İliç zehirlendi: Büyük felaketler kapıda

Erzincan’da yaşanan felaket tüm uyarılara rağmen göz göre göre geldi. DEM Parti Ekoloji ve Tarım Komisyonu Eşsözcüsü Melis Tantan, “Halkın ve doğanın yok olması pahasına yarattıkları pastadan herkes nimetleniyor. Olan halka ve doğaya oluyor” dedi.

SARYA DENİZ

Haber Merkezi- Türkiye’nin Erzincan kenti İliç ilçesinde Anagold Madencilik'e ait Çöpler Altın Madeni’nde bir felaket yaşadı. Üstelik bu felaket göz göre göre tüm uyarılara rağmen gerçekleşti. Siyanür sızıntısı ve kapasite artırımına karşı açılan dava ile daha önce de gündeme gelen madende uzmanların ve çevrecilerin sözleri dikkate alınmadı, Meclis’te gündeme getirildi ama üzeri kapatıldı. Neredeyse her yıl onlarca buna benzer madene izin verilirken, Türkiye toprakları adeta mayın tarlasına çevrildi. İnsan ve doğa rant uğruna hiçe sayıldı.  

Anagold Madencilik 2010 yılının Aralık ayından itibaren Çöpler Madeni'nde çalışmalarını sürdürüyor. Madende 13 Şubat Salı günü 14.30 sıralarında toprak kayması meydana geldi. Hacmi 10 milyon metreküp olarak hesaplanan kayan kütlenin saniyede 10 metre hızda hareket ettiği açıklandı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor. Toprak kaymasının ardından işçilerin kurtarılması ile en çok siyanür sızıntısı gündeme geldi. 

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki "Oradaki tehlikeli atıkların Fırat'a ulaşıp ulaşmadığı konusu çok önemli. Çok şükür sevindirici bir haber, şu ana kadar herhangi bir kirliliğe, korktuğumuz bir olaya rastlanmadı" açıklamasında bulundu. Bakanlık, Sabırlı ve Çöpler dereleri ve Fırat Nehri boyunca belirlenmiş noktalardan rutin olarak numuneler alındığını kaydetti. Akan malzemenin Fırat Nehri’ne ulaşmasını engellemek amacıyla Sabırlı Deresi’nin Fırat Nehri’ne ulaştığı yerdeki menfezlerin kapatıldığı belirtildi.

Daha önce siyanür sızıntısı oldu

Türkiye Gazeteciler Sendikası ise, bölgeye giden gazetecilerin acıbadem kokusu aldıklarını, bazı gazetecilerinse boğazında şiddetli yanma olduğunu bildirdi. Bu siyanüre işaretti. Sendika yetkililere, bölgedeki gazetecilerin ve kurtarma ekiplerinin sağlığı ve güvenliği için önlem almaları çağrısında bulundu.

Fırat Nehri’ne doğru kayan toprak yığınının, siyanür ve sülfürik asit ile yıkanmış malzemelerden oluştuğu ifade ediliyor. Madende 2022 yılında siyanür sızıntısı nedeniyle en üst sınırdan çevreyi kirletme cezası kesilmişti.

Patronlar tanıdık

Anagold Madencilik de Türkiye’nin tanıdığı isimler var. Şirket ilk olarak merkezi ABD’nin Denver şehrinde bulunan ve Kanada borsasında işlem gören Anatolia Minerals Development Limited’in Türkiye’de faaliyet gösteren bir alt şirketi olarak çalışmaya başladı. Anatolia Minerals, Avustralya’nın en büyük üçüncü altın üreticisi olan Avoca Resources Limited’le birleşti ve Alacer Gold Corporation kuruldu. 2009 yılında ise Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın CEO’luğunu yaptığı Çalık Holding’e bağlı Lidya Madencilik ile Anatolia Minerals’ın sahibi olduğu Alacer Gold ortaklığında Anagold Madencilik şirketi kuruldu. 2010’dan bu yana Erzincan, İliç’teki Çöpler Altın Madeni’ni işleten Anagold’un yüzde 80’i SSR Mining’e, yüzde 20’si ise Lidya Madencilik’e ait. Şirketin 13 Şubat'ta açıkladığı mali sonuçlara göre Çöpler Madeni 2023 yılında 221 bin onsa yakın altın üretimi gerçekleştirdi.

Maden daha önce de gündeme geldi

2022 yılının Haziran ayında Erzincan Valiliği siyanür taşıyan boru hatlarında meydana gelen bir arıza nedeniyle 20 metreküplük bir sızıntı yaşandığını duyurmuştu. Bunun üzerine şirketin faaliyetleri geçici süreliğine durduruldu. Şirkete 16 milyon 441 bin TL ceza kesildi. TMMOB madendeki kapasite artışı projesine verilen Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu'nun iptal edilmesi için bir dava açmıştı. Dava ile ilgili olarak, TMMOB Genel Sekreteri Dersim Gül, "Ortaya çıkan somut çevresel etkiler ve riskler göz önünde bulundurularak, bilimsel ve hukuksal açıdan birçok sorun barındıran ÇED olumlu kararının ve telafisi imkânsız zararlara neden olacağı açık olan kapasite artırımı işleminin acilen iptal edilmesi, durdurulması ve işletmenin kapatılması hayati öneme sahiptir" açıklamasında bulunmuştu.

Uyarıda bulunan diğer birlik ise Türk Tabipleri Birliği’ydi. TTB, açıklamasında "Çöpler Altın Madeni İşletmesi acilen kapatılarak binlerce ton tehlikeli atığın, liç yığınlarının, pasa dağlarının bilimsel yöntemlerle zararsız hale getirilmesi gerek" ifadelerini kullanmıştı.

‘Coğrafya maden şirketlerinin insafına bırakılmış’

Yaşanan doğa talanını DEM Parti Ekoloji ve Tarım Komisyonu Eşsözcüsü Melis Tantan ajansımıza değerlendirdi.

Maden sektörünün son yıllarda hızla büyüyen bir sektör olduğunu belirten Melis Tantan, bu alanın enerji ile lokomotif sektör olarak görüldüğüne dikkat çekti. Son yıllarda mantar gibi türeyen maden ocakları ile ilgili olarak Melis Tantan, “Daha ÇED’lere gelmeden önce verilen ruhsatlara bakarsak durumun daha da vahim olduğunu göreceğiz, her yer ruhsatlı çünkü. Şirketler ÇED vb tüm süreçleri önlerinde gereksiz bir prosedür olarak görüyorlar. Bu nedenle ya ‘ÇED gerekli değildir’ kararları çıkıyor ya da ÇED’ler olumlanıyor. Bu süreçlerin durdurulması için davaların açılması lazım ama dava süreçleri de çok uzuyor ya da hukuk tanımadan daha davalar sürerken projeler yapılmaya başlanıyor. Özetle tüm coğrafya maden şirketlerinin insafına bırakılmış, yasal düzenlemeleri dahi tanımadan koşulsuz bir talan yerine dönüşmüş durumda. Bu da yetmiyor hükümet, 12. kalkınma planında da ifade ettiği üzere yeni yasal düzenlemelerle sermayenin işini daha da kolaylaştıracak girişimlerde bulunuyor” şeklinde konuştu.

‘Riskleri şirketin bilmemesi mümkün değil’

liç’de yaşanan felaket, kayan toprak yığının siyanürle dolu olması bölgenin yaşam alanlarının, suyunun ve havasının zehirlenmesi ve büyük bir doğa kırımının yaşanması anlamına geliyor. Melis Tantan bu tabloyla ilgili şunları söyledi:

“Yaşanılanlar için ‘göz göre göre gelen felaket’ dedik. Bu riskleri şirketin bilmemesi mümkün değil; denetimlerle ortaya çıkabilmesi mümkünken hiçbir denetimde fark edilmemiş durumda. Yani bile isteye yapılan ve göz yumulan bir durum. Sermayeye sınırsız alan açma niyeti daha madenin ilk kuruluşuna izin verilmesiyle hatta yasal süreçlerin hızlıca halledilmesi için yerli ortak bulunmasıyla başlıyor. Halen daha devam eden dava süreçleri var ÇED kararlarına ilişkin bu süreçler sahte bilirkişi heyetleriyle kapatılmaya, tüm raporlar aklanmaya çalışıldı. Ne yazık ki uyarılar sadece sözde kaldı, itirazlar işletilmedi, hukuksal süreçler adil ve hızlı yürütülmedi. Bilimsellikten ve adaletten uzaklık bu sonuca neden oldu.”

‘İnsanları ve doğayı yavaşça öldürüyordu’

Bölgede yaşananlarla ilgili Çernobil benzetmesi yapılırken aynı zamanda tüm Fırat Havzası’nın tehlike altında olduğu dile getiriliyor. Tüm bunların yansıması hakkında ise Melis Tantan şu değerlendirmeyi yaptı:

“Havza gerçekten çok büyük. Sadece bu yaşanan olayın değil, öncesinden beri yani 2010’dan beri altın çıkartılan bu maden yeri hem insanları hem de doğayı yavaşça öldürüyordu. Mesela ilçede akciğer kanseri sayısının arttığını biliyoruz. Siyanürün püskürtülme yöntemi ile havaya karışarak havuza biriktirilmesi, en son siyanür borusunun patlaması ve şimdi liç yığınının kaymasının nasıl bir sonuca yol açabileceğini tam olarak öngörebilmek mümkün değil. Ancak şunu söyleyebiliriz; yörede kanser vb. hastalıkların artma riski oldukça yüksek, ağır metallerin ve siyanürün toprağa karışmasıyla tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin zamanla yok olması öngörülebilir bir şey, kuşların siyanürlü havuza düşüp öldüklerinin bilgisi var mesela bu zamanla yörede yaban hayatının da yok olacağı anlamına geliyor. Madenin etkisinin ulaşabildiği her noktada hava, toprak ve su daha da zehirlenecek ve biyoçeşitlilik azalacak. Bu yaşamın buralarda giderek zorlaşması anlamına geliyor.”

‘İnsanların hayatlarıyla oynadılar’

Bölgede maden istemeyen köylüler daha önce sık sık hedef alındı. Binali Yıldırım olay sonrası, facianın yaşandığı alanda yaptığı açıklamada Fırat Nehri'ne siyanür sızabilme riskine dair "Kimyasal ayrı bir yerde tutuluyor" iddiasında bulunmuştu. Bunun yanı sıra maden kapasitesinin genişletilmesi için geçen yıl onayın AKP İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan adayı Murat Kurum’un Çevre ve Şehircilik Bakanı olduğu dönemde verildiği öğrenildi. Melis Tantan bunlarla ilgili ise “Madenin ortaklarından birisinin Çalık Holding olduğunu söylemek lazım, iktidarla da yakınlık bakımından bu bize çok şey söylüyor. İlhan Cihaner’in savcılığı döneminde açığa çıkan şirket-AKP-Fetullahçı savcı ilişkileri de var. Binali Yıldırım saha öncesinde madene övgüler düzen konuşmalar da yaptı. Yalan üzerine kurulu bir siyasetle insanların hayatlarıyla oynadılar. Çoğu yerde AKP’nin şirketlerle açıktan ya da kapalı iş birliği yaptığını, AKPlilerin şirketlerin taşeron vs. işlerini aldığını biliyoruz. Ama yandaş olmayan diğer maden şirketleri için de aynı durum geçerli. Yani iktidar, maden şirketlerine sınırsız bir alan yaratmaya çalışıyor ve madenciliğin yarattığı ranta da ortak olmaya ve yöneticilerini/akrabalarını da buna ortak etmeye çalışıyor. Halkın ve doğanın yok olması pahasına yaratıkları pastadan herkes nimetleniyor. Olan halka ve doğaya oluyor.” diye konuştu.

‘Büyük felaketler kapıda’

Türkiye’yi bu ve benzer daha birçok felaket bekliyor.  “Siyanürlü liç yöntemiyle madencilik yapılan her yerde benzer ve daha büyük felaketler kapıda” diyen Melis Tantan, “Zaten daha önce de birçok katliamın yaşandığı yerler buralar. Sivas-Bakırtepe Uşak-Kışladağ, Gümüşhane, İzmir-Efemçukuru…. Siyanür liçi çökmese de devasa alanları yok etmiş madenler bunlar. Siyanür havuzları sadece bir membranla topraktan ayrı tutuluyor, Avrupa’da yasaklanmış bu yöntem Türkiye’de hala kullanılıyor. Siyanürle ayrıştırma aşamasına gelmeden dahi altın çıkartıp işlendikçe ağır metaller yerin üzerine çıkıp havaya karışıyor, toprakla temas ediyor” diye ifade etti.

Köyler yaşanılmaz hale geldiğini ki bunun örneklerinden birinin de Balıkesir’in Balya ilçesi olduğunu anlatan Melis Tantan “Balya, geri döndürülemez bir yıkım yaşıyor. Şimdi, 12. Kalkınma Planı’nda madenciliğin daha da genişleyeceği yazıldı, mecliste görüşülmesi ertelenen torba yasanın içinde 5 maden grubunun dördünün yasal süreçlerinin daha serbest olabilmesine yönelik düzenlemeler var. Yetmiyor yabancı yatırımcılarla yenilenebilir enerjilerde kullanılmak üzere mineral madenciliği anlaşmaları yapılıyor ki metalik maden süreçlerinden çok daha derinlerin kazılması anlamına geliyor bu. Sadece madencilik değil diğer alanlardaki riskler eklenince durum daha da vahimleşiyor” dedi.

‘Yatırımcılar için cennet’

Avrupa’da kullanımının yasak olmasına rağmen neden Türkiye’de siyanürde ısrar edildiğini sorduğumuz Melis Tantan, “Türkiye, uluslararası maden şirketlerinin kolayca yatırım yapabildiği bir ülke, hemen hemen çoğunun yerli bir ortağı var. İşgücü ucuz, daha önce bahsettiğim gibi yasal prosedürler zorlamıyor, rüşvet-iş birliği mekanizmaları açık, halk çoğu yerde örgütlü değil, Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi doğayı hak öznesi yapan yasal düzenlemeler yok. Dolayısıyla metalik madencilik yatırımcıları için adeta bir cennet” diye konuştu.

‘Her yerde karşı durmak şart’

Karadeniz, Marmara, Doğu, Türkiye’nin tüm bölgeleri bu konuda birbirinden farksız. Deprem bölgeleri bir yandan alarm vermeye devam ediyor. Melis Tantan son olarak genel tablo ile ilgili şöyle konuştu:

“İliç’te yaşanan ne ilk ne de son. Yeni termik santral üniteleri daha geçen yıl açılmaya devam edildi, Akkuyu Nükleer Santrali inşaatı giderek büyüyor, ünite ünite bitiriliyor, kıyılar, denizler, sulak alanlar tahrip edilmeye devam ediyor. Deprem bölgesi koskocaman bir ekolojik yıkım alanına dönüştü, Kürdistan’da yeni GES yatırımları verimli arazilerde devasa büyüklükte kurulacaklar, ormanlar çeşitli sebeplerle parçalanıyor…. Saymakla bitmeyecek bu ekolojik yıkımlar kümülatif olarak tüm bir coğrafyaya yok oluşu dayatıyor. Ekolojik tahribatın boyutu gün geçtikçe çoğalırken, sadece ‘kirleten öder’ denilerek şirketlere para cezası kesiliyor, bu cezalar da ödül gibi oluyor. Doğayı korumak için, uzun zaman etkisi sürecek, yeni nesilleri etkileyecek olan ve yine etkisi geniş coğrafyalara yayılan ve geri döndürülemez şekilde bir tahribata yol açan tüm faaliyetlerin ekokırım suçu kapsamında yargılanması gerekiyor. Aynı soykırımda, savaş suçlarında olduğu gibi… Önleyici ve caydırıcı mekanizmalar gerekiyor, bir parçası olduğumuz doğanın her şeyin üstünde tutulması gerekiyor. Marmara Denizi’nin canlı çeşitliliğini bitiren, Mezopotamya’yı zehirleyen, Akdeniz’i doğalgaz borularıyla yok eden, Kazdağları’nı, Karadeniz’in orman ve derelerini mera haline getiren, kırsalı enerji şirketlerinin tarlasına dönüştüren bu anlayışa her yerde karşı durmak şart bu nedenle.”