Süveyda’da zorunlu göçün en ağır yükü kadınların omuzunda
Temmuz ayındaki saldırı sonrası harabeye dönmüş yapılara sığınan Süveydalı kadınlar, soğuk, susuzluk, hastalık ve mahremiyetsizlikle boğuşuyor.
ROCHELLE JUNİOR
Süveyda - Geçtiğimiz Temmuz ayının ortasında Suriye’nin Süveyda kentinde yaşanan şiddetli saldırının ardından, özellikle kentin batı ve kuzeydoğu köylerinde yaşanan zorunlu göç dalgaları sonucunda, binlerce kişi kendilerini yaşam koşullarının asgari düzeyine bile ulaşmayan geçici barınaklarda buldu.
İnşaat aşamasının henüz başında olan, sadece çamur ve yıpranmış sütunlardan ibaret bu yapılarda ne mahremiyet sağlayacak kapılar, ne de soğuğu engelleyecek pencereler bulunuyor. Tamamlanmamış duvarların arasında ve çadırlarda, bir gecede güvenli ve istikrarlı evlerini kaybedip askıya alınmış bir hayata savrulan kadınların sesi yükseliyor. Artık istikrar bir hayal, mahremiyet ise tamamen kaybedilmiş bir lüks haline gelmiş durumda.
Bu koşullar içinde en ağır yükü kadınlar taşıyor. Mahremiyetin yokluğu, istikrarsızlık, çocukların eğitimi ve sağlığına dair bitmeyen kaygılar arasında kapasitenin çok ötesinde bir hayatla karşı karşıyalar. “Hazır binalar” olarak bilinen yapılarda yaklaşık yirmi ailenin zor koşullarda yaşadığı bu yerlerdeki kadınlar tanıklıklarını ajansımıza anlattı.
‘Kanalizasyon, su, elektrik hiçbir şey yok’
Yokluk içinde mücadele eden kadınlardan biri olan Büseyne Sa'b, “Evlerimizden zorla çıkarıldığımızda ulaşabileceğimiz başka bir yer olmadığından yarım kalmış bir binaya geldik. Buraya ‘hazır konutlar’ deniyor ama ne kapı var ne pencere. Naylondan perdeler yaptık ve kış başladığında durumumuz çok kötüleşti. Isınma yok, iki çocuğum var ve ne sobam ne mazotum var. Çocuklarımı okula gönderemiyorum. Kanalizasyon, su, elektrik hiçbir şey yok. Suyu makaralarla yukarı çekiyoruz. Kızılay’ın sağladığı su deposu yetmiyor” şeklinde konuştu. Büseyne Sa'b, soğuğun dayanılmaz olduğunu belirterek “Hava çok soğuk ve penceresiz duvarlar hiçbir şeyi engellemiyor. Acil yardıma ihtiyacımız var. Burası yaşanabilir değil. Göç etmeden önce hayatımız istikrarlıydı, şimdi ise hiçbir şeyimiz yok” dedi.
Çok boyutlu bir kriz
Duveyre köyünden iki çocuğuyla birlikte göç eden Kenda Azzam, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Evimizden çıktığımızda geri döneceğimizi sanıyorduk. Bir-iki gün sürecek sandık ama geriye dönemeden buraya sığındık. Tamamlanmamış, kapısız, penceresiz bir bina… Mahremiyet yok. Barınak sağlamak için gelir kaynağımız olan servis aracını satmak zorunda kaldık.”
Su kıtlığı yaşandığını ifade eden Kenda Azzam, “Kızılay’ın deposu beş katlı binadaki dört daireye yetmiyor. Yaklaşık yirmi aile yaşıyor burada. Beslenme kötü, hastalıklar yaygın. Akrabam hepatit oldu, kalp ve şeker hastaları var” diye konuştu. Yaşamını “çok zor” diye tanımlayan Kenda Azzam, eşinin sınırda nöbet tuttuğunu belirterek “Hem anne ham de babayım. Çocuklarımın günlük ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağımı bilmiyorum” dedi
‘Ne bir yatak ne de oturacak bir sandalye var’
Rime Hazem köyünden hemşire Afaf el-Kutayni ise binanın tamamen hizmet dışı olduğunu söyleyerek “Çatıdan su sızıyor, kıyafet ve ısınma yok. Elektrik yok, su var ama yetersiz. Tuvaletler, kanalizasyon, hatta gaz tüpü bile yok” şeklinde konuştu. Çocuklarını hastalıklardan korumak için akrabalarının yanına göndermek zorunda kaldığını dile getiren Afaf el-Kutayni, “Odamıza yağmur suyu akıyor. Pencere, kapı, temel yaşam gereçleri yok. Sağlık sorunlarım var ama ne doğru düzgün bir yatak ne de oturacak bir sandalye var. Hepatit ve grip yaygın, ilaç yok. Biz toplumun yarısıyız. Kadını desteklemezseniz aile çöker, toplum da çöker” diye ifade etti.
Soğuk, yarım kalan duvarlar, mahremiyetin yokluğu ve temel hizmetlere erişimin neredeyse sıfır olduğu bu binalarda Süveydalı kadınlar, göç öncesi hayatlarıyla kıyaslanamayacak kadar zorlu bir gerçekliğe sürüklendiklerini dile getiriyorlar. Bu durum, insan haklarının en temel unsurları olan güvenlik, uygun barınma, eğitim ve sağlık için acil müdahale gerekliliğini gözler önüne seriyor.