Hasta mahpuslar gerçeği: Sağlık hakkının engellenmesi işkence biçimi

Hapishaneleri tarif ederken, “Buralarda bir canlının yaşamasının imkanı yok” diyen Nuray Çevirmen hasta mahpusların durumuna dikkat çekti ve insanların yaşamlarının hiçbir politikanın aracı olamayacağını söyledi.

SERPİL SAVUMLU

İstanbul- Türkiye’de cezaevleri politikası her geçen gün daha ağır hale gelen hak ihlallerine sahne oluyor. Siyasi tutsaklar açısından özellikle durum daha da kötüleşirken Kürdistan ve Türkiye'deki cezaevlerinin her biri, adeta birer işkencehane olarak adlandırılıyor.  Sorunun çözümüne dair adım atılmazken, aksine sorun daha da derinleşiyor.

Türkiye’de cezaevlerinde yaşananlar özellikle 1980’li yıllardan sonra daha da belirginleşti. Bu durum özellikle insan hakları örgütleri tarafından defalarca dile getirildi ve raporlara da yansıdı. Bugün de birçok raporda tanık ifadeleri ve avukat beyanlarıyla cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalar ortaya konuyor.  

AKP iktidara geldiği 2002 yılından bu yana cezaevleri politikası her zaman gündeme geldi ve tartışıldı. İktidara geldiği ilk yıllarda şeffaflık ve demokratikleşme vaatlerinin aksine cezaevleri daha denetimsiz yapılar haline geldi. İktidarın en ufak muhalefet eden sesi bile bastırmaya çalıştığı son yıllarda cezaevleri yüzbinlerce insanın sıkıştırıldığı alanlar olarak tarif ediliyor. Siyasi olarak aktif olanlar, düşünce özgürlüğüne sahip çıkanlar veya farklı görüşte olanlar için cezaevleri bir baskı aracı olarak kullanılmaya başlandı. Cezaevleri ideolojik olarak toplumu şekillendirmeye çalışan alanlar olarak daha fazla öne çıktı ve aynı zamanda adalet sistemine duyulan güveni de epey sarstı. Bu tablonun içinde cezaevlerinde bulunan hasta tutsakların durumu giderek daha da kötüleşiyor. 

Tutuklu sayısının en yüksek olduğu ülke

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün açıkladı istatistiklere göre; Türkiye cezaevlerinde 7 Nisan 2025 tarihi itibari ile 395 açık ve kapalı cezaevin de 403 bin 60 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Türkiye, Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler arasında mahkum ve tutuklu sayısının en yüksek olduğu ülke olarak anılıyor. Bu tespit aynı zamanda cezaevlerinin mevcut kapasitelerinin çok üzerinde kullanıldığı anlamına geliyor.

Türkiye cezaevlerinde kapasite tartışmasının yanı sıra en önemli konulardan biri hasta tutsaklar meselesi. Adalet Bakanlığı’na göre; 2024 yılının ilk 11 ayında cezaevinde 709 tutuklu yaşamını yitirdi. Cezaevlerindeki yüzlerce tutsak dışarıya verdikleri mesajda, “Harekete geçmek için ölmemizi mi bekliyorsunuz?” diye sesleniyor. İnsan Hakları Derneği’nin yayımladığı son rapora göre; Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde 161’i kadın, bin 251’i erkek olmak üzere en az bin 412 hasta tutsak bulunuyor. Ağır hasta tutsak sayısı 335 mahpus olarak ifade edilirken, bunlardan 230’u tek başına yaşamını devam ettiremiyor ve 105’inin de desteğe ihtiyacı var. 188 mahpusun ise hastalıkları nedeniyle sürekli olarak kontrol edilmesi gerekiyor.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Nuray Çevirmen’le Türkiye’de hasta mahpusların durumunu konuştuk.

‘Toplumun büyük kısmı denetim mekanizması içinde’

Türkiye’de demokratik bir yapının hiçbir zaman var olmadığını ancak bugün AKP hükümeti ile birlikte daha geri bir noktada bulunulduğunu ifade eden Nuray Çevirmen, “AKP iktidarı ile gelinen noktada toplumun tüm kesimlerini cezalandırma gibi bir durum söz konusu. İlk iktidara geldiği dönemlerde 50 bin civarlarında olan mahpus sayısı bugün 403 bin 60 mahpusa kadar yükselmiş durumda. Elbette sürekli olarak girip çıkanları ve denetimli serbestlik gibi 400 binin üzerinde bir insanı da kattığımızda çok büyük bir sayının yani nüfusun çok büyük bir bölümünün aslında bir denetim mekanizması gerek kapatma mekanları içinde gerekse dışarda bir denetim mekanizması içinde tutulduğunu söylemek abartı olmayacaktır” şeklinde konuştu. 

‘Karşıt olan herkes cezalandırılıyor’

“Denetim zoru altında toplumu tutma aslında toplumun bütün kesimlerinde de bir mesaj niteliğini taşımakta” diyen Nuray Çevirmen, “Yani siz muhalif olarak haklarınızı aradığınız taktirde ya da karşıt olarak nitelendirilebilecek, yani sadece iktidar karşıtlığı bunun bir demokratik olup olmamasıyla, sözün doğruluyla, fikriyatın doğruluğuyla yanlışlığıyla bir ilgisi yok. Bir karşıtlık meselesi üzerinden toplumun cezalandırıldığı çok karmaşık, hukuk normlarına uygun olmayan insani hukuk normlarını zaten temelden dışarda bırakan bir yönetim biçimine evrildi. Bütün sistem aslında antidemokratik oldu, yargı bağımsızlığını kaybetti. Sadece talimatla iş gören bir kurum haline geldi ve toplumun tüm kesiminde bağımsız olan bir yargı algısı varsa bile darmadağın olmuş durumda” diye ifade etti. 

‘Sorunlar kaçınılmaz hale geldi’

Cezaevlerinin toplumun üzerinde büyük problemleri olan, büyük sıkıntılar yaratan bir zor aygıtı olarak kullanıldığını anlatan Nuray Çevirmen, konuşmasına şu sözlerle devam etti:

“Çok fazla hapishane yapılıyor. Sayısal anlamda nitelendirmenin dışında bu hapishanelerin kapasiteleri de çok fazla. Daha önce küçük küçük ilçe hapishaneleri vardı, illerde bulunan hapishaneler vardı. Kapasiteleri nispeten daha küçüktü ama bugün binleri içerisine alan kampüs hapishaneleri yapılmış durumda. Tek bir hapishane belki 10 hapishaneye bedel bir kampüs hapishanesi niteliğine ulaşmış oldu. O nedenle büyük sıkıntılar var. Bu kadar çok mahpusun olduğu yerde, bu kadar çok hapishanenin olduğu bir sistemde sorunlar da kaçınılmaz hale gelmiş durumda.”

‘Sağlık hakkının engellenmesi de işkence’

Cezaevlerinde yaşanan sorunların en başında işkence ve mahpusların sağlık hakkına erişimlerinin olmamasının geldiğini belirten Nuray Çevirmen, sağlık hakkının engellenmesinin de işkence uygulamalarının bir parçası olduğuna işaret etti. Nuray Çevirmen, “Sağlığa erişim haklarının önündeki engelleri işkence olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Çünkü kişinin bedensel bütünlüğünün, ruhsal bütünlüğünün zarar görmesi sonucuna ulaşan bir ihlaller bütünüyle yaşamak zorunda kalıyor mahpuslar” diye konuştu.

İHD’nin 2022 yılında hazırladığı raporu güncellediklerini ve geçtiğimiz günlerde kamuoyuyla paylaştıklarını hatırlatan Nuray Çevirmen, “Ancak şunu da belirtmek gerekir, çok fazla hapishane yapıldı çok fazla mahpus girdi- çıktı bunların kayıtlarına tekrar ulaşabilmek yeniden elde edebilmek zor. Çok fazla, inanılmaz derecede sürgün var. Mesela biz raporumuzu açıkladık ama şu anda o listelerdeki mahpuslardan kaçının başka yerlere götürüldüğünü tekrar yenilerinin kaç kişi alındığını ve hasta olduğunu tespit edebilmek gerçekten çok büyük bir emek gerektiren bir durum” dedi. 

‘Buz dağının görünen yüzü’

Güçlükle hazırladıkları listelerde hem siyasi hem de adli mahpusların olduğunu söyleyen Nuray Çevirmen, adli mahpusların kurumlara erişimlerinin kısıtlı olduğunu dolayısıyla onlar arasında sağlıklı veriler tutmanın mümkün olmadığını anlattı. Nuray Çevirmen, tüm mahpuslara ulaşmanın güç olduğunun altını çizerek şöyle devam etti:

“Şunu da belirtmek istiyorum 403 binin üzerinde mahpusun olduğu bir yerde bizim belirlediğimiz rakam çok küçük bir rakam. Hepsine ulaşabilme imkanımız yok. Örneğin Adalet Bakanlığı tarafından 2024 yılı sonlarına doğru açıklanan bir rakam vardı, hapishanelerde yaşamlarını yitiren mahpuslara dair. Oradaki rakam bile aslında bizim için çok önemli bir veri. Bize ne kadarını tespit edebildiğimizi gözlemleme fırsatımız oldu. Rakamların yüksek olduğunu biliyorduk ama bu kadar dehşetli bir rakam olduğunu kestirememiştik açıkçası. DEM Parti milletvekillerinin verdiği bir soru önergesine yanıtta Adalet Bakanlığı, 2024 yılının ilk 11 ayında 709 mahpusun yaşamını yitirdiğini ifade etmişti. Biz 54 sayısına ulaşabilmiştik. Bu durum buz dağının çok küçük bir kısmını görebildiğimizi göstermişti.”

‘Buralarda bir canlının yaşama imkanı yok’

İnfaz rejimi için de mahpusların sağlıklı olduğunun düşünülemeyeceğine dikkat çeken Nuray Çevirmen, “Hapishane denilen mekanlar insanların belli bir süre özgürlüklerinden mahrum bırakıldıkları alanlardır. Onun dışında haklar bağlamında tüm insanlarla eşit haklara sahiptirler. Ama buralarda mahpuslar, 22,5 saati tek başlarına tutuluyorlar, kimseyle temas etmeden küçücük bir oda içerisinde pencerelerinde dahi tel eleklerle sık dokunmuş hava alma girişinin çok zorlaştığı, güneşe erişim imkanının olmadığı sadece 1 ya da 1,5 saat dar küçük bir alana havalandırma dedikleri ama havalandırmayla bir ilgisi olmayan bir alana götürülüp bir süre tutulup geri getirildikleri alanlarda yaşıyorlar. Yani buralarda bir canlının yaşamasının imkanı yok” şeklinde konuştu. 

‘Hasta olmak kaçınılmaz’

Mahpusların her haliyle sağlıklarının bozulduğunu dile getiren Nuray Çevirmen, “Bedensel bütünlükleri de bozuluyor, ruhsal bütünlükleri de bozuluyor. Ve gittikçe ağırlaşan bir sistem söz konusu. İnsan haklarına temelden aykırı bir infaz sistemi meydana geldi. O nedenle bu kadar mahpusun cezaevinde olduğu düşündüğümüzde hem fiziksel hem de ruhsal olarak hemen hemen hepsinin etkilendiğini söylemek abartılı değil. Çoğunluğuna yakın kısmının kronik hastalıkları var. Bu infaz sistemi içinde hasta olmak kaçınılmaz” dedi. 

‘Mahpusların durumu süreçten bağımsız geliştirilmeli’

Çoğu mahpusun pişmanlık dayatmasına maruz bırakıldığını ve farklı yöntemlerle tahliyelerinin engellendiğini söyleyen Nuray Çevirmen, bunların içinde hasta olanların da bulunduğunu hatırlattı. Tahliyelerin engellenmesinin de sağlık hakkı ihlali sayılabileceğine işaret eden Nuray Çevirmen, temelde yaşanan tüm sorunların birer sağlık hakkı ihlali olarak karşımıza çıktığını ifade etti. Nuray Çevirmen, son dönemde ülkede yaşanan sürece de değinerek şunları dile getirdi:

“Bir süreç var ama bu süreci adlandırmakla ilgili kafa karışıklığı da mevcut. Ne şekilde ilerliyor? Somut verileri var mıdır? Bunun topluma yansımaları noktasında pek çok kafa karışıklığı da var. Umarım aslında bir barış ortamı tesis edilir… bu hepimizin talebi, isteği budur. Böyle bir barış sürecinin başlaması bile demokratik anlamda uygulamaları da beraberinde getirecektir. Bugün hem bir süreç var diyoruz hem böyle tutuklamalar, gözaltılar, hapishanedeki mahpus sayılarının artması durumu söz konusu. Bu süreçler aslında iktidarın demokratikleşmesiyle birlikte de yürütülmesi gereken süreçlerdir. O nedenle hasta mahpuslar konusunu da bunun içerisine dahil ederek konuşmak gerekirse aslında hasta mahpusların politik bir sürecin aracı haline gelmesi sıkıntılı bir durum. Bu insan hakları ile ilgili olan bir şey. Devletin korumak zorunda olduğu yaşam hakkıyla ilgili olan bir şeydir. Herhangi bir sürece dahil edilmeden devletin bunu kendiliğinden yapması gerekir. Bütün sistemlerini gözden geçirmesi gerekir, nerelerde sıkıntılar var sorunlar var onları iyileştirmesi gerekir.”

‘Demokratikleşmeyle yol alınabilir’

Nuray Çevirmen, temel olarak ‘hapsetme rejiminin’ ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulayarak, son olarak şunları dile getirdi:

“İktidarın demokratikleşme sürecini kendi içerisinde başlatarak bir yol alabilmesi mümkün. Hasta mahpuslar sorunu hiçbir sürecin aracı değildir. Hasta mahpuslar sorunu insanidir, insancıl hukuk normları ve Türkiye’nin imzalayarak Anayasa’nın 96’ncı maddesiyle de garanti altına almış olduğu uluslararası sözleşmeler gereği kendi anayasası çerçevesinde de zorunlu olduğu yaşama hakkını sağlık hakkını korumak zorunda olduğu bir tutumu bir politikayı ortaya koyup bu çerçevede hareket etmesi gerekir. Hasta mahpuslarla ilgili durum politikanın üzerinde insani bir durumdur.

Acil olarak bu hapsetme sisteminden vazgeçilmelidir. Yasal süreçlerin demokratik bir şekilde işletilmesi için bütün partilerin demokratik sisteme geçişle ilgili çaba göstermesi gerekiyor. Bu olduğu taktirde hasta mahpuslar sorunu da antidemokratik uygulamalar da ortadan kalkacaktır.”