Siyasetçi Areej Al-Ashqar’dan savaş suçlarına karşı acil eylem çağrısı
Ortadoğu’da yürütülen savaş politikalarının özellikle kadınlar üzerinde yarattığı sonuçlara değinen Gazzeli Siyasetçi Areej Al-Ashqar, tüm dünya kadınlarına, insan hakları örgütlerine ve uluslararası topluma acil eylem çağrısında bulundu.
NAGHAM KARAJEH
Gazze- Egemen devletler, Ortadoğu coğrafyasını savaş arenasına dönüştürdü. Katliam, göç, yıkım, taciz, tecavüz ve daha birçok acı gerçeğe neden olan savaşlar, en çok da kadın ve çocukların yaşamında onarılamaz yaralar açıyor. Savaş koşullarında fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddetin hedefi haline gelen kadınların en çok öfkelendiği nokta ise yaşanan ihlaller karşısında dünyanın sessiz kalışı.
Siyasi aktivist Areej Al-Ashqar, Ortadoğu üzerinden yürütülen savaş planlarını, kadınlara, çocuklara ve bir bütünen insanlara yönelik uygulanan ihlalleri ve savaş suçları karşısında dünyanın tutumunu ajansımıza değerlendirdi.
‘Kadınlar her türlü bedeli ödüyor’
Areej Al-Ashqar, Ortadoğu’da kadınlara yönelik yaşam hakkı ihlallerinin savaş politikalarının sistematik bir parçası olduğunu söyleyerek, “Savaşlar nedeniyle kadınlar yerinden ediliyor ve birçok ihlale maruz kalıyor. Kadınlar bu zorlu koşullar karşısında azmin ve mücadelenin simgesi olmaya devam ediyor. Kadınlar, katliam, işkence, tutuklanma ve her türlü aşağılanmaya rağmen bir yaşam ışığı olabileceklerini dünyaya kanıtlıyor. Kadınlar, topraklarını savunmak için her türlü bedeli ödüyor” ifadelerinde bulundu.
‘Filistinli kadınlar azmin simgesi haline geldiler’
Ortadoğu'nun çeşitli bölgelerinde yaşanan savaşların kadınların hayatlarında onarılamayacak acılar yarattığını kaydeden Areej Al-Ashqar, “Bir insanın sınırlarını aşan acılar bunlar. Kadınlar savaşın ağır koşulları altında her türlü baskıya maruz kalıyor ve tarif edilemeyecek psikolojik ve sosyal yükler taşımak zorunda kalıyor. İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik devam eden saldırıları nedeniyle Filistinli kadınlar katliam, yerinden edilme, işkence, tutuklanma da dahil olmak üzere birçok acı gerçekle karşı karşıya bırakıldı. Filistinli kadınlar toprağını ve onurunu savunan azmin simgesi haline geldiler. Bütün bunlar Filistinli kadınları mücadeleye devam etmekten alıkoymadı. Saldırılara karşı direnişte kararlı olan Filistinli kadınlar, topraklarını koruma uğruna ağır bedeller ödüyorlar” dedi.
‘Sudan’da kadınlar savaş suçlarına maruz kalıyor’
Sudan Ordusu ile Hızlı Destek güçleri arasında devam eden çatışmaları da hatırlatan Areej Al-Ashqar, çatışmaların bir sonucu olarak kadınların bir yılı aşkın süredir ağır ihlallere maruz kaldığını söyledi. Areej Al-Ashqar, “Sudan’da zorla yerinden edilme ve çatışma ortamları kadınları taciz ve tecavüz olmak üzere her türlü ihlalle açık hale getiriyor. İhlaller, uluslararası alanda hiçbir müdahale olmadan dünyanın gözü önünde yaşanıyor. Sudan'daki şiddet sadece fiziksel boyutlarla sınırlı değildi; daha ziyade her türlü psikolojik ve sosyal baskıyı kapsayacak şekilde genişletildi. Sudanlı kadınların şu anda maruz kaldığı durum, acil uluslararası yargılama gerektiren gerçek savaş suçları olarak tanımlanabilir. Ancak bu ihlalleri durduracak uluslararası bir iradenin olmayışı büyük endişe uyandırıyor” şeklinde konuştu.
Suriye’deki gelişmeler
Suriye'de 2011 yılında başlayan iç savaş, 13 yıldır aralıksız devam ederken, 27 Kasım'da Heyet Tehrir El-Şam (HTŞ) cihadis grup, Suriye'nin önemli kentlerinden biri olan Haleb’e saldırdı. Ordunun çekilmesiyle Haleb, HTŞ çetesinin kontrolüne geçti. 8 Aralık’ta Şam kentinin kontrolü de HTŞ’nin eline geçti. Yaşanan gelişmelerle birlikte Türk devleti ve çeteleri de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. HTŞ, Türk devleti ve çetelerinin bölgeye yönelik saldırılarının milyonlarca kadını zorlu koşullarla karşı karşıya bıraktığını dile getiren Areej Al-Ashqar, “Türk devleti ve çetelerinin saldırıları nedeniyle başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere çok sayıda insan katlediliyor, zorla yerinden ediliyor. Kadınların katledilmesi, zorla yerinden edilmesi, fiziksel saldırılara maruz kalması, psikolojik sorunlar yaşaması var olan trajediyi daha da kötüleştirdi. Binlerce kadın en temel yaşam gereksinimlerinden yoksun kamplara göç etmek zorunda bırakıldı” diye kaydetti.
Türk devleti ve çetelerin kadın düşmanlığı
HTŞ’nin Suriye’deki kontrolünün artmasının ardından Türk devleti ve çetelerinin Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarını artırdığına dikkat çeken Areej Al-Ashqar, “Türk devleti ve çetelerinin saldırıları nedeniyle Minbic’te Zenûbiya Kadın Topluluğu’nun üç üyesi katledildi. Katledilen üç kadını sadece bir kayıp olarak değerlendiremeyiz. Zenûbiya üyesi Eyşe Abdel Qader, Îman Ahmed ve Qamar Al-Aswad, kadınların özgür ve demokratik bir ortamda yaşayabilmesi için mücadele yürüten kadınlardandı. Yaşanan bu katliamlar Türk devleti ve çetelerinin kadınlara yönelik saldırganlığının vahşetinin ek bir kanıtıdır” sözlerine yer verdi.
‘Kadınların acıları görünmez kılınıyor’
Lübnanlı kadınların da İsrail saldırıları nedeniyle çeşitli ihlallere maruz kaldığını belirten Areej Al-Ashqar, “Lübnanlı kadınlar, onlarca yıldır süren İsrail saldırıları ve siyasi çalkantılar nedeniyle acı çektiler. Savaş koşullarında kadınlar her türlü psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kaldılar. Medya onların acılarını görünmez kılıyor, ama buna rağmen Lübnanlı kadınlar, bu kasvetli gerçekliğin ortasında yeni bir ufkun ortaya çıkmasını bekliyorlar. Lübnan'ı vuran ekonomik ve siyasi kriz, güvenlik ve temel hizmetlerin eksikliği nedeniyle kadınların çektiği acılar daha da kötüleşirken, kadınların sırtına yeni yükler ekliyor” diye belirtti.
‘Kadınların sesini duyurmalıyız’
Savaşların yaşandığı bölgelerde kadın örgütlerinin yokluğu nedeniyle kadınların acılarının daha da artış gösterdiğine dikkat çeken Areej Al-Ashqar, sözlerini şöyle tamamladı:
“Kadın örgütlerinin olmayışı kadınları savaşla yüzleşmede yalnız bırakıyor. Savaş koşullarında yaşayan kadınlar, içinde bulundukları trajedilerin yükünü hafifletmek için psikolojik, sosyal ve ekonomik desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Çatışma bölgelerindeki kadınların korunmasına yönelik CEDAW ve 1325 Sayılı Karar gibi uluslararası anlaşmaların acilen etkinleştirilmesi gerekiyor. Kadın kuruluşları, insan hakları örgütleri, zor koşullar altında yaşam süren kadınlara psikolojik ve sosyal destek sağlamalı, bu konuda çalıştaylar ve oturumlar düzenlemeli. Kadınların dayanıklılığını artırmak ve krizleri aşmalarına yardımcı olmak gerekiyor. Ayrıca kadınların maruz kaldıkları ihlalleri belgelememiz büyük önem taşıyor. Buradan yola çıkarak uluslararası forumlarda kadınların seslerini duyurmalıyız. Medyanın çatışma bölgelerindeki kadınların çektiği acılara gösterdiği ilgi yetersiz. Bu kasıtlı bir suç ortaklığı mı, yoksa gerçekleri gizleme girişimlerinin bir parçası mı? Bu ihlalleri görmezden gelmenin amacı, sanki bu bölgelerdeki kadınların acısı tüm insanlığın acısı değilmiş gibi bir sessizlik ve teslimiyet kültürünü sürdürmektir. Bu uluslararası sessizlik şüpheli ve utanç vericidir ve acilen gerekli önlemlerin alınmasını gerektirir. Uluslararası kuruluşlar ve uluslararası toplum acil eylem planı çıkarmalı. Kadınlar ise bu adaletsizliği sona erdirmek için ciddi bir duruş sergilemelidir. Ortadoğu'daki kadınlar güç ve kararlılığın sembolü olduklarını kanıtladılar, ancak feminist ve insan hakları kurumlarından daha fazla desteğe ihtiyaçları var. Ortadoğu'da kadınlar savaşların ve çatışmaların kurbanı, ama aynı zamanda kararlılığın ve direnişin de simgesi. Bugün ihtiyaç duyulan şey yalnızca dayanışma değil, aynı zamanda kadınların temel haklarına saygının yeniden tesis edilmesi için acil eylemdir.”