Ayla Akat Ata: Siyaset yapma hakkımızı kullandığımız için buradayız

Kobanê Davası’nda konuşan Ayla Akat Ata, “Bugün burada olmamızın asıl nedeni Anayasal hak olan siyaset yapma hakkımızı kullanmamızdır. Bu ülkenin eşit, özgür vatandaşlarının siyaset yapma hakkı vardır. Kürtler de bu ülkenin vatandaşı ise onlar da bunun içindedir. Siyaset yapma hakkımızı da tartışacaksak yine Cumhuriyet tarihine gitmemiz gerekiyor. Ben Kürt olmayı tercih ettiğim için burada kaldım” dedi.

Haber Merkezi - Aralarında Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in de bulunduğu 24’ü tutuklu 108 ismin yargılandığı Kobanê Siyasi Soykırım Davası’nın 3’üncü duruşması 6’ncı oturum ile Sincan Cezaevi Kampüsü Duruşma Salonu’nda devam ediyor. Duruşmaya alınmayarak başka salona alınan izleyicilerin tamamı avukatların mahkeme heyeti ile görüşmesinin ardından duruşma salonuna alındı.

“8 gün gözaltında tutulduk” 

Ardından duruşma salonunda hazır bulunan Rosa Kadın Derneği kurucusu ve Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Ayla Akat Ata söz aldı. Deniz Poyraz’ı anarak konuşmasına başlayan Ayla Akat Ata, “Sonradan baktık ki sanık bir gün sonra tutuklandı. Kobanê olaylarından sonra 8 gün gözaltı süresi yaşadık. Bu gözaltı süresinde 6 saat dışında bir sorgu işlemi yapılmadı, ama 8 gün gözaltında tutulduk. Bununla algı yaratmak istediler. HDP’ye operasyon yaptık algısı. Ama arkasındaki örgütleyicilerin açığa çıkması için bir yargılamanın soruşturma aşamasında başlamamış olması bizi kaygılandırıyor” dedi.

“İmralı görüşmelerinde devlet yetkilileri de vardı”

“Hazır MİT de buradayken sormak isterim” diyen Ayla Akat Ata, “Teşkilat” isimli bir diziden örneklendirme yaptı. Ayla Akat Ata, “Dizi biterken ‘uyuyan hücreler uyanacak’ diye bitti. Demek ki bir istihbarat var. Demokrasi güçleri olarak soru sormamız, bir araya gelerek varsa örgütlenen bir süreç bunun önünde bir demokrasi bloğu oluşturulması gerektiğine inanıyorum. Hedef yine bir kadın oldu” diye belirtti. İmralı Adası görüşmelerini anımsatan Ayla Akat Ata, “Görüşmede devlet yetkilileri de vardı. Öcalan'ın şöyle bir uyarısı oldu; dikkat edin kendinize. Benimle birlikte bu sürecin içinde olan herkes hedeftir. O süreçte MİT müsteşarı vardı o da hedeftir” sözlerine yer verdi. 

Dosyanın çok ciddi siyasi, bir baskı altında başladığına dikkat çeken Ayla Akat Ata, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu dosya Türkiye siyasi tarihine geçecek bir dosya. Deniz Poyraz’ın katledilmesi 9 Ocak 2013’te Paris’te 3 kadının katledilmesi gibi oldu. Bunun arkasında yatan neden siyasetin ayrımcı konuşmalarından bağımsız değil. Soylu ‘PKK bir kadın hareketidir’ diyor. Bir de HDPKK diye açıklama yaparak legal alandaki siyaseti kriminalize ediyor. Bunun açıklaması Deniz Poyraz’a kurşun sıkan, bugüne kadar sıkılan her kurşun kadınlara sıkılıyor.

“Hiçbir şey tesadüf değil”

Eğer uyuyan hücreler varsa onları uykusundan uyandıran her ne kötü niyet varsa onun karşısında da bir demokrasi blokunun oluşması gerektiğini düşünüyorum. Hayatımızda hiçbir şey tesadüf olmadı. Tıpkı Deniz Poyraz’ın katledilmesi gibi… Herkese başsağlığı diliyorum. Türkiye siyasetinde önde gelen ırkçılık ve Turancılık ismidir aynı zamanda. Irkçılık ve Turancılık davası var. Onun da tarihi 26 Nisan. 3 Mayıs bugün Türkiye'deki milliyetçi cephenin Türkçülük olarak kutladığı bir gün. Hayatımızda hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bu şekilde anlatmak istedim. Hepsi beraat etmişler, nasıl gelişiyorsa 21’inci yüzyılın Türkiye’sinde. Bizim de davamız bugüne denk geliyor.  

“Faili meçhul cinayetler hayatımızın bir parçası oldu”

Kürtlerin bugüne kadar nereye bakması gerektiğini belirten bir yol haritası var. Oda demokratik, barışçıl herkes için özgür, eşit bir yaşamdır. Bugün sadece Kürt siyasetçiler değil, Türkiye’de özgür, eşit bir yaşam olabileceğini belirten dostları da yargı karşısına çıkarıldı. Türkiye'de Ulus Devlet süreci beraberinde getirdikleriyle tartışmalıdır. Bir imparatorluk kuruldu. Bu imparatorlukta büyüten kesimler birlikte yaşamış. Türkiye’nin başına getirdikleri Ulus Devlet anlayışı ise Türkiye’yi buraya getirdi. Türkiye'de ne getirdi? 1’inci ve 2’nci Meşrutiyet’ten sonra darbe tarihi getirdi. Darbeler tarihi olmasını beraberinde getirdi. Öyle ki Türkiye'de yönetim ya darbe ya da darbeden sonra demokrasiye geçiş olarak sürmüştür. 10 yılda bir Türkiye'de siyasi darbe yaşandığı, ordunun fiziki şiddetini somutlaştırdığı günleri yaşadık. 2016 yılında darbe girişiminden bir ay sonra binlerce meslektaşımız, kamu emekçisi görevden alındı. Planlı bir süreçten söz ediyoruz. Faili meçhul olay ve faili meçhul cinayetler hayatımızın bir parçası oldu. Ardından olağanüstü hal koşullarını yaşadık. Hala da olağanüstü insan olamıyoruz.

“Cezaevi dördüncü üniversitem”

Batman’da İnsan Hakları Derneği’nde (İHD) çalıştığım süreç üçüncü üniversitem, dördüncü üniversitem de cezaevi. Hakikatin bu mahkeme aracılığıyla çıkabileceğine karşı gereken sorumluluğun üstlenmesini istedik. Geçmişe bakmanın her dönem faydalı olduğunu düşünüyoruz. Madem Ecevit 6-7 Eylül olaylarına değindi, ben öncesine bakılması gerektiğini düşünüyorum. 6-8 Ekim olayları kadar 6-7 Eylül olaylarının da günümüzde benzerlikler gösterdiğini düşünüyorum. 6-7 Ekim olayları Yassıada yargılamalarının gündemine oturmuştur. Menderes ve hükümetinin yargılandığı bu davalarda, Menderes bugünkü MİT’in davaya katılmasını istemiş ama kabul edilmediği için bu dava aydınlanmamıştır.

“Hizbullah ile ilgili aklımızda o kadar derin izler var ki”

“Hizbulkontra” diye  bir kavram var. Bizim aklımızda o kadar derin izler var ki. 1992’de Ziya Gökalp Lisesi'nden mezun oldum. Diyarbakır’da  katliamlar yaşanmaya başlanmıştı. Bizler, okulda ‘Şehit Namirin’ sloganları attık ve bir grup ‘Allah û Ekber’ dedi. Böyle cinayetler işleniyor, gazeteciler öldürülüyor, ama karşımızda ‘Allah û Ekber’ sloganları atılıyor. Çok geçmeden çatışmalar yaşandı. Hizbullah'ın faili meçhul cinayetleri, Diyarbakır’da insanları kaçırmakla başladı. Hizbullah’ın hedefinde çoğunlukla Özgür Gündem ve devamında gelen gazete ve dergilerin çalışanları vardı. Gazetelerin satıldığı bayilere de saldırdılar. Hizbullah yargılamalarındaki  iddianamelerde ‘terör organlarına tepki olarak çıkan bir fiildir’ diye bir ifade kullanıldı. Bu iddianame çatısı altında da olsa meşru görme arayışıdır. Ama bu böyle devam etmedi. Mehmet Ağar’ın Meclis’teki ifadesi var. ‘Polisler PKK’lilere 1 bardak su verirken Hizbullah’a 2 su bardak vermiş olabilir.’ Bu da Hizbullah'a ilişkin düşüncelerine yönelik başka bir gerçekti. Hizbullah'a yönelik operasyonlar 2020 yılına kadar devam etti.

“Kürt olmayı tercih ettiğim için burada kaldım”

Bugün burada olmamızın asıl nedeni Anayasal hak olan siyaset yapma hakkımızı kullanmamızdır. Bu ülkenin eşit, özgür vatandaşlarının siyaset yapma hakkı vardır. Kürtler de bu ülkenin vatandaşı ise onlar da bunun içindedir. Siyaset yapma hakkımızı da tartışacaksak yine Cumhuriyet tarihine gitmemiz gerekiyor. Ben Kürt olmayı tercih ettiğim için burada kaldım. Türkçe bizim ortak dilimizdir ama asıl sorun kendi dilimizin inkar edilmesidir. Öğretmenim ‘Zazaca konuşma’ demişti diye ben annemle Zazaca konuşmaya utanıyordum. Sadece nenemle konuşurdum. Bu konuyu parlamentoda da dile getirmiştim. Kürtler siyah, Türkler de beyaz derili değildir. Böylesi bir ayrıştırma olamaz. Êzidîler dışında tutulursa Kürtler ve Türklerin inançları da birdir. Ya Sünni ya da Alevi’dir.

“Tek tipleştirmenin bu ülkeye faydası yok”

Kürt sorununun başka bir yöntemle halledilmesi gerektiğini dile getiren liderler de vardır. Bunlardan en önemlisi Turgut Özal’dır. Özal, bu konuda yasa çıkarmak için bir girişim başlattı. Bu kanunla Kürtçenin sokaklarda konuşulması yasallaştı. Kürt sorunu Ortadoğu sınırlarına kadar yayıldı. Biz ‘Türkiye partisiyiz’ diyoruz ama karşımızdakiler öyle olmadığını söylüyor. Tek tipleştirmenin bu ülkeye bir faydası yok. ‘Siz Türkiye partisi değilsiniz’ sözüne neden olan tek şey bizim Kürt sorununu dile getiren, bu amaçla siyaset yapıyor olan tek parti olmamızdır. Kürt sorunu iç ve uluslararası sorun olarak ele alınmalıdır. Kürt sorununun demokratikleşme sorunu olarak görülmesinin önünü kapatmışlardır. HEP’ten HDP’ye kadar gelen bir siyaset geçmişimiz var. Bu süre içinde siyaset yapma hakkımızı kullandık ve bu hakkın bize verdiği imkanları kullanarak taleplerimizi dillendirdik.

“Özerklik olacaksa herkes için söz konusu”

Kürt sorununun demokratik çözümü talebi dışında, statü talebi de öncelikli taleplerimizden. Biz parlamentoda da demokratik özerklik talebimizi de dile getirdik. Özerklik talebi 1921 Anayasası'nda yer alan bir taleptir. Cumhuriyetin ilanıyla bu madde değiştiriliyor. Değiştirilen madde özerklik tanıyan maddedir. Biz ağaya, beye özerklik istemediğimiz için ‘demokratik özerklik’ dedik. Bizimle birlikte o topraklarda yaşayan  Türkmenler, Azeriler  var. Özerklik olacaksa herkes için söz konusu olması gerekir.

“Özerklik talebimiz sadece Kürtler için değil”

Demokratik Toplum Kongresi  (DTK) tarafından 2 yıl önce hazırlanan “Demokratik Özerklik” kitapçığı suç sayılarak iddianamede yer aldı. Neden Demokratik Özerklik? Özerklik talebimiz sadece Kürtler için değil. Türkiye Osmanlı mirası üzerine kurulmuş genç bir Cumhuriyet. Bu nedenle bu talep ne etnik ne de toprak temellidir. Ama yetki devri öngörür. Diğer taleplerimiz ise Anayasal vatandaşlık, parlamenter sistemin güçlendirilmesi, Kürt halkına statü ve laiklikti. Dönemin HDP Eş Genel Başkanlarının 6-8 Ekim 2014’te yaptığı ittifak çağrısı da iddianamede yer aldı. Yeniden ittifak geliştirme çağrısında bulunuldu.

“Kürt ve Türkler arasında ittifak protokolleri var”

Tarihte de bu ittifakların örnekleriyle karşılaşıyoruz. Malazgirt Savaşında ve Birinci Dünya Savaşında yaşanan ittifaklar var. 1921’de imzalanan Kürt ve Türkler arasında ittifak protokolleri var. Erzurum ve Sivas Kongresi ile Amasya Protokolü’nde geçen sözlerde de ittifak vurgusu var. Etnik bir vurgu yer almamıştır. DAİŞ’in Suriye’ye saldırmasının ardından Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması sürecini hatırlayalım. Bunun Kürt ve Türk halkının geliştirmiş olduğu önemli bir ittifak olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyet öncesi 13, Cumhuriyet sonrasında ise 16 Kürt isyanı kayıtlara geçti. Süleyman Demirel'in deyimiyle PKK, 17’nci isyan olarak ortaya çıkıyor. Kürt meselesi Osmanlı İmparatorluğu dönemi boyunca özerklik talebiyle gelişerek bu günlere kadar gelmiştir.

“HEP’ten HDP’ye çok sayıda parti kapatıldı” 

Cumhuriyet öncesi ve sonrasında yaşanan Ağrı, Zilan, Şeyh Sait, Sason, Dersim gibi isyanların ardından yargılamalar başlatıldı. En büyük yargılamalar da İstiklal Mahkemelerinde olmuştur. Bugün bizim yargılandığımız gibi. İddianamede yer alan iddialarla ilgili açılan başka dosyalardan zaten yargılanıyoruz. Bu dosyaya neden eklendiğimizi anlamak mümkün değil. Bu davayla birlikte bir de HDP kapatma davası açıldı. Bunların hiçbiri siyasi saiklerden bağımsız değerlendirilemez. Biz ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra militan demokrasi kavramıyla karşılaşıyoruz. Cumhuriyet kurulduktan sonra iki şey tehlike olarak görüldü. Birincisi İslami gelenekten gelen partiler, ikincisi ise Kürt sorununun çözümünü demokratik, barışçıl yöntemlerle programına koyan partiler. Biz de Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünü programına alan bir partiyiz. HEP’ten HDP’ye kadar çok sayıda parti kapatıldı ya da kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu süreci aşmak mümkündür. Eğer Türkiye’deki yasalar düzenlenirse Türkiye’deki partilerin kapatılma eylemi ve söylemi olmayacaktır.

“Kadın ve çocuklara Ortaçağ karanlığını yaşattılar”

Davanın ismi Kobanê davası ancak dosya 3 Ağustos 2014’te DAİŞ’in Şengal'e saldırısıyla başladı. Êzidîler sınırlar dolayısıyla birbirinden kopmuş, inançları nedeniyle yerlerinden edinmiş ve katledilmiştir. Çoğunlukta oldukları tek yer Şengal ve Başika’dır. Êzidîler ‘Xweda’ diye adlandırdıkları sonsuz bir tanrıya inanırlar. Êzidîler 74 kez ferman ve fetvalarla katliamlara maruz kalmıştır. 2014'te gerçekleşen 74’üncü katliamda İslam’a göre dokunulmazlığı olan kadın ve çocuklar satılmış, tecavüz edilmiştir. Bunlar İslam ve cihat adına yapılmıştır. Oradaki kadın ve çocuklara Ortaçağ karanlığını yaşattılar.

“Direnen bir kadın coğrafyası var”

Dününü bilmeyenin bugünü doğru yaşaması mümkün değildir. Bize bu mücadeleyi devreden kadınlarla başladık. Lider kadınlar vardı, uçurumdan kendini atan kadınlar, dört duvar arasında olmayı kader sanan kadınlar. Meryem Xan ile karşılaştım, Osmanlı Rus savaşında Kara Fatma ile karşılaştım. Yakın tarihte birçok kadın figürü vardır. Bir Newroz gününde kendini yakan Rahşanları andığımızda ‘Neden bunları anıyorsunuz?’ dediler. Kendini uçurumdan atan kadınlarla coğrafyamızın gerçeğinden söz ediyorum. O tarihten bugüne kendini uçurumdan atan, kendi gerçeğini teslim etmemek için direnen bir kadın coğrafyası var. Kadın bedeni “namus” olarak algılanmasını yıkmak için 2000’lerin sonunda bir kampanya başlattık. “Kimsenin namusu değiliz. Namusumuz özgürlüğümüz” dedik. Bunu erkeklere anlatıyoruz. Her yerde anlatıyoruz. Biz bu tabuları yıkacağımızı biliyorduk. Yıktık ve “kimsenin namusu olmayacağız” derken özgürlüğümüzün kimsenin olmayacağını anlatmaya çalıştık.

“HEP’ten HDP’ye kadınlar siyasette yer aldı”

Siyaset erkek işi olarak görülüyor. HEP’ten HDP’ye kadınlar siyasette yer aldı. Siyaset erkek işi olarak görülebilir ama bu demek değildir ki kadınlar bu dili değiştirmeyecek. HDP parlamentoda bir kadın grubu oluşturdu. Bu gururu da halkımız bize yaşattı. HDP’ye kadar da kadınların siyasette aktif yer alması devam etti. Sadece kadınların siyasi partilere katılım oranları da değil ideolojik olarak da etkisi olmuştur. Dolayısıyla 1990’lı yıllarda kurulan partilere kadın konusunda Kürt hareketinin doğrudan ya da dolaylı olarak etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.

“Kadın yoğunlaşmam Sayın Öcalan ile başladı”

Kadın özgürlük konusundaki ilk yoğunlaşmam, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Türkiye’ye getirildikten sonraki “kadın özgürlük meselesine” dair yoğunlaşması ve sözleriydi. Yoğunlaşmam, Sayın Öcalan’ın materyaller konusunda katkı sağlamamı istemesiyle başladı. Öcalan’la Türkiye’ye getirilmeden önce yapılan röportajlarda, kendisine sorulan, “Kürdistan'ın özgürlüğü mü kadınların özgürlüğü mü” sorusuna o an hiç düşünmeden “kadın özgürlüğü” diyor. Bu konuda beni düşünmeye iten kendimi tanımaya iten gerçekliğin arkasında Sayın Öcalan’ın sunmuş olduğu kadın özgürlükçü perspektif var.

“Devletin ideolojik baskıları ortada”

Partinin kadın yaklaşımı, HADEP’in 2000’li yıllarda gerçekleştirdiği kongreyle önemli bir adım attı. Bu kongrede kadın ve gençliğin kendi kollarını kurabilecekleri ve özerk olarak tanımlanması kararı alındı. Ama siyasi partide kadın olmanın temel sorunları vardır. Sıfat ne olursa olsun yerinizden vazgeçtiğinizde karşınızdaki ile çatışıyorsunuz. Kadınların mücadele içerisinde olmaya zorlayan koşullar ortada iken devletin ideolojik baskıları da ortada. Bütün kadın çalışmaları illegalize edilebiliyor. Kadın toplantıları son dakikaya kadar dinlendiği halde yargıya taşınabiliyor. Böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

“En büyük kazanımımız eşbaşkanlık”

En büyük kazanımımız eşbaşkanlık sisteminin fiilen uygulanmasıdır. Dünyanın hiçbir yerinde eşbaşkanlık sistemi kriminalize edilmemiş, ’terör’ kavramı kullanılmamıştır. Ama bizim ülkemizde durum budur ‘terörle’ yargılanıyoruz. Çok ağır bir bedel ödüyoruz. Bu eşit temsiliyetteki ısrarımızın cezaeviyle son bulduğu halidir. Dünyanın hiçbir yerinde eşit temsiliyet iddiası kriminalize edilemez. Devleti yürüten akla ne zararı var? Ne gizli yürütülen bir çalışmadır ne de gizli kapaklı kararlar alınmıştır. Hepsi kamuoyuna açıktır.

“Çözümün mimarı olarak Öcalan’ı görüyoruz”

2012’de ve 2017’de yaptığımız çağrı Öcalan’ın özgürlüğü içindi. Öcalan’a özgürlük istediğimiz için hala yargılanıyoruz. Van ve Ağrı’daki iddianameye taşınan ve Diyarbakır’da yargılama nedeni olan yine Öcalan'ın özgürlüğüne ilişkin çağrı kampanyasıdır. Çözümün temel mimarı olarak Öcalan’ı görüyoruz. Sadece ben değil milyonlar Öcalan'ın çözüm sürecinin baş mimarı, müzakerecisi olarak görüyor. Öcalan 1999’a kadar PKK lideriydi ama 1999’dan sonra halkın lideri oldu. Onun avukatlığını yaptıktan ve düşüncelerini öğrendikten sonra ben de onu lider olarak kabul ettim. Bu kampanyaları yapmak mitingleri yapmak kolay değildi ama biz yasal hakkımızı kullandık. Çözüm müzakerecisi, baş mimarı olarak gördüğümüz Öcalan’ın özgürlüğünü istediğimiz için irademizi ortaya koyduk. Çözüm mümkündür. Şiddet dışında denenmiş ve çözüm alınmış tek yöntem müzakere olmuştur. Benim için de en kutsal olan çözüm sürecidir. Diyalog önemlidir.

“Çözüm sürecinin ardından yıkımla karşılaştık”

Çözüm sürecinin bitmesinin ardından bir yıkımla karşı karşıya kalındı. Van ve Ağrı kampanyasında canlı kalkan olmak istediğimizde “biz varız, bırakın, söze kıymet verin” dediğimizde bunun bedelini ödemeye hazır olduğumuzu ve yargıya taşınacağını biliyorduk. Diyarbakır’da canlı kalkan eylemlerinden kaynaklı yargılanıyoruz. Kobanê davasında ANF dosyası Ayla Akat Ata ismi yazılmış ve ne bulmuşlarsa dosyaya konulmuş. Bu açıklamalarımızdan kaynaklı yargılanıyoruz. 100’ün üzerinde soruşturmada ifade verdim. Yargılandım, beraat ettim, dosyada ‘kovuşturmaya yer yok’ denildi. Suç unsuru olan bütün tweetlerim yargı konusu oldu. Kobanê’ çağrısına ilişkin bir şey bulunmadı. Bu dosyaya konulan bütün suçlardan yargılanıyoruz zaten. Diyarbakır’da ana dosyam olan ve Kobanê dosyasına konulan konusu, içeriği hatta tarihi aynı olan dosyaların iddianamede çıkarılmasını talep ediyorum.

“Kobanê sürecinde acımızı ortaklaştırabildik”

Suruç ve Batman’da bir Kobanê şehitliği var. İlk defa savaş gerçekliğiyle bu kadar temasım olmuştu. Resmi anlamda devletin bir ittifakı olmadı ama hem Süleyman Şah Türbesinin yerinin değiştirilmesi hem de sınırların açılması bunlar adı konulmamış ittifaklardı. Aynı zamanda Türkiye'nin birçok yerinden insanlar geldi. Hep bir ağızdan IŞİD’in yapmış olduğu zulmü kınadı. Kürt halkıyla dayanıştı. Kobanê sürecinde biz acımızı da ortaklaştırabildik. Bu acının tarafı Kürtler olduğunda ortaklaşma bizler açısından her boyutuyla çok önemli ve anlamlıydı. Bugün olsa ben yine soluğu Suriye sınırında alırdım ve IŞİD'in vahşetini kınardım.

“Kimseye zarar verecek bir tarafta olmayız”

6-8 Ekim eylemleri sırasında uğradığım saldırıdan dolayı suç duyurusunda bulundum. O gün ölebilirdik. Provokasyon arıyorsanız  ‘gelin leşinizi alın’ diyenlere bakabilirsiniz. Bunların yargılanması gerekiyor. Benim saldırıya uğradığım yerde, basına düşen haberler vardı. Arabalar durarak bir mekana götürüyorlar, bu mekanda silahların olduğu belirtildi. Bu silahları kim temin etti. Bugün olsa da, Kobanê’de yaşayan sürece karşı sayısız çağrımız var ama arkasında gelişenler bir plan ve tasarıdır. Kimseye zarar verecek bir tarafta olmayız. Bir çatışma süreci bitsin istedik. Saldırı yaptırılan şahıs ‘akli dengesi yerinde değil’ diye cezasız bırakıldı.

“Sayın Öcalan’ın olayları durdurduğu bir mektup var”

Batman’da silahlı saldırıya maruz kalmama rağmen ‘müşteki’ olarak dosyada bana yer verilmedi. Bize reva görülen ‘müşteki’ bile olamazsınız. Bize bunu söylüyorlar. Sadece partimizin sağduyu çağrıları değil, Sayın Öcalan’ın olayları durdurduğu bir mektup var. Sayın Öcalan’ın mektubu kamuoyu ile paylaşıldığı için mutlaka dosyaya girilmesi gerekiyordu. Ama dosyada görmedik. Mücadele etmeye devam edeceğiz, cezaevindeyiz ama teşkilatlarımız da  çalışan binlerce insan var. Yeni bir süreçten söz etmiyoruz, değerlerden söz ediyoruz. Bunlar bir anda son bulmayacak."

Ayla Akat Ata’nın savunmasının ardından duruşmaya yarına kadar ara verildi.