Jinên Azad (TJA) İzmir’in “Jin jiyan azadî ile özgürlüğe doğru” sloganıyla Genç Acarlar Düğün salonunda panel gerçekleştirdi. Panelin moderatörlüğünü Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İzmir Milletvekili Burcugül Çubuk, sunumları ise Asrın Hukuk Bürosu’ndan Raziye Öztürk ve Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İzmir Şubesi avukatlarından Fatma Demir yaptı.

Panele İzmir Barış Anneleri İnisiyatifi aktivisleri ve çok sayıda yurttaş katıldı. Saygı duruşu ile başlayan panelin açılış  konuşmasını yapan Burcugül Çubuk, başta İmralı olmak üzere tüm cezaevlerinde tecridin kaldırılması gerektiğini dile getirerek Kırıklar F-2 Nolu Cezaevi’nde bulunan Zeki Bayhan’ın mektubunu okudu.

İlk sözü alan ÖHD’li Avukat Fatma Demirer, tecride doğrudan maruz kalan tutsakların muhatapları olan devletten talepleri olduğunu belirterek tecrit politikasının mağduru olarak değil, ahlaki politik talepleri olan bir hareket olarak gördüklerini ifade etti. Özgür, demokratik, eşitlikçi ahlaki toplum ve hukuk istediklerini belirten Fatma Demirer, “Tecrit hayatımızda olan bir şey. Sadece fiziksel değil, iradenin de toplumdan uzaklaştırılması o bağın koparılmasıdır tecrit. Bu toplumda bir karşılığımız var. Tecrit kişinin ruhuna etki eden bir terbiye etme aracı. Bunu hukuku kuran ve uygulayanın elinde, kötüye kullanılabilen bir sistem. Tecrit kötü muamele işkence uygulandığında bizim de Kürtler olarak haklarımız var diyebiliriz” diye konuştu.

‘Uygulamaların ahlak ve vicdana dayanması gerekiyor’

Kendisinden 3 yıl haber alınmayan politik iddiası olan bir hareketin temsilcisi, felsefesi olan bir liderden haber alınamamasına karşı hukuka göre hakların bulunduğunu hatırlatan Fatma Demirer, şunları söyledi: “Bu haklar bu kadar basitken bir emirle seçim öncesi konuşulabiliyorken 3 yıl boyunca mutlak yasak var. Basit bir hukuku uygulamaktan aciz bir sistem var. Buradan bu rol modelden başlayan ve topluma yayılan bir sistem haline gelmiş kolluk tarafından da keyfi uygulanır hale getirilmiş. Bu sadece hukukla çözülebilir bir mesele değil. Siz toplumdan politik ahlaki hukuku çıkarınca elimizde ne kalacak? Uygulamaların ahlak ve vicdana dayanması gerekiyor. Bizim için önemli olan bu iradenin kırılmasına dönük yapılan uygulamalara karşı ses çıkarmak bunu her alanda dillendirmek gerekiyor.”

En temel hakların bile konuşulur olmasının hukuk sistemindeki krizin derinliğini gösterdiğini dile getiren Fatma Demirer, hukukla çözülemeyince kamu vicdanının, talepler ve kampanyaların ahlaki ve politik bir toplumun gereği olarak devreye gireceğini belirtti.

‘ABD’nin Orta Doğu’daki savaşı derinleştirme çabasını boşa çıkardı’

Ardından söz alan avukat Raziye Öztürk ise 25 yılı aşkın süredir devam eden ve sürekli ağırlaştırılan bir İmralı tecrit sistemini, Lozan Anlaşması’ndan bu güne ve Abdullah Öcalan’ın maruz kaldığı komplo süreçlerini anlattı. Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo da “Türkiye’ye gardiyanlık görevi verildiği” yönündeki sözüne atıfta bulunan Raziye Öztürk, “O süreç içinde dönemin başbakan Bülent Ecevit ‘Öcalan’ı bize neden teslim ettiler anlamadık’ dedi. Bu uluslararası komplodur diye bundan bahsettik. Komplonun en önemli amacı Öcalan’ın demokratik çözüm çabasını akamete uğratmaktı. Devletlerin desteğini sağlamak istedi ama bunun önüne geçildi. Ambargoya alınırken bile Roma’da 7 maddelik deklarasyon yayınlıyor. Dönemin bakanlarına kurumlarına demokratik yöntemlerle çözülmesi için destek talep etti. Bu çabaya kaçırılma ile karşılık veriyorlar. ABD’nin Orta Doğu’da demokratik çözümü projesini engellemek ve bunun için ABD’nin Orta Doğu’daki savaşı derinleştirme çabasını boşa çıkardı” ifadelerini kullandı. 

‘Tek kanallı bir radyo kullanabildi’

Kaçırılma sonunda komplonun nihayete erdirilmek ve halkların birbirine çatıştırılmak istendiğini ve bunun da İmralı’da yaratılmak istenen rejimle yapılmak istendiğini belirten Raziye Öztürk, “Öcalan tabutluk diye ifade ettiği odada tutuldu. Fiziki yönelimler oldu, saçları kazıtılmak, zehirlenmek istendi. Üst üste hücre cezaları verildi, bedenen ve ruhen tüketilmek istendi. Tek kanallı bir radyo kullanabildi. 14 yıl sonra televizyon verildi, gazetelerden bazı haberler kesilip verildi” şeklinde konuştu. 

2011 yılından itibaren 2019’a kadar Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüştürülmediğini, 3 yıldır da kimseyle görüştürülmediğini kaydeden Raziye Öztürk, “25 yıllık süreçte 2 kez ailesiyle görüştü. 2020 yılında pandemi nedeni ve bir de sosyal medyada yaşamı ile ilgili haberler yüzünden bir kez telefon hakkını kullandı ve yarıda kesildi. 25 Mart 2021’den beri haber alamıyoruz. Mektuplara cevap verilmiyor” sözleri ile Abdullah Öcalan’dan haber alınamadığını vurguladı. 

‘Kürtler için yeni liderler öne sürülmeye çalışıldı’

Abdullah Öcalan’ın tecrit koşularında halklar için yol haritası geliştirdiğini ve tüm sorunları çözecek ideolojik, felsefik liderlik yaptığını ve tüm yönelimlere rağmen direnişi devam ettirdiğini dile getiren Raziye Öztürk, şöyle dedi: “Bir aşamadan sonra haber alınamayacak noktaya getirerek Kürt halkına unutturulmak istendi. Politik etkisini asgari düzeye getirmek istediler. Düşüncelerinin de dışarı çıkmasını engellemek için kapattılar. Kürtler için yeni liderler öne sürülmeye çalışıldı. AKP’nin siyaseti doğrultusunda hareket edecek bir Kürt üretilmek istendi. Bu süreç boyunca İmralı’da hukuksuzluk söz konusuydu. Bu tüm toplumu kapsayacak şekilde geliştirildi. Bu sistem Sayın Öcalan’ın tutulduğu Ada hapishanesinden başlamış ve tüm Türkiye’ye yayılmış durumda.” 

İmralı Cezaevi sisteminden cesaretle F Tiplerine geçildiğini, ardından şehirlerden uzak ve tam sosyal izolasyonun sağlandığı cezaevleri inşa edildiğini belirten Raziye Öztürk, “Yeni tipler S tipleri gibi yüksek güvenlikli olan tecridin arttığı cezaevleri yapılıyor. Sayın Öcalan 1999’da İmralı’da DGM’de yargılandı ve 30 gün içinde mahkumiyet kararı verildi. İmralı’dan sonra siyasi soykırım yargılamaları da cezaevi içinde yapıldığını görüyoruz. Kobanê Davası’nda olduğu gibi. 2002 yılında Türkiye yasalarında idam çıktı ama ağırlaştırılmış cezalar getirildi. Ömür boyu hapishanede kalması, aile görüşünün sınırlandırılması gibi. Bu hapis infaz sistemini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), insan haklarına aykırı buldu. Türkiye’nin bir mekanizma kurması gerekiyor ama bunu ancak 7 yıl sonrasında gündemine aldı ama Bakanlar Komitesi’nin bir girişimi yok. Binlerce tutsak işkence koşularında tutulmaya devam ediyor. 2005 yılında ciddi sınırlamalar, oldu avukat görüşleri kayıt altına alındı. Defter kağıt içeri sokulmasına izin verilmedi. OHAL’den sonra var olan durum daha da kısıtlayıcı ve kalıcı hale getirilmeye çalışıldı. Disiplin cezaları hücre cezaları söz konusu oldu. İmralı Cezaevi’nde uygulanan keyfi cezaların cezaevlerinde de uygulanabilmesi için İdari Gözlem Kurulları kuruldu” dedi.

‘Tecritin siyasi boyutu var’

Tecridin yönetim kademelerinde inşa edilmesi, toplumsallaşması ve sessizlikle karşılanmasının herkesin maruz kalabileceği bir politika ve kalıcılaşması anlamına geldiğini dile getiren Raziye Öztürk, devamla, şunları belirtti: “Avrupa’ya gidildiğinde tecridin hukuki boyutu vurgulanıyor. Ama biz bunun siyasi politik boyutu var diyoruz. Bunu hukukla açıklayamayacağımız durumlar var diyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) 2011’de başvurduğumuz tecrit dosyası var ama hala karara çıkmadı. AİHM’nin bu tutumunu hukuki göremeyiz. Siyasi çıkarlar için hareket eden bir kurum haline gelmiş. Türkiye’de ciddi baskı yapması Türkiye’de mekanizmanın kurulmasından sorumlu kurumlar duruyor. CPT 2019’da raporunda ailesin avukat görüşü var olan infaz kurumu yanlış dendi. CPT’nin ziyaretinden sonra durum daha da ağırlaştı ama CPT hala görüşmesini açıklamıyor. Oysa bu ülkeyi teşhir edebilir, ama yapmadı. Bunlar meseleye Avrupa’nın başından beri siyasi saiklerle yaklaştığını gösteriyor. Avrupa diplomatik ve siyasi gücünü kullanmak yerine Kürt sorununu araçsallaştırma durumu devam ediyor.” 

‘Kadınların talebi de tecridin kaldırılması’

Kürt sorunun gündemleştirilmesinde rolü nedeniyle Abdullah Öcalan ve Kürt halkının tecrit edilmek istendiğini, tecridin ifade edilmesinin bile tecrit edildiğini belirten Raziye Öztürk, “TJA’lı kadınların tecrit üzerine röportajı bile dosyaya girmiş. Savunmada ben ‘Siz kabul edin etmeyin Kürtlerin lider olarak gördüğü bir kişiden bahsediyoruz, Suriye Irak İran Türkiye’de Kürtlerin saygı duyduğu bir lider ve doğrudan muhataptır. Tecrit koşularında bile paradigma geliştirdi. Olası çözüm durumunda Kürtler adına en çok konuşabilen, kısa vadede çözüm sunacak olan Sayın Öcalan’dır. Kadınların talebi de tecridin kaldırılması. Dolayısıyla ortaklaşıyoruz. Öcalan Kürt ve Türk halkının, Kürt kadının sorununun çözümü anlamında ön açıcı oldu’ dedik. Savcının hoşuna gitmedi oysa hakikat budur. Kürtler özgürlüğü Sayın Öcalan’ın özgürlüğünde görüyor. Tecridin büyüklüğünden daha büyük bir mücadele yürütmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.

Panel soru ve cevaplarla devam etti.