‘Yağma haberleri ile fitnenin yayılmasını sağlayacak tehlikeli bir kapı açıldı’
İnsan Hakları Savunucusu Fatma Bostan Ünsal ile depremin ardından yaşanan genel tabloyu ve ayrımcılık dilinin ortaya çıkardığı fotoğraf üzerine konuştuk.
SERPİL SAVUMLU
Haber Merkezi- Kentleri yıkan Mereş merkezli depremlerin ardından günler geçti ama bıraktığı şok hala atlatılamadı. Bina enkazlarının altında kalan insanlar kurtarılmayı beklerken, yakınları o enkazların başında nöbet tuttu. Yapılmayan arama kurtarma çalışmaları, gelmeyen yardımlar, soğukla cebelleşen insanlar, kaybolan çocuklar, yağma iddiasıyla katledilenler… deprem bir çok şeyi aynı anda gösterdi.
İnsan Hakları Savunucusu Fatma Bostan Ünsal ile deprem sonrasında yaşananları birkaç başlıkla konuştuk. Hayat tarzları çok farklı olan insanların deprem bölgesine kurtarma çalışmaları ve yardım için koştuğunu belirten Fatma Bostan Ünsal, bu ortamın Türkiye’de var olan kutuplaşmanın şiddetini azaltacak bir fırsat sunduğunu ama bunun değerlendirilemediğini söylüyor. Fatma Bostan Ünsal, öte yandan yağma haberleri ile fitnenin yaygınlaşmasına yol açacak çok tehlikeli bir kapının aralandığını ifade ediyor.
‘Sorumluluk başkalarının üzerine yıkılıyor’
*Deprem bölgesinden insan hafızasının kabul edemeyeceği görüntüler geldi. Yıkıntılar, kadınlar, çocuklar… hiçbir kural tanımaksızın yapılan binalar… genel tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugünkü görüntülerin bir benzerini çok da uzak olmayan bir geçmişte 1999 Adapazarı depreminde yaşamıştık. Bu deprem sonrasında inşaatların nasıl yapılması gerektiği ile ilgili olarak mevzuat değişmişti ama bu depremde yaşadıklarımız yapıların mevzuata uygun olarak yapılmadığını çok açık olarak gösterdi. Toplumsal etkiye sahip herhangi bir konu ile ilgili değişiklik ancak, kamu otoriteleri, işi yapanlar ve kullanıcı üçlüsünün işbirliği ile mümkündür.
Böyle bir konu ile ilgili başarılı örnek, kapalı alanlarda sigara içilmesinin neredeyse tümüyle ortadan kalkmasıdır. Kamu otoritelerinin bu sorumluluğunu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, yıkılan binaların %98’inin, 1999 öncesinde yapıldığı iddiası da göstermektedir. Ebette bu durumdan sadece kamu otoriteleri sorumlu tutulamaz, yapıları yapan müteahhitler ve yapı sahiplerinin de bu felakette sorumluluğu vardır. Bu itibarla kamuoyunda daha ziyade müteahhitlerin sorumlu tutulması ve onların tutuklanması aslında sorumluluğu başkalarının üzerine yıkmadır, sorunu gelecekte çözme önünde engel olacaktır. Ayrıca “imar barışı” teklifinde de görüldüğü gibi kamu otoritesinin “mevzuata uygun yapı yapılmasını” temin etme hususunu hiç önemsemediğini göstermektedir. Yapı ile ilgili mevcut yetkisini ücret karşılığında devretmek ister gibi görünüyor.
Halkın tek kalması büyük şok oluşturdu
İkincisi ilk günlerde kamu kurumu olan AFAD’ın kendisinin müdahalede gecikmesi ayrıca kendi kendine çabucak müdahale etmek için harekete geçen sivil inisiyatifleri de engellemesi, halkın ilk iki gün mevsim şartlarının da ağırlığı ile hem göçük altında kalan yakınlarını çıkarmada hem de varlığını sürdürmesinde tek başına kalması büyük bir şok oluşturmuştur. Ayrıca yine AFAD’ı etkin bir kurum olarak öne çıkarmak için geleneksel olarak bu tür doğal afetlerde görmeye alışkın olduğumuz Kızılay’ın ve ordu mensuplarının acilen müdahale edememiş olması da bu depremde yaşadığımız olumsuzluklardandır.
‘Sorgulamayı önlemek adına dolaşıma sokuldu’
*Deprem ‘Kader Planı’ söylemi ile dini hassasiyetler üzerinden tartışılıyor. Bu söylem genelde her olayda insanların önüne getiriliyor. Sizce neden… nasıl yorumluyorsunuz?
Bu yaşananları “kader planı” olarak görmek, yaşananlarda kendisini sorumlu görülmesini önlemek için hükümet çevreleri tarafından ileri sürülen bir iddiadır. 1999 Adapazarı denkleminde “devlet çöktü” diyerek eleştirel tutum alan muhafazakar/yandaş basın bu dönemde iktidar çevreleri ile yakın ilişki nedeniyle “asrın depremi” diyerek olayı büyütmek ve yetkililerin sorumluluğunu küçültmeye çalışmaktadır. Kader mevzusunda bu iddiaları en güzel şekilde eleştiren İslamcılık düşüncesinin öncülerinden Mehmet Akif Ersoy’un mısralarıdır bence: “Kadermiş, Haşa, bu söz değil doğru, Belanı istedin Allah da verdi doğrusu bu”. Yine İslam tarihindeki Kerbela faciası gibi siyasi olaylar neticesi ortaya çıkan “kader” üzerindeki bazı kabullerin bu günlerde de sorgulamayı önlemek üzere yaygın dolaşıma sokulduğunu söyleyebilirim.
‘Kutuplaşmanın şiddetini azaltacak bir fırsat’
* Bugün deprem alanlarında kurtarma çalışmaları sırasında da sıkça tekbir sesleri duyuyoruz. Kişiler enkazdan çıkarılırken kimi sağlık ve psikolojik sebeplerle sessiz kalınması istenirken neden bu ısrar…. Deprem alanından ne gösterilmeye çalışılıyor?
Kurtarma çalışmaları sırasında canlıların bulunması ve çıkartılması esnasında etraftaki insanlar seviniyor, alkışlıyor, heyecan duyuyor bazıları da tekbir getiriyor diye düşünüyorum. Mucizevi bir durum olduğunda şaşkınlık ve sevincin tekbirle dile getirilmesi esasında çok garip karşılanmaması gereken bir durumdur. Tekbir gibi dini sloganların kamusal hayatta uzun süre pek görülmemesi nedeniyle garip karşılanıyor ama özellikle dini referanslı gruplar için sevinç belirtmek üzere tekbir getirmek çok sıradan bir durum. Ama tabii sessiz olunması gereken bir durumda bu tutumdan kaçınılması gerektiği çok açıktır.
İdeolojik aidiyetleri, hayat tarzları açısından çok farklı gruplar depremde hem kurtarma hem de yardım için bölgeye geldiler. Aslında bu ortam, farklı grupların aynı amaçla bir araya getirmesi nedeniyle Türkiye’de var olan kutuplaşmanın şiddetini azaltacak altın bir fırsat sunuyordu ama bu fırsat değerlendirilemedi diye düşünüyorum.
‘Esas sorumlu güvenlik bürokrasisi’
*Deprem kentlerinden sürekli olarak yağmalama gasp haberleri servis ediliyor. Bu haberler de mülteciler daha çok Suriyeliler hedef alınıyor. İddia edilen kişilere işkence görüntüleri yayınlanıyor. Yaşamını yitirenler oldu. Bu durum nasıl tehlikeler barındırıyor? Bu kişilere adres gösterme meselesinin kastı ne olabilir?
Varlık sebebini sığınmacı düşmanlığı üzerine bina eden bir parti lideri ve bu söylemi benimseyen çok yüksek oranda insan bu süreçte “yağma” olayları üzerinden halkın bütün öfkesini ve kızgınlığını bu alana yöneltti. Bu tür olaylar sırasında her zaman yağma olayları olur, 1999 depremi sırasında da kadınların bileziklerini almak için ölmüş kadının bileğini kesme gibi vahim olaylara şahit olmuştuk. Hatırlanacağı gibi o zaman, bütün bu suçları üzerine atacağımız hiç Suriyeli yoktu Türkiye’de.
Hükümetin çok geç ve yetersiz müdahale etmesi nedeniyle üzgün ve öfkeli depremzedelerin öfkesinin bu şekilde “yağmacılara” yönelmesi başlangıçta idare tarafından müsamaha ile karşılanmış da olabilir. Deprem bölgesinde geçerli olacak OHAL ilanının mazereti olarak da bu olaylar gösterilmek isteniyor. Ama güvenlik bürokrasisinin “yağma” olayına müdahale etmesi için OHAL ilanına gerek olmadığı açıktır. Bu akıl yürütmeye göre, OHAL kapsamında olmayan diğer illerde “yağmaya” engel olunamaz gibi yanlış bir hüküm çıkar.
Esasında yağma olaylarını engelleyecek olan güvenlik bürokrasisidir. Vatandaşların bu tür olayları önleme bahanesi ile devreye girmesi sizin de dediğiniz gibi çok ciddi bir suçun işlenmesine, ölümlere yol açtı. Ayrıca şiddetin yanlış kişilere, mesela depremzedelere veya yardıma gelmiş kişilere yönelmesine yol açtı. Bu da son derece zor koşullarda yaşayan, üzüntülü, öfkeli insanların kolaylıkla şiddete yönelmesine, fitnenin yaygınlaşmasına yol açacak çok tehlikeli bir kapının açılması anlamına gelmektedir. Burada esas sorumlu olan işini yapmayan güvenlik bürokrasisidir ve bu kuruma sorumluluğunu hatırlatmak en öncelikli tedbir olacaktır.