Din, devlet, cinsiyetçilik üçgeninden çıkış: Demokratik Kadın Konfederalizmi

TJK-E aktivisti Zilan Diyar, Ortadoğu ve dünya genelinde erkek-devlet aklıyla geliştirilen dincilik, ırkçılık ve cinsiyetçiliği değerlendirerek, dünya demokratik kadın konfederalizminin önemini vurguladı.

BÊRÎTAN ZINAR

Haber Merkezi- Kadınlar dünyanın dört bir tarafında 21’inci yüzyılı kadın özgürlük yüzyılı yapma iddiasıyla mücadeleyi büyütme ve küreselleşen erkek-devlet saldırıları karşısında direnişi de küreselleştirme iddiasında. Din, devlet, cinsiyetçilik üçgeninde kadın mücadelesini bastırmak üzere geliştirilen sömürü ve katliam politikalarına karşı tek çıkış yolunun Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi’ni örgütlemek olduğunu belirten kadınlar, çalışmalarını derinleştiriyor.  

Tevgra Jinên Kurd a Ewropa (Avrupa Kürt Kadın Hareketi- TJK-E) aktivisti Zilan Diyar Ortadoğu ve dünya genelinde dincilik, ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi ideolojilerle kadınlara dönük derinleşen katliam politikalarına ilişkin ajansımızın sorularını yanıtladı.

Kadınlara dönük geliştirilen saldırıların yaşanan üçüncü dünya savaşının merkezi konumunda bulunan Ortadoğu’da dünya hegemon güçlerce geliştirilen politikalarla paralel bir şekilde derinleştirildiğini vurgulayan Zilan Diyar, gelişen saldırılar karşısında tek çıkış yolunun Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi olduğunu vurguladı.

Kadınlara dönük politikalar: Ataerkinin kadınlara açtığı savaş

Ortadoğu’da yaşanan kaos ve kriz ortamına baktığımızda özellikle erkek-devlet aklıyla derinleştirilen milliyetçilik ve cinsiyetçilik gibi ideolojilerle kadınlara dönük çok büyük saldırıların olduğunu görebiliyoruz. Mısır, Tunus, Libya, Yemen ve birçok ülkede siyasetten, eğitime, tüm yaşam alanlarına dönük saldılar söz konusu. Tüm bu kadın cephesi ve mücadelesine dönük geliştirilen ideolojik ve ciddi anlamda fiziki katliamlara dönüşen saldırıları nasıl değerlendirmek gerekir?

Dünyada devletler ve rejimlerin kadınlara dönük politikaları ve saldırıların geldiği boyutu ‘ataerkinin kadınlara açtığı savaş’ olarak tespit ediyoruz. Büyük resim bize bunu söylüyor. Ancak bu tabloda renklerin daha keskin, koyu olduğu coğrafyalar var. Hegemonik güçlerin yol açtığı çoklu ve çeşitli çelişkilerin diğer bir deyişle üçüncü dünya savaşının merkezinde Ortadoğu yer alıyor. Bu hegemonya savaşından en çok etkilenen kesimlerin başında kadınlar geliyor. Şiddetin günlük olarak kadınların yaşamını tehdit etmesi, ekonomik ve sosyal yaşamdaki sınırlandırmalar, yasal haklarını asgari düzeyde elde etmek için mücadele ediliyor oluşu ya da yasaların uygulanmayışı vb. çoklu şiddet ve saldırı sarmalının içinde yaşıyorlar. Ortadoğu’da varlık mücadelesi yürüten bir kadın gerçekliği var. Çünkü sistem bu coğrafyanın kendi dinamiklerini yok etmeye çalışıyor. Kriz ve kaosu sürekli derinleştiren bir politikayla bu coğrafyayı kontrol altına alıyor. İradesi kırılan, ahlaki ve politik özünü yitiren toplumun şiddet sarmalını harekete geçirmek için yöneldiği ilk kesim ise kadınlar oluyor. Yani Ortadoğu’ya medeniyeti götürdüğünü iddia eden modernite güçleri esasında bir kölelik düzeni kuruyor. Kölelik düzenini örtbas eden tek nokta ise iktidarın kök hücresi olarak değerlendirdiğimiz kadına yönelik şiddet. Bunu söylerken amacım hegemon devletlerin ‘oyun kurucu’ rolünü göz ardı etmek değil.  Aksine Ortadoğu’yu dizayn etme çabalarında, ‘sömürülen ve sömüren’ arasındaki ince uzlaşının kadına dönük politikalarda yaşandığına dikkat çekmek.

‘Güç alarak ilerleyen bir kadın mücadelesi var’

Buna karşılık soruda belirttiğiniz ülkelerde kadınların yasal haklarını elde etmek, tek başına seyahat etmek (Yemen’de Husilerin kontrolündeki bölgelerdeki mahrem kısıtlaması), günlük yaşamın bir parçası olan şiddete karşı mücadele ediyor. Esasında var olmak için mücadele ediyor. Örneğin edebiyat ve sanat yoluyla direniş bu ülkelerde çok belirgin olarak öne çıkıyor. Giderek birliğe yönelen, bu farklı sorunların kesişimsel ve geçişken yanını görüp bütünlüklü bir perspektife yönelen (Tunus’ta ‘Eşitlik ve Kadın Hakları Cephesi ve Lübnan’da NADA gibi kadın dernekleri ve STÖ’lerin içinde yer aldığı birlikler) bir kadın direnişi var. Özetle birbirinden haberdar olarak, güç alarak ilerleyen bir kadın mücadelesi var. Tunuslu bir kadın aktivistin dediği gibi ‘Kadınlar kazanımlarından ödün veremez çünkü bu başarılar kimliklerinin bir parçası haline geldi.’ Sonucu belirleyecek olan da bu hakikat…

Aslında 2021 yılında Afganistan’ın Taliban’a bırakılması kadın mücadelesine karşı Ortadoğu’da geliştirilmek istenen bir hamle ve müdahaleydi. Kendini özgürlükçü olarak tanımlayan AB Taliban’ı resmi bir şekilde toplantısına davet etti. Bu aynı zamanda Taliban’ın kadın katliamcı, gerici politikalarına meşruiyet kazandırmak anlamına da geliyor. Ortadoğu ve kadın özgürlük mücadelesine dönük de bir hamle anlamına gelen bu durumu nasıl değerlendirmek gerekir?

Bu aslında ABD politikasının temel bir çıkmazı. ABD bu coğrafyayı batılılaştırma iddiasıyla işgale giriştiğinde ilk ittifakını kökten dinci muhalif gruplarla yaptı. Aslında Ortadoğu’ya müdahalesi de bu biçimdeydi. Ancak bu plan Rojava’da kadın öncülüğünde gelişen devrim sayesinde ters tepince bu kez karşıt bir güç gibi ele aldı. Yani esasında ABD, demokrasi, kadın hakları, sosyal haklar vb. sıkça kullandığı argümanları kendi çıkarları ağır bastığında rafa kaldırabiliyor. Geri çekilmesini fırsat bilen Taliban’ın yerleşmesine göz yumması bu nedenledir.

Geçmişte ofis açmasına izin vermesi, bazı liderlerin isminin terör listesinden çıkması yine sözde kaldırdığı fonları alttan Taliban’a aktarması bu ittifakın hala sürdüğünün göstergesidir.

Hegemonik erkekliğin kendi içinde kurduğu ittifak: Afganistan

Batılı güçler Afgan halkının, kadınların nasıl yaşamak istediğini umursamıyor. Zira 15 Ağustos 2021’de Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesine seyirci kalmazdı. ABD İşgalini ‘terörle savaş ve kadın hakları’ argümanına dayandırmıştı. Ancak şimdi kadın düşmanı hegemonik erkekliğe dayalı bir toplum şekilleniyor. Bir kurtarıcı olarak değil ama sıkça kullandığı kadın hakları adım adım kısıtlanıyor. Eğitim haklarından başlayarak kadın yaşamın tüm alanlarından adım adım kısıtlanıyor. Parklara girişleri yasak, sokaklarda kırbaçlama görüntüleri topluma korku salmak için servis ediliyor.  Sığınma evlerinde kalan kadınlar şimdi ya onları şiddetin faillerine geri dönmek ya da Taliban’ın zindanlarında kalmak zorunda. Kadın aktivistler ve siyasetçiler sürekli tehdit ediliyor. Yıl başında siyasetçi Mürsel Nebizade’nin suikastla katledilmesi bunun tehdit olmaktan çıktığının bir göstergesi.

Tüm bunların bize anlattığı şey. Bir ucunda ataerkili en uç noktada temsilini yapan güç diğer tarafta kadın haklarından dem vuran bir Batılı modernite gücü olsa da hegemonik erkekliğin kendi içinde kurduğu kalıcı bir ittifak var. Çoğu zaman gizli yürütülen bu ittifak böylesi kaos dönemlerinde kendini örtüleme çabasına girmeden dışa vurabiliyor.

Çünkü her iki ucun ölesiye korktuğu şey kadınların hak ve özgürlüklerine, düşüncesine ve taleplerine göre oluşturulmuş bir sistem. Zira böyle bir sistem hegemonik erkeklik sistemini tüm zihniyet kodları ve kurumlarıyla birlikte çökertebilir. Bu ittifakın zemini bu korkuya dayanıyor.

Bununla beraber İran, Rojhilat Kurdistan’ında ‘Jin Jiyan Azadî’ serhildanları gelişti buna dönük İran hükümetinin ciddi saldırıları söz konusu. Ayaklanmalarda tutuklanan onlarca insan idam edildi. Ayaklanmanın kadınlar açısından önemi nedir ve şu an kadınlar nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya?

Bu çok güncel bir durum olduğundan açığa çıkan sonuçların tarihselliği bazen gözden kaçabiliyor. Bu serhıldanların ortaya çıkardığı tartışmasız hakikat şudur: Kadın toplumun bir parçası, eklentisi olarak değil toplumun özü olarak bir devrim sürecine öncülük etmiştir. Kadın özgürlüğü merkeze alınarak toplumun ekonomik sorunları tartışılmıştır. Diğer tüm toplumsal sorunlar bu merkez ekseninde gündeme gelmiştir. Karşı koyuş bu noktadadır. Bu serhıldanlara devrim niteliğini kazandıran tam olarak budur. Bana göre en büyük tehlike bu tarihsel hakikatin yeterince görülmeyişidir. Devrimin iç dinamiklerinden tutalım dıştan etkilenen kesimler için de böyledir. Bu özün doğru anlaşılması serhıldanlar sürecinin barındırdığı riskleri de aza indirger. Peki bu riskler nelerdir? Birincisi bu muazzam potansiyeli, iddiayı sistem içine çekerek pasifize etme çabalarıdır. İçinde etnik, kültürel, inançsal ve sınıfsal tüm gerçeklikleri barındıran hepsini özgürlükte buluşturan, toplum doğasıyla uyumlu bir biçimde ilerleyen bu sistemi Şah rejiminin kalıntılarının bir devamı olarak yorumlamaktır.

İran’da rejim ayakta durabilmek için serhildanların önünü almaya çalışıyor

Daha doğrusu serhıldanlarda ortaya çıkan ret düzeyini bu kalıntılara devrederek, modernite ve ataerkinin bir başka versiyonunu özgürlük için her şeyi göze alan kadınlara bir gelecek vaadi gibi sunmaya çalışmalarıdır. İkincisi bu devrimin akışıyla birlikte toplumsal dönüşümü geliştirecek bir inşa sürecinin başlamayışıdır. Öz savunma, eğitim, siyaset, ekonomi ve kültür gibi alanlarda alternatif örgütlülükler gelişmeyişidir. Var olanların yetersizliğidir. Yani direniş mevzilerinden sonra kadınların döneceği yerler aile, devlet ve erkek egemenliği günlük üreten kurumlar olmamalı. Üçüncüsü sistemin bu serhıldanları kök hücresinden kopararak ele almasıdır. Kadın direnişini kadın direnişine dayanarak pasifize etmeye çalışan incelikli bir siyaset yürütülüyor. Dördüncüsü serhıldanların yarattığı atmosfer dağılır dağılmaz dönüşümü değil kadınları katletmeyi amaçlayan İran rejiminin saldırılarıdır. İdam, genç kadınların okullarda zehirlenmesi, tutuklanması vb. saldırılar halen devam etmekte. Yani rejim kendini ayakta tutmak için dönüşümü esas almamış, baskı ve katliamla serhıldanların önünü almaya çalışmakta. Bu tehlikelerin bertaraf edilmesi öz bilinç, öz örgütlenme ve öz savunma yoluyla olur. Rojhılat serhıldanı kök hücre ile bağını koparmadığı sürece bunun başarılması da mümkündür….

Bu konuda İran’la çelişkileri olan kapitalist devletler ve bölgedeki ulus devletlerin ayaklanmalar, idamlar ve baskılar karşısında sessiz kalmaları ama diğer taraftan Taliban’ı resmileştirme çabalarını nasıl okumak gerekir?

Yukarda belirttiğim ‘hegemonik erkekliğin’ görünmez ve kalıcı ittifakı meselesini bir kez daha vurgulamalıyım. Ataerkinin en dipte ve kalıcı çelişkisi kadınların öncülük ettiği bir topluma olan tahammülsüzlüğü. Bu durum birçok kavramı, kurumu alt üst ediyor. Ve birbiriyle çelişik görünen durumların aynı düzlemde yaşanmasına yol açıyor.

*Yakın süreçte uzun süredir araları açık olan Suudi Arabistan ve İran arasında yumuşama oldu. İran Sudi Arabistan’da konsolosluklarını yeniden açıyor. Yine uzun süredir bir vekalet savaşını yaşayan ve Ortadoğu’nun en fakir ülkesi olan Yemen konusunda aralarında bir anlaşma gelişebileceği söyleniyor. Tüm bunlar bölge kadınlarını nasıl etkiler? Birbiriyle çelişik ama biri Sünni diğeri Şii’de olsa şeriatla yönetilen iki devlet arasındaki uzlaşma bölgedeki kadınların durumunu nasıl etkiler?

Bence her iki devletin ortak noktası kadınlara dönük politikalarında kısmi değişikliklere, esnekliğe gitmesi. Ancak bu köklü bir değişim değil. Kadınların varlık mücadelesini frenlemeye dönük hamleler. Kaldı ki bu değişim, rejimlerin kadınlara sunduğu bir lütuf değil mücadeleyle kazanılmış mevziler. Yani yürünecek yol ve mesafe hayli uzun ve meşakkatli. İki zıt uçta yer alan ve çelişkilerin öne çıktığı bu devletlerin kadın politikasındaki değişimler bize bir şeyi anlatıyor. Söz konusu kadın mücadelesi olunca diğer tüm çelişkiler bir yana bırakılıp bir uzlaşı sağlanabilir. Kadınların başkaldırısını bastırmak için ortak paydalar bulunabilir. Bu uzlaşı hali kadınların mücadelesini çevreden izole etmeye yol açabilir. Bu açıdan dayanışma ve ortaklığı öne çıkaran bir mücadele hattı oluşturmaya ihtiyaç var. Hegemonik erkekliğin kurduğu ataerki cephesinde bu biçimde gedikler açılabilir. Bir başka nokta ise kadınların yasal haklarını elde etmesi mücadelesi bu ülkeler açısından oldukça belirgin. Dünyanın başka coğrafyalarında yasal haklar mücadelesi kadınların yaşamını ve özgürlüklerinde bu kadar belirleyici değil. Ancak Ortadoğu’da önemli bir direniş mevzisi. Ancak bu hakların elde edilmesini yeterli bulmamak, yolun geriye kalanını yürümeyi göze almak gerekiyor. Aksi halde özgürlüğün çerçevesi Batının belirlediği normlar etrafında kurulur. Sistem içselleştirme politikaları ve kendi öz dinamiklerinden kopma tehlikesi de burada doğar. Bu nedenle sistem içinde yasal haklar elde etme mücadelesinin yanında uzun vadeli, çerçevesi ataerkiye alternatif bir sistem kurmaya dayalı bir direniş çizilmeli.

Dünya demokratik kadın konfederalizmi ilaç gibi!

Tunus’ta ve Berlin’de gerçekleşen Dünya Kadın Konferanslarında ortak kadın mücadelesi perspektifi ile Dünya Kadın Konfederalizmi’nin geliştirilmesi çağrısı yapıldı. Dünya Kadın Konfederalizmi’nin (kadına ve varlığına dönük dile getirdiğimiz saldırılar ve bu saldırıların yarattığı tehlikeler ışığında) kadınlar açısından önemi nedir? Dünya Kadın Konfederalizmi’nin gerçekleşmesi için şimdiye kadar ne tür adımlar atıldı ne konularda yetersiz kalındı? Kadın Konfederasyonunu gerçekleştirmek için sizin çabalarınız ve ileriye dönük projeleriniz nelerdir?

Konuya gelmek için sabırsızlanıyordum. Kadına dönük saldırıları ve mücadelelerin karşı karşıya geldiği riskleri düşündüğümde Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi ilaç gibi! Çünkü kadınların varlık ve özgürlük mücadelelerinde hiyerarşiler kurmadan, sıralama yapmadan, merkez ve çevre oluşturmadan, yaşamın tüm alanlarında kadınların ortaklığını sağlayan bir önerme. DDKK ataerkilin çoklu saldırılarına ve çeşitlenen çelişkilerine karşı kadınların tüm mücadele alanlarını devrim potansiyelini taşıyan değerde görüyor. Kadın mücadelesinin kesişimsel, dönüştüren, çoklu çelişkilerin hepsini bünyesinde barındıran özelliğine odaklanıyor. Ataerki kadınlara açtığı savaşta tüm çelişkileri bir kenara bırakıp ortaklaşıyor. Bu ittifakı dağıtacak tek güç ise farklılıklara değil ortaklıklara odaklanacak bir kadın mücadelesini örmek. Şöyle diyebiliriz; dünyada kadın mücadelesi -ismi konulmasa da- demokratik konfederalizmin diyalektiğine dayanıyor. Kadınlar dünyanın neresinde olursa olsun birbirinden haberdar olmanın, birbirinden güç almanın ve öğrenmenin bir yolunu buluyor. Dayanışma ve güç verme konusunda hızla mobilize olabiliyor. Yani çağın değişen koşulları sadece parçalamıyor. Şayet iletişim olanakları doğru değerlendirilirse kadınların birbiriyle temas kurmasını da sağlıyor. Demokratik konfederalizm ise kadın mücadelesinin bu diyalektiğini tamamlayıcılık, bütünleyicilik ve bağ kurma üzerinden daha güçlü bir enerjiye dönüştürmeyi istiyor. Yani sisteme kavuşturmak istiyor. Bunu illa bir sistem, örgüt olarak adlandırmak lazım mı? Bunları hala tartışıyoruz. Ataerkinin özünden boşalttığı kavramları geri alarak gerekirse yeni kavramlar oluşturarak bunu adlandırabiliriz. Önemli olan tartışmaya açık olmak ve bu mücadeleyi büyük bir iddiayla, bilimsel analizlerle ve aşkla bütünlüklü bir ifadeye kavuşturmaktır. Buna inancım sonsuz.

Gelelim bugüne kadar yaptıklarımıza. Aslında Kürt kadın hareketi olarak son on yılda yaptığımız her şey bu zemini oluşturdu. Kuşkusuz on yıl önce böyle bir iddiamız yoktu. Ama dünya kadınlarıyla buluşmamız, temasımız bizi bu noktaya getirdi. Kendi deneyimlerimizi, ataerkili analiz etme biçimlerimizi, bilimsel çıkışımızı yaşamsal felsefemizi dünya kadınlarıyla paylaşırken -içteki motivasyon dıştaki beklenti çerçevesinde- ortaklıklarımızın düşündüğümüzden çok olduğunu fark ettik. Farklı hareketlerin perspektifleri ve yöntemlerinden çok şey öğrendik.

Umudun yeşermesi için tartışmalar sürecek

‘Kadınlar Geleceği Örüyor’ ağının 2018’de Frankfurt’ta düzenlediği ‘Yapım Aşamasındaki Devrim’ başlığıyla düzenlenen ilk konferansta bu fikir ortaya çıktı. İkinci konferansa kadar geçen dört yıl içinde bir taslak biçiminde hazırladığımız önermemizi ulaşabildiğimiz her kadınla, hareketle, kolektifle tartıştık. Aynı zamanda kadın hareketi olarak kendi konfederal sistemimiz içinde tartıştık. Bu tartışmalarla birlikte hazırladığımız taslak yeni bir içeriğe kavuştu. Berlin’de düzenlenen ‘Bizim Devrimimiz: Yaşamı Özgürleştirmek’ başlıklı ikinci konferansta ise artık bu öneriyi yüksek sesle dillendirdik. Kadınların bu kısalar kısası zaman diliminde konuştukları, analizleri, kurduğu yakınlıklar zamanın bunu gerektirdiğini bize fazlasıyla anlattı.

Bu enerjiyi bu hedefe odaklamak gerekiyor. Bu çalışmayı örgütlemek için hareketimiz enerjisini imkanlarını bileşenlerini bu çalışmaya seferber etti. Berlin’de oluşan bu muazzam atmosferin dağılmasını istemediği için de hızla harekete geçti. Bundan sonra bu umudun yeşermesi için tartışmalar sürecek. Çalışmanın çerçevesi kısa, orta ve uzun vadede yapılacaklar, hangi zemin üzerinde yükseleceği konusunda netliğe ulaştık.  Bundan sonrası kadın yoldaşlığına dayanan ilişkiler, karşılıklı beklentilerin açıkça ifade edileceği platformlar tartışma imkanları oluşturmak ve hızla pratikleşmektir. Yani ilkesel olarak belirlediğimiz çerçevenin olabilirliğini kadınlara anlatmaktır.