Jineoloji Akademisi’nden Elif Kaya: Komploya cevap özgür yaşam arayışını geliştirmek oldu
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük gerçekleştirilen 15 Şubat komplosuna dönük değerlendirme yapan Jineoloji Akademisi Üyesi Elif Kaya, “Kadınlar ve halklardan yana bu komploya verilen cevap özgür yaşam arayışını geliştirmek oldu” dedi.
![](https://test.jinhaagency.com/uploads/tr/articles/2025/02/20250213-130618-9-jpg20e15e-image.jpg)
EVRİM RONAHÎ
Haber Merkezi- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük uluslararası güçler tarafından gerçekleştirilen 15 Şubat uluslararası komplosu 26 yılını geride bırakıyor. Geçen bu süre içerisinde yaşanan gelişmeleri, Abdullah Öcalan’a dönük gerçekleştirilen bu komplonun amacını, öncesini ve sonrasını, kadınların ve halkların komploya karşı gösterdiği direnci Jineoloji Akademisi Üyesi Elif Kaya ile konuştuk.
Elif Kaya, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük komplonun asıl amacının bir anlamda toplumu harekete geçiren, öncülük eden PKK’nin etkisizleştirilmesi olduğunu ifade ederek, “Bu komplonun sonuç almadığını da halkların sahiplenmesiyle Rêber Apo’nun felsefesinin yaşamsallaşma gücüyle, direniş kültürüyle görmek mümkün. Diyebiliriz ki: aslında en yalın ifadeyle bugün Tişrin’de verilen direniş kültürünün kaynağında da bu var. Aslında komplonun başarılmadığını hedeflenenin hiç de yerine getirilemediğini ortaya koyuyor” dedi.
*Uluslararası Komplo 26’ncı yılına giriyor. Dünden bugüne uluslararası komployu değerlendirecek olursanız neler söylersiniz?
1998’den bu yana 27 yılı geride bıraktık bu süreç boyunca komplo bir şekliyle devam ettirildi. Bunun karşısında komplonun başarıya ulaşmaması ve boşa çıkartılması için Kürt halkı özgürlük mücadelesine devam etti ve Önder Apo’nun geliştirdiği mücadele çizgisi etrafında kenetlendi. Bu 27 yıllık süreçte muazzam bir direniş tarihinin de geliştiğini ifade edebiliriz.
Gelinen aşamada komplonun amacı kapitalist sistemin yaşadığı tıkanıklığı kapitalist sistemin yapısal krizini aşmak amacıyla Ortadoğu’da yeniden başlattığı dizayn sürecinde onun karşısında duran onun karşısında güç olan temel dinamik Kürdistan Özgürlük Hareketi’ydi. Önder Apo’nun geliştirdiği özgür yaşam felsefesiydi. Bunu Rêber Apo daha önce değerlendirmelerinde ve savunmalarında da ortaya koydu. Kapitalizm kendini yeniden şekillendirirken sömürgeci sistemini yeniden dizayn ederken; çünkü var olan sistemiyle kendisini var edemez durumda bunun için Ortadoğu’da kendisine karşı gelebilecek özgürlük mücadelesini ve özgür yaşam arayışını derinleştirebilecek dinamikleri ortadan kaldırmak ya da en azından güçsüz bırakmak istedi. Bu olmasa zaten kapitalizmin Ortadoğu’da kendisini yeniden dizayn etme olanağının olmadığını hem tespit etmişlerdi hem de çok iyi biliyorlardı.
Geliştirilen komplo süreci
1998 yılında özellikle Amerika, İngiltere ve İsrail başta olmak üzere kapitalist pek çok ülkenin uluslararası komploda yer aldığını görüyoruz. PKK hareketinin bu ülkelerle ilgili doğrudan bir eylemselliği bile yok ama buna rağmen 1998’de uluslararası komploda Türkiye’den öte bu ülkelerin yer aldığını biliyoruz. Bunun amacı da Ortadoğu yeniden şekillendirilirken, toplumu bu sömürgeci sisteme karşı ayakta tutabilecek, duyarlı kılacak, sömürgeci sistemin yaşam bulma ihtimal ve olanaklarını sınırlandıracak olan temel güç olduğu için uluslararası komployla Rêber Apo’ya bu komplo geliştirildi. Rêber Apo şahsında komplo aslında halklara, özgürlük istemi olan kadınlaraydı, farklı inançları yaşayan ve kendi inancıyla bu topraklar üzerinde yaşamak isteyen toplumsal kesimlereydi. Böyle bir komplo süreci geliştirildi. Ama bu komplo süreci karşısında halkın, kadınların, farklı toplumsal kesimlerin ve grupların ortaya koyduğu eylemsellikler ve direniş bu komplonun amacına ulaşmasını engelledi diyebiliriz.
Halkların komploya yanıtı özgür yaşam arayışını geliştirmek oldu
Komplo bir bütün olarak ortadan kalkmamış olsa da bunun etkisinin sınırlandırıldığını ve mücadelenin daha da gelişip derinleştiğini ifade edebiliriz. Bu mücadeleyle komplonun etkisi kırıldı, bu komploya rağmen Kürt halkının başta olmak üzere Ortadoğu’da halkların demokratik konfederal sistem ile bir arada nasıl yaşanabileceğinin örnekleri oluşturuldu. Yaklaşık 26 yıldır, 1999’ dan bu yana Rêber Apo’nun İmralı adasına götürülmesiyle birlikte devam eden bir süreç var. Her yıl, her dönem Reber Apo’nun fikirlerinin halka ulaştığı aynı zamanda halkların, kadınların Reber Apo’nun fikirleri etrafında toplanıp özgür yaşam arayışını derinleştirdiği, somutlaştırdığı ve sisteme dönüştürdüğü anlar yaşandı. Bu açıdan kadınlar ve halklardan yana bu komploya verilen cevap özgür yaşam arayışını geliştirmek ve somutlaştırmak oldu. Bunun en somut örneğini Rojava deneyimi ile ifade edebiliriz. Rojava deneyimi, burada gerçekleşen demokratik konfederal sistem ve kadın deneyimi; aslında Reber Apo’nun düşüncesinin somutlaşmış ifadesidir. Sadece Kürdistan ile de sınırlı kalmayan sınırları aşan, dünya halkları ile buluşan, özgürlük arayan her insan ile buluşan süreçte gelişti.
Rêber Apo, sadece Kürt ve bölge halkı için değil uluslararası alanda özgürlük arayışı olanlar tarafından lider ve Rêber olarak kabul edilen görüş ve önerilerinden ilham alınan bir konumda. Kürt halkı başta olmak üzere halklar Reber Apo’yu her defasında eylem ve etkinlikleri ile gündemleştirerek ve bağ kurarak aslında oluşturulmaya çalışılan mutlak tecrit sistemini kırmaya çalıştı. Hem de bununla bağlantılı olarak da Önder Apo her daim fikirleriyle de bizimleydi.
Ortadoğu’da dizayn süreci
Örneğin 1990’ lı yıllardan sonraki süreçte Körfez müdahalesinin ardından ki Rêber Apo bu süreci 3. Dünya savaşının başlangıcı olarak da nitelendiriyor bu süreçten itibaren 1998’e geldiğimiz döneme kadar aslında bir anlamda Ortadoğu’da nasıl yaşamsallaşabileceğinin provası yapıldı. Bu sistem bu alanda nasıl yaşam bulacak Körfez Savaşı ile birlikte Irak’a bir müdahale yapıldı. Bu süre içerisinde yol ve yöntemler gözlemlendi. Bu dönemde kararlaşma yaşanıyor aslında. Rêber Apo’ya yönelik komplonun geliştirildiği dönem tam da bu dönemdir. Çünkü bu süreçte Ortadoğu’da en fazla dinamik olan toplumsal kesimi harekete geçiren ve ayakta durabilen temel güçlerden biri PKK’dir. PKK’nin bu etkisini kırmadan emperyalist sistem Ortadoğu’da bu değişimi ya da kendi sömürüsünü derinleştirmenin imkân ve olanaklarının olmadığını görüyor. Bunun üzerinden baktığımızda Rêber Apo’ya yönelik geliştirilen komplo ve bu komplo ile Rêber Apo’nun İmralı Adası’na götürülmesi ve ardından mutlak tecrit sistemi, sonrasında 2001 ve 2003 ile birlikte Irak müdahalesi ile bu süreç yeni bir evreye taşınıyor.
2011’ den sonraki halklar baharı ile birlikte biz biliyoruz ki Ortadoğu’nun birçok ülkesinde sermayenin dolaşımını engelleyen ulus devlet yapısının aşılması için müdahaleler yapıldı. Hepsi birbiri ile bağlantılı süreçler aslında komplonun asıl amacı da toplumu harekete geçiren öncülük yapabilecek dinamik bir örgüt olduğu için PKK’yi etkisizleştirmekti. Bu komplonun sonuç almadığını da halkların sahiplenmesiyle Rêber Apo’nun felsefesinin yaşamsallaşma gücüyle, bu direniş kültürüyle görmek mümkün. Diyebiliriz ki: aslında en yalın ifadeyle Tişrin’de verilen direniş kültürünün kaynağında da bu var. Komplonun başarılmadığını hedeflenenin hiç de yerine getirilemediğini ortaya koyuyor.
15 Şubat yaklaştı Strasburg’da devasa yürüyüşler olacak. Daha önce Köln yürüyüşü oldu. Binlerce insan buraya aktı. Bunun dışında da aslında örgütlenen kendi sistemini kuran ve direniş içinde olan halk gerçekliği bu komplonun başarıya ulaşmadığını ortaya koyuyor
Komplo bitmiş midir komplo bir bütün olarak bitmemiştir. Özellikle Suriye’ye yeni müdahaleyle birlikte baktığımızda komplonun baş aktörlerinin Suriye’nin yeni dizaynında da belirleyici pozisyonda olduğunu görüyoruz. Bu anlamda devam eden bir şey ama bunun karşısında geliştirilen örgütleme ve direniş bu komplonun etkisini kırmıştır ve boşa çıkartmıştır diyebiliriz.
*Komplonun önemli ölçüde bertaraf edilmesinde Reber Apo’nun İmralı direnişi ve geliştirdiği demokratik modernite paradigmasının etkisi nedir?
Rêber Apo, belki sadece İmralı süreciyle de değil. PKK’yi tüm hareketlerden farklı kılan özelliği de bu kendini yenileyebilme kapasitesi ve gücüdür. Rêber Apo bu değişimi 1993 yılında gündeme almıştı. Hatta 90’lı yıllarda reel sosyalizmin çözülüşünden sonra pek çok noktayı o dönemde yapılan çözümlemelerde görmek mümkün. O dönemden itibaren zamanın ruhunu okuyan buna göre bir değişim içinde olması gerektiğini ifade eden değerlendirmeleri var. 1995 yılında yapılan 5. Kongre’de de bu temel gündemlerden biridir aslında PKK’nin yeni sürece uyarlaması, kendini yenileyebilmesi gündeme alınıyor. Yaşamın değişkenliği karşısında yaşanan sorun da biraz budur. Yaşanan tecrübe ve bununla birlikte yaşamın değişkenliği karşısında yenilenebilmek ve bu oranda değişimi yakalayabildiğin oranda zamana yön verebilirsin diğer haliyle aşılma durumu var. Aşmayan aşılıyor yani. Rêber Apo bu diyalektik ile aslında bu süreci örmeye çalıştı. Bu dönemden itibaren arayışının olduğunu görebiliyoruz.
Paradigma değişimi komplo ile bağlantılı değildir
2000’li yıllar ile birlikte ya da 1999 sonrası diyelim aslında paradigma değişimi bunların sonucudur. Komplo ile bağlantılı değildir. Komplo bu durumu daha da hızlandırdı ya da somutlaşma sürecine denk geldi. Demokratik modernite ile ön görülen perspektif kendisi ile birlikte hem reel sosyalizm deneyimini hem de ulus devlet politikalarının sonuçlarını da analiz eden yaşanan farklı deneyimleri de toplumun eşit, özgür yaşam imkân ve olanaklarının ne olabileceğini tarif eden bir paradigma olarak Rêber Apo tarafından ortaya konuluyor. Bu kuşkusuz sadece komplo ile bağlantılı değil, bu insanlığın ve özgürlük arayışında olan tüm kesimler için yeni bir çıkış oluyor. Çünkü reel sosyalizmin dağıldığı ortamda toplum ütopyasız kalmış gibi yani kapitalizm dışında sanki seçenek yokmuş gibi bir algının oluşturulduğu bir dönem yaratılıyor ki hatırlıyoruz tarihin sonu geldi, ütopyalar dönemi bitti söylemlerinin revaçta olduğu bir dönemdi.
Ütopyaların yaşam bulduğu Rojava deneyimi
Tam da bu dönemde Rêber Apo demokratik konfederal sistemle bu sürecin nasıl halklardan ve özgürlüklerden yana nasıl bir sistemle örülebileceğini ortaya koydu. Rêber Apo, şunun vurgusunu çok yaptı; demokrasi artı devlet formülünü nasıl geliştirebiliriz? Nasıl hayata geçirebiliriz, örneğin devlet olmadan da devleti karşısına alarak ileride bir savaşa girişmeden de toplum kendi kendini örgütleyerek devleti etkisizleştirebilir, küçültebilir. Bunun üzerine çok tartışmalarda oldu. Kuşkusuz bu fikir sadece Kürt halkı içinde de değil özgürlük arayışı olan herkese ilham veriyor. Ütopyaların yaşam bulduğu özellikle Rojava deneyiminde görülüyor. Bu son derece önemli demokratik modernite ya da demokratik konfederal sistem doğrudan sadece komployla da izah edemeyeceğimiz ama emperyalizm karşısında özgürlük arayışı olanların buluşabileceği en ideal sistem olarak da duruyor. Kadınların, farklı inançların, doğanın, farklı olanın hakkını da toplumun hakkını da içinde barındıran bir demokratik toplum sistemi öneriyor. Bu kapitalizmin sömürge sistemi karşısında tüm halkların özgür eşit ve saygın bir yaşam için esas alabilecekleri bir modeldir böyle bir yanı var.
*Yakın bir zamanda Reber Apo’nun bir açıklama yapması bekleniyor. Bu açıklama ve olası barış tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Özelde Kürt halkına ve Ortadoğu’ya nasıl bir yansıması olur?
Rêber Apo aslında 1993’ten bu yana Türkiye ile bu sorunu görüşmeyle, müzakereyle aşmanın yol ve yöntemlerini aradı. 1993’te yapılan ateşkes ve açıklamanın içeriğinde de tamamen bu var. Yani bu sorunun çıkışında en temel etken ulus devlet mantığının yarattığı tekçi anlayışın diğerini yok sayan ve ortadan kaldırmaya odaklanan, itibarsızlaştıran aşağılayan politikalarının yarattığı bir krizdir. Şu an Türkiye’de yaşanan temel sorunlardan biri budur, belki bu sadece Türkiye ile de ilgili değil. Aslında baktığımızda İran, Suriye, Irak; Kürdistan’ın bulunduğu her ülkede dört parça Kürdistan’da aslında benzer politikalar var. Benzer ulus politikaları uygulandı. Bunun için Rêber Apo’nun çabasında hep şu vardı. Yani Kürt halkının da Kürt halkıyla birlikte diğer halklar ve inançlar da aslında kendi kültürü ve kimliğini yaşayabileceği demokratik bir sistem olabilir mi? devletin sınırları değiştirilmeden sadece bir devlet olgusuna da bu işi sığdırmadan toplumsal kesimlerin devlet sınırları içerisinde kendilerini kendi kimlikleri ile ifade edebileceği bir sistem olabilir mi? Örneğin bu amaçla pek çok kez ateşkesler ve görüşmeler yapıldı; 1996’da 1998’de yapıldı. İlginçtir 1 Eylül 1998’de komplo başlamadan önce yine böyle bir ateşkes çağrısı var ateşkes ilan ediliyor ardından uluslararası komplonun geliştiğini görüyoruz.
Daha sonra 2000’li yıllarda örneğin 1999’da komplonun ardından Rêber Apo’nun yine çağrısı oldu grupların çekilmesi bu işi görüşme ve müzakere yoluyla yapmaya dönük. Ama tüm bunların hepsine baktığımızda Reber Apo’nun çabalarına rağmen bir şekliyle bu süreci sabote eden bu sorunu demokratikleşmeyi de farklı halklara ve inançlara özgürlük tanımayı da devletin beka sorunu olarak gören kesimler hep olmuştur. Bunlar tarafından da sabote edilmiştir.
Bu dönemde de böyle bir çağrı var. Kuşkusuz çok anlamlı Ortadoğu konjonktürüne baktığımız zaman Suriye’nin bu durumu ardından ortaya çıktı aslında. Bu 1991 yılından beri ifade ettiğimiz Ortadoğu’nun yeniden yapılanma sorununun Türkiye’yi de bir şekilde etkileyeceği açığa çıktı. Devlet yetkilileri de kendi ağzıyla da ifade etti. Yani savaş sınırımıza dayandı tarzında ifade ettiler. Bundan en az nasıl zarar görebilirim üzerinden devlet içinden de bazı kesimlerin böyle arayışları var. Belki 1993’ler de ya da 2009’da bu süreç başlatılsa sonuçlandırılsa Türkiye Ortadoğu’da en büyük ülkelerden biri de olabilirdi ama bu sürecin sekteye uğratılması bir şekilde Kürt sorununun canlı tutulması; Kürt sorunu olarak tabir ettiğimiz aslında özünde bir Türkiye devleti sorunu bugüne kadar geldi. Bu soruna çözüm üretmemek Türkiye’yi zayıflatıyor ve başkasına taviz veren bir pozisyona getiriyor. Bu dönemde bu ne kadar aşılır, kuşkusuz beklentiler bu sürecin olumlu sonuçlanmasına yöneliktir.
Türk devleti bu süreci ne kadar değerlendirebilir
Geçmiş dönemlerden dersler çıkartarak, çünkü önemli bir deneyim var, buradan yola çıkarak bu sürecin daha sağlıklı daha sonuç alıcı yürütülmesine ilişkin beklentiler var. Örneğin 15 Şubat’ta Rêber Apo’nun yapacağı çağrı, önemli bir dönemde aynı zamanda ama şu an ne var çağrının içinde hiçbirimiz bilemiyoruz. Yapıldığında haberimiz olacak, 15’inden sonra yapılacağı ifade edildi. Bilemiyorum daha sonra yapılır mı yapılmaz mı ama bu sürecin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Ortadoğu’da daha güçlü olması açısından güçlü bir konuma gelmesi açısından bir fırsat. Bunu ne kadar Türk devleti değerlendirir bu şansı ne kadar yakalamak ister onu bilemiyorum ama tüm halklar açısından önemli bir süreç.
Kuşkusuz bu sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan ile ilgili de bir durum değil. Çünkü Kürdistan sorunu olarak tanımladığımız süreç aslında Birinci Dünya savaşı ile birlikte başlayan bir süreçtir. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi bunun masa başında farklı ülke yöneticileri tarafından yapılan bir anlaşmayla yok sayılması bunun yarattığı bir sorundur. Şu an Türkiye’de yapılan görüşmeler bu nedenle sadece Türkiye ile de sınırlı kalmayacaktır. Rojava Kürdistanı, Bakur’u da Başur’u da mutlaka etkiler. Böyle bir yanı da var. Ortadoğu’da o dengelerin yeniden oluşması açısından da önemli bir rolü var.
*Sizde jineoloji çalışmaları yürütüyorsunuz. Jineoloji’nin mimarı Reber Apo’nun kadın mücadelesi açısından felsefesinin önemi nedir? Dünya kadınları bu felsefeye nasıl yaklaşıyorlar?
Jineoloji gerçekten bir ilk yani şu açıdan bir ilk Rêber Apo şunu ifade etti: “Egemenin bilgisiyle insan kendi hakikatini açığa çıkartamaz.” Bu çok önemli bir tespit. Çünkü bilgi bir şeyi bilmek değildir aslında nasıl yaşayacağını da yaşam ölçülerini de belirleyen bir yanı var. O yüzden bize öğretilenler egemenin bilgisi. Daha doğrusu her zaman bizim hakikatimiz ile buluşmayı engelleyen bir karakteri vardı. Bu hem kadınlar açısından hem de ezilen halklar açısından da böyle. Örneğin oryantalizm bunun üzerinden gelişir tüm pozitif bilimlerde ya da Avrupa merkezli bilimlerde egemenin yanında yer alan öyle ya da böyle mutlaka rastlarız. Rêber Apo şunu yaptı aslında ezilenin ezileni olarak kadını tarif etti, ilk sömürge kadındır dedi. Tüm sömürgecilikler kadın üzerinden uygulanan sömürgecilikten yola çıkarak daha sonra toplumun diğer katmanları üzerinden geliştirilmiştir dedi. Bu önemli bir tespit. Bir diğer şey ise “belki biz kadının hakikatini açığa çıkartabilirsek, kadının hakikati aydınlanabilirse toplumsal hakikate ulaşma şansımız olabilecek” dedi. Mevcut bilimler ile bunu yapmak mümkün değildir, kadını da merkezine alan yeni bir bilim perspektifine yeni bir anlayışa ihtiyaç var tespitinden hareketle jineolojiyi önerdi.
Bu hakikat sadece bir toplumun kadınlarına yönelik bir tespit değil tüm kadınların kendilerini içinde gördüğü aslında evrensel yanları olan bir tespitti. Bu yüzden de tüm dünya kadınları tarafından büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Bu kavramın kendisi bile çok büyük bir heyecan yaratıyor. Örneğin pek çok halktan; Avrupa zemininden eğer ifade edecek olursam örneğin İtalya, Fransa, Almanya, İngiltere, İrlanda ve İspanya pek çok halktan kadınlar jineolojinin yöntemini alarak kendi hakikati ve toplumsallığı ile buluşmak için üzerinden bir bağ kuruyorlar. Abya Yala halkları açısından büyük bir heyecan var. Kürdistan gibi sömürgeciliği farklı yaşayan yerli halklardan yana böyle bir yaklaşım var. Bunun nedeni dediğim gibi aslında Rêber Apo’nun hakikate yönelik geliştirdiği tespittir. Bunun yarattığı bir şey, bu açıdan da jineolojiyi ilk kavramsal olarak da telaffuz eden de Rêber Apo’dur. Tabi sadece kavramsal telaffuz değil jineolojinin temel ilkelerinin belirlenmesinde de Reber Apo’nun felsefesi yer alıyor. Bu felsefe bu çalışmanın somutlaşmasında belirleyici pozisyonda. Rêber Apo’nun felsefesi genel anlamda da belli bir alan ve toplumsal kesim ile sınırlı kalmayan tüm sınırları aşan evrensel yanları da içinde barındıran bir felsefedir ve jineoloji de bunlardan biridir.
*Barışın konuşulduğu bu günlerde, kadınlar nasıl bir barış istiyor?
Barış derken genelde şöyle bir algı var; birbiriyle savaşan iki güç oturuyor kendi aralarında anlaşma yapıyor ve barış böyle oluyor. Aslında bundan öte barış toplumla olur. Toplumsal barış her şeyden önce önemli bu açıdan da her barış sürecinde ilk sözü söylemesi gereken kadınlardır. Sadece savaşan güçlere, savaşan taraflara değil, toplumla nasıl yaşanacağına dair. Örneğin Suriye’de yeni bir sistem oluşturuluyor, anayasanın oluşturulmasına, yönetimin oluşturulmasına kadar neredeyse hiçbir şekilde kadınlar içinde yer almıyor. Bir cumhurbaşkanı seçimi yapıldı hiçbir kadın içinde yok. Anayasa komisyonu oluşturulacak kadınlar yok. Burada Rojava kadınlarının yaşadığı çok güçlü bir deneyim var. Eş başkanlık ve eşit temsiliyeti yıllardır uyguluyorlar. Bunun yarattığı bir deneyimde var kendine güvende var.
Barış için temel şart kadınların toplumla yeniden sözleşmesidir
Kadınların bu süreçte bu kazanımlarını yeni oluşturulacak sisteme dahil edebilme imkan ve olanakları nedir? Bu çok önemli bir sorun. Bu soruya cevaplar oluşturmadan orada kalıcı bir barış oluşturabilme durumu yoktur. En azından benim görüşüm kadınların toplumla yeniden sözleşmesi barış için temel şartlardan biridir. Bir toplum ile kadının hakları ne olmalıdır kadın kendisini nasıl ifade edebilecek ifade edebilme mekanizmalarına ne kadar alan açılıyor? Bunlar belirleyici pozisyonda; ardından kuşkusuz belki halklar açısından da inançlar açısından da farklı toplumsal kesimler açısından da, herkesin kendi farklılığıyla, kültürü, inancıyla, eşit ve özgür yaşayabileceği buna imkan ve olanakların sağlanabileceği koşulların sağlanmasıdır. İdeal barış tarifi böyledir.
Türkiye açısından daha zorunlu ve karmaşık bir yapı var, belki bunların hepsini bir anda istemek de gerçekçi olmayabilir ama nihai hedefe bunu koyarak bunun adım adım örülmesi gerekiyor. Benim barıştan anladığım biraz budur. Toplumla barışmak kadınlarında toplumsal alanda haklarını ifade edebileceği kendi haklarıyla yaşam alanlarının olabileceği bir sistem oluşturmak diğer yandan egemenlikçi her yaklaşımın biraz demokratik zemine çekilerek aşılması herkese eşit imkan ve olanakların sunulduğu bir sistemin hedeflenmesidir; benim anladığım biraz bu diyebilirim.