Mühendis Zhekavan: Qalqala Saqiz altın madeni sağlığı tehdit ediyor
Qalqala Saqiz altın madenindeki faaliyetlerin ekolojik ve halk sağlığı açısından ciddi riskler oluşturduğunu belirten Mühendis Zhekavan, siyanür ve ağır metallerin su ve toprak kaynaklarını kirleterek ciddi hastalıklara yol açtığına dikkat çekti.
					ŞİLAN SAQIZÎ
Saqiz – Saqiz’in Qalqala bölgesinde yürütülen altın madeni faaliyetleri, Rojhilat genelinde çevresel, ekonomik ve sosyal alanlarda derin etkiler yaratan doğal kaynak sömürü sürecinin bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bölgede endüstriyel yöntemlerle ve yoğun madencilik projeleri kapsamında altın ile diğer minerallerin çıkarılması, biyolojik çeşitlilik, toprak ve su kalitesi ile bölge halkının genel sağlığı üzerinde ciddi tehditler oluşturmuş durumda. Bunun yanı sıra, bu madencilik projeleriyle ilişkili ekonomik ve yönetsel mekanizmalar, şeffaflık, hesap verebilirlik ve yerel halkın karar süreçlerine katılımı konularında önemli soru işaretleri doğuruyor. Röportajımızın ikinci bölümünde Mühendis Zhekavan, çevresel tehditlerden halk sağlığı üzerindeki etkilerine, ekonomik sorunlardan insan hakları ihlallerine, kamuoyu tepkilerinden geleceğe dair beklentilere kadar bu çok boyutlu süreci detaylı biçimde değerlendiriyor.
*Bölgedeki halk sağlığı tehditleri ile çevresel ve ekosistem üzerindeki etkiler dikkate alındığında, Qalqala Saqiz altın madeninde yürütülen madencilik faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran İslam Cumhuriyeti'nin merkeziyetçi ve kar odaklı politikaları çerçevesinde, madenler ulusal kaynaklar ya da halkın serveti olarak değil, çıkarma ve kontrol araçları olarak kullanılmıştır. Saqiz kentindeki Qalqala altın madeni bu anlayışın en belirgin örneklerinden biridir. Burada insanlara ve doğaya yönelik süreçler, minimum şeffaflık, minimum hesap verebilirlik ve maksimum maliyetle maksimum sömürü mantığı üzerine kuruludur. Bu madenlerin yönetimi genellikle Devrim Muhafızları, Şasta, paramiliter yapılar ve özel şirketlerin elinde bulunmaktadır. Bu durum, bağımsız çevre araştırmalarını ve yerel toplumun karar alma süreçlerine katılımını tamamen ortadan kaldırmıştır. Siyanür ve asit kullanan, ayrıca yakındaki su kaynaklarına zehirli atıklar boşaltan maden, bölgedeki halk sağlığı, toprak, yeraltı suları ve biyolojik çeşitlilik için doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır.
Çevre köylerde kanser, cilt hastalıkları, solunum problemleri ve kısırlık vakalarının artışı, madencilik faaliyetlerindeki yoğunlaşmayla paralellik göstermektedir. Ayrıca hayvan otlatma alanları, tarım arazileri ve hatta içme suyu kaynakları kronik ve geri döndürülemez bir kirliliğe maruz kalmaktadır. Ancak bu bölge, sömürge sistemlerindeki tüm marjinal alanlar gibi, merkeze uzak olduğu için sesini duyuramamaktadır. Çünkü burada doğa adeta rehin alınmış durumda ve yerel halk, servetin yararlanıcısı değil, dayatılan kalkınma politikalarının kurbanı haline gelmiştir. Bağımsız bir çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan, halkın temsil edildiği kurumlar devre dışı bırakılarak ve her türlü yerel protesto ya da talebin güvenlik meselesi haline getirildiği bir ortamda, Qalqala madeni ölümcül bir kalkınma anlayışının sembolüne dönüşmüştür. Dolayısıyla, Saqiz’daki Qalqala altın madenciliği yalnızca bir ekonomik sömürü biçimi değil, aynı zamanda ekolojik şiddetin ve çevresel sömürgeciliğin açık bir ifadesi olarak görülmelidir.
*Siyanür ve ağır metallerin bölgedeki su ve toprak kaynaklarına karışmasının yıkıcı etkileri ile bunun Rojhilat Kürdistan’da insan sağlığı ve doğa üzerindeki sonuçları hakkında daha ayrıntılı bilgi verebilir misiniz?
Saqiz’daki Qalqala madeninde yürütülen endüstriyel altın çıkarma sürecinde, sodyum siyanürün yanı sıra cıva, arsenik, kurşun ve kadmiyum gibi ağır metaller içeren toksik bileşikler kullanılmaktadır. Bu maddeler, yeterli çevresel denetim ve kontrol mekanizmaları olmaksızın yeraltı su kaynaklarına, nehirlere, tarım topraklarına ve bölgenin genel ekosistemine karışmaktadır. Bu durum yalnızca teknik ya da çevresel bir sorun değil, aynı zamanda yapısal bir şiddet biçimi ve modern bir iç çevre sömürgeleştirmesi olarak da değerlendirilebilir. Sömürü ve merkezileşmiş kalkınma mantığıyla, Rojhilat Kürdistan’daki insan bedeni ve doğanın bedeni, politik ekonominin anlık sonuçlarının yaşandığı bir laboratuvara dönüşmüştür. Siyanürün su kaynaklarına karışması, biyolojik zincirlerin bozulmasına, bitki ve hayvan türlerinin sessizce yok olmasına ve nihayetinde Saqiz halkının bedenlerinde hastalıkların birikmesine yol açmaktadır.
Öte yandan, toprak ve sudaki ağır metaller kansere, böbrek hastalıklarına, nörolojik bozukluklara, kısırlığa, düşüklere ve nesiller arası genetik sorunlara yol açmaktadır. Bu, sınır içi biyolojik ve ırksal bir sömürgeleştirmedir. Öte yandan, merkezi hükümet ve sömürücü kurumlar, şeffaf standartlara veya çevresel hesap verebilirliğe sahip olmadıkları gibi, her türlü protestoyu güvenlikleştirip halkın sesini neredeyse tamamen bastırmaktadır. Böyle bir durumda, halk yalnızca ucuz iş gücü ve kirliliğin sessiz kurbanlarıdır, kaynakların sahibi değil. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu durum sömürge modelinin, yani yerli toprakların bir çıkarım kaynağına ve yerli bedenlerin kimyasal toksin deposuna dönüştürülmesinin yeniden üretimidir; kalkınma adına sunulan ise, yatırım ve ilerleme kisvesi altında kademeli, eşitsiz ve seçici bir ölümden başka bir şey değildir.
*Qalqala Saqiz altın madeninin işletilmesinin biyolojik çeşitlilik ile nadir hayvan ve bitki türlerinin azalması üzerindeki etkileri nelerdir?
Saqiz’deki Qalqala altın madeninin endüstriyel ve yağmacı sömürüsü, yalnızca ekonomik yıkım ve çevre kirliliği yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda Rojhilat Kürdistan doğasını iktidar merkezinin kar ve sermaye birikimi mantığının kurbanı haline getirmeyi amaçlayan yapısal bir projedir. Bu durum, bölgenin biyolojik çeşitliliğini ciddi şekilde tehdit etmektedir. Örneğin, "Kürt benekli semenderi" gibi nadir türler yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Benekli semender, Rojhilat Kürdistan’a özgü ve nadir bir tür olarak, bölgedeki ekolojik zenginliği ve insan ile doğa arasındaki tarihsel bağı simgelemektedir. Ancak yaşam alanlarının tahribi, su kaynaklarının siyanür ve ağır metallerle kirlenmesi ve bitki örtüsünün yok edilmesi, bu türün ve düzinelerce diğer canlının hayatta kalmasını doğa ile yağmacı kapitalizm arasında eşitsiz bir savaş alanına sürüklemektedir.
Devletin, türleri veya ekosistemleri koruma yönünde bir iradesi bulunmadığı gibi, kendisi de askeri ve yarı devlet yapıları aracılığıyla bu tahribatın başlıca etkenlerinden biridir. Hiçbir bağımsız veya halkçı çevre kuruluşunun izleme ya da protesto imkanı yoktur; bu durum ekolojik sömürgecilik ve çevre odaklı baskının bir göstergesidir. Dolayısıyla, Rojhilat Kürdistan’daki biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi yalnızca bir çevre felaketi değildir; aynı zamanda doğal hafızanın silinmesi, türlerin evsiz kalması ve insan ile doğa için kademeli bir ölümün yeniden üretilmesidir. Qalqala Saqiz madeninden çıkarılan altın, semenderlerin ölümü ve dağların sessizliğiyle lekelenmiştir. Bu durum bir ilerleme değil, yaşamın her biçimini susturmayı amaçlayan bir sömürge projesidir.
*Qalqala Saqiz çevre krizinin, dünyadaki çevre krizleriyle benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir?
Saqiz’deki Qalqala altın madeninde yaşanan çevre krizi yalnızca yerel bir sorun değil, aynı zamanda "kalkınma" sloganı altında yaşamı yok eden küresel sömürücü kapitalizm modelinin somut bir örneğidir. Bu model, Amazon yağmur ormanlarının yok edilmesi, Nijerya’da petrol çıkarımı nedeniyle su kaynaklarının kirlenmesi veya Endonezya’da nehirlerin zehirlenmesi gibi trajedilerle derin benzerlikler taşımaktadır. Hükümetler ve devlet destekli şirketler, ulusal çıkar veya ekonomik büyüme gerekçesiyle yerli toplulukları ve ekosistemleri kar ve kontrol mantığına kurban etmektedir. Qalqala’da, Amazon’da olduğu gibi, doğanın tahribi yerli halkların toprakları üzerindeki egemenliğinin reddedilmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Siyanür ve ağır metallerin toprağa ve suya karışması, Peru ve Şili’deki madencilik deneyimlerine benzer şekilde hayvan türlerinin yok olmasına ve çevrede ölümcül hastalıkların artmasına yol açmaktadır.
Ancak Qalqala’daki önemli fark, bu krizin medya sessizliği, hükümet sansürü ve bağımsız sivil kurumların yokluğu ortasında şekillenmesidir. Dünya çapında çevre hareketleri bu tür yıkımlara karşı koyarken, İran’da ve özellikle Rojhilat Kürdistan’da çevre aktivistleri güvenlik suçlamalarıyla bastırılmaktadır. Bu durum, Qalqala çevre krizinin yalnızca doğal bir yıkım değil, aynı zamanda sessiz bir politik-ekolojik sömürgeleştirme biçimi olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak, Qalqala’da yaşananlar bir istisna değil; iktidar ve sermaye tarafından organize edilen, doğanın tahribatının küresel bulmacasının bir parçasıdır. Rojhilat Kürdistan’da bu projeye medya sessizliği, politik baskı ve çifte tarihsel adaletsizlik eşlik etmektedir.
*Devlet kurumlarının ekonomik ve siyasal çıkarları dikkate alındığında, Qalqala Saqiz altın madeni projesinde ortaya çıkan ekonomik yolsuzluk ve insan hakları ihlallerinin boyutları nelerdir?
Saqiz’deki Qalqala altın madeni projesi, İslam Cumhuriyeti’nin iktidar yapısındaki yapısal yolsuzluk, kaynak yağması ve sistematik insan hakları ihlallerinin somut bir sembolüdür. Yüzeyde “ekonomik ilerleme” ve “ulusal çıkar” olarak lanse edilen bu proje, gerçekte Şasta, Hatem Üssü ve Devrim Muhafızları’na bağlı uydu şirketler gibi askeri-ekonomik kuruluşların katılımıyla, halkın rızası, mali şeffaflık ve çevresel değerlendirme olmaksızın başlatılmış ve uygulanmış bir güvenlik-ekonomik projedir.
Projede devlet kurumları otorite araçlarını kullanarak topraklara el koymuş, halk protestolarını bastırmış ve bağımsız denetimi reddetmiştir. Çevre aktivistlerinin protestoları güvenlik suçlamalarıyla karşılanmış, madeni çevreleyen insanların sağlık hakkı, arazi mülkiyeti ve karar alma süreçlerine katılım hakkı gibi temel hakları sistematik olarak ihlal edilmiştir. Ekonomik açıdan bakıldığında, madenin kaynakları ve karları ne bölgeye dönmekte ne de yerel halkın yararına harcanmaktadır; elde edilen karlar güvenlik güçleri ve Rojhilat Kürdistan gibi yoksul, çevre bölgelerdeki siyasi kontrole aktarılmaktadır. Qalqala projesi sadece bir madencilik girişimi değil, insanların mülksüzleştirilmesini, doğanın tahribatını ve egemenliğin pekiştirilmesini güvenlik ve kar uğruna yerel ve insani çevreyi feda eden, modern bir devlet yağması mantığını temsil etmektedir. Bu ne kalkınma ne de adalet, ulusal projeler kisvesi altında yürütülen sistematik bir sömürü düzenidir.

*Madencilik faaliyetleri, halk protestolarının bastırılması, yerel taleplerin görmezden gelinmesi ve hatta iki proje mühendisinin karıştığı sahte bir kaza söylentisinin etkileri insan hakları açısından nasıl oldu?
Rojhilat Kürdistan’daki madencilik faaliyetleri, özellikle Qalqala Saqiz altın madeni gibi projelerde, yalnızca çevresel veya ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda yapısal insan hakları ihlallerinin de kapsamına girmektedir. Askeri ve ekonomik kurumlar tarafından desteklenen bu projeler, yerel toplulukların istişaresi veya onayı olmadan yürütülmekte ve her türlü halk muhalefeti güvenlik mekanizmaları ve tehditlerle bastırılmaktadır. Halk protestoları duyulmak yerine engellenmekte, çevre aktivistleri tehdit edilmekte veya tutuklanmakta ve medya sansürlenmektedir. Bu baskı yalnızca protestolara yanıt vermekle kalmayıp, projelerin etkileri hakkında bağımsız, eleştirel veya bilgili herhangi bir sesin ortaya çıkmasını da engellemektedir. Böylece, madencilik faaliyetleri hem çevresel yıkımı hem de insan hakları ihlallerini sistematik biçimde yeniden üretmektedir.
Bölge halkı, karar alma süreçlerine katılım, şeffaf bilgiye erişim veya sağlık ve çevresinin korunması gibi en temel haklarından fiilen mahrum bırakılmaktadır. Bunun yanı sıra, bazı yolsuzlukları veya iç usulsüzlükleri ortaya çıkardığı iddia edilen iki proje mühendisinin karıştığı şüpheli bir kaza söylentileri bölgedeki endişeleri daha da artırmıştır. Her ne kadar bu iddia henüz kanıtlanmamış olsa da, güvenlik ortamı, şeffaflık eksikliği ve İran Devrim Muhafızları ile diğer güç kurumlarının proje üzerindeki tam kontrolü, bağımsız bir soruşturma ve hesap verebilirlik olasılığını tamamen ortadan kaldırmıştır. Özetle, madencilik projeleri hem kaynakların yağmalanması hem de çevredeki toplumun bastırılması için iç sömürgeciliğin araçları haline gelmiştir. Bu bağlamda insan hakları ihlalleri istisna değil, projelerin yapısının ve tasarımının bir parçasıdır. Doğal kaynaklar yalnızca bir bahanedir, asıl amaç siyasi ve ekonomik tahakkümdür.
*Qalqala Saqiz altın madenindeki krizle ilgili çözüm arayışları ve geleceğe yönelik olası beklentiler konusunda kamuoyunun çabaları nelerdir?
Saqiz’deki Qalqala altın madeni kriziyle mücadele eden halk, doğal kaynakları tahakküm aracına dönüştüren sömürücü ve baskıcı projelere karşı yerel toplulukların güçlü direnişinin sembolüdür. Bu hareketler, ciddi güvenlik, siyasi ve medya kısıtlamalarına rağmen, halkın çevresini, sağlığını ve yaşam hakkını koruma konusundaki derin kararlılığını ortaya koymaktadır. Mitingler, barışçıl protestolar, yerel ağlarda bilgi paylaşımı ve sivil toplum ile çevre aktivistleriyle dayanışma çabaları aracılığıyla Saqiz halkı, hükümet ve askeri kurumların kaynaklara yönelik saldırılarına karşı sesini dünyaya duyurmaya çalışmaktadır.
Ancak bu direniş, sivil toplum kuruluşlarının zayıf ve baskı altında olduğu, merkezi hükümet ve güvenlik kurumlarının halkın çıkarlarını değil kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarını önceliklendirdiği bir ortamda büyük engellerle karşı karşıyadır. Mevcut koşullar altında, doğal kaynakların yönetiminde köklü yapısal reformlar yapılmadığı, İran’daki güç ilişkileri yeniden kurulmadığı, sivil kurumlar güçlendirilmediği ve karar alma süreçlerine gerçek halk katılımı sağlanmadığı sürece gelecek görünümü karanlıktır. Aksi takdirde çevresel baskı ve yıkım devam edecek ve toplumsal krizler derinleşecektir. Dolayısıyla Qalqala Saqiz’deki halk direnişi, yalnızca yerel bir mücadele değil; insan ve doğanın kaderinin iç içe geçtiği iç sömürgeciliğe ve yağmacı güç yapılarına karşı bir cephedir. Sürdürülebilir bir gelecek, ancak bu otoriter güç zincirlerini kırarak ve halkların haklarını geri kazandırarak mümkün olacaktır.

*Saqiz ve çevre köylerde yaşayan halkın, madencilik faaliyetlerine karşı başlattığı protestoların geçmişi ve gelişim seyri nasıldır?
Saqiz ve çevre köy halkının madencilik faaliyetlerine karşı yürüttüğü protestolar, halkın çevreyi koruma, sağlık ve sürdürülebilir yaşam talepleri ile devlet kurumları ve bağımlı kapitalist yapıların ekonomik-politik çıkarları arasındaki çatışmanın acı ve tekrarlayan bir öyküsünü yansıtmaktadır. Madencilik faaliyetlerinin ilk yıllarından itibaren başlayan bu protestolar, halkın yerli olmayan ve yıkıcı projelere karşı farkındalığını ve direnişini ortaya koymuştur. Saqiz ve köy halkı, toplantılar düzenleyerek, yürüyüşler gerçekleştirerek ve protesto açıklamaları yayımlayarak doğal kaynakların tahribatına, çevre kirliliğine ve halk sağlığına yönelik tehditlere dikkat çekmeye çalışmıştır. Ancak bu talepler hem görmezden gelinmiş hem de güvenlik çatışmaları, aktivistlerin tutuklanması ve medya kısıtlamaları gibi baskılarla karşılaşmıştır. Hükümetin bu protestoları ele alış biçimi, halkın temel haklarını hiçe sayarak elitlerin ve askeri-ekonomik kurumların çıkarlarını önceliklendiren baskıcı iktidar yapısının bir göstergesidir.
Bu süreç, bölgedeki bağımsız sivil toplum kuruluşlarının eksikliği ve kapalı siyasi ortam nedeniyle gerçek bir diyalog ve reform olasılığını da büyük ölçüde engellemiştir. Hesap verebilirlikten yoksun bir yapı içinde, madencilik projeleri güç ve baskı yoluyla sürdürülmüş, tekrarlayan baskı ve direniş döngüsü halk ile hükümet arasında derin bir güvensizlik yaratmıştır. Sonuç olarak, Saqiz protestoları, halkın iç sömürgeciliğe ve doğal kaynaklarının acımasızca sömürülmesine karşı verdiği mücadelenin bir simgesi hâline gelmiştir. Bu mücadele hala dayanışma, yaygın destek ve güç yapılarını kökten değiştirecek, hesap verebilir kurumları tesis edecek sürekli iç ve dış baskı gerektirmektedir. Bu önlemler alınmadığı sürece protestoların döngüsel bir şekilde tekrarlanması kaçınılmazdır.

*Kirmanşah ve İlam’daki altın, petrol, gaz ve Rojhilat Kürdistan’daki diğer maden kaynakları, neden bölgenin kendi kalkınması ve halkın refahı için kullanılmamaktadır?
Rojhilat Kürdistan’daki altın madenleri ile Kirmanşah ve İlam’daki petrol ve gaz kaynakları, bölgenin ekonomik kalkınması için büyük bir potansiyele sahip olmasına rağmen, pratikte bu doğal zenginlikler ne yerel halkın yaşam koşullarının iyileştirilmesine ne de sürdürülebilir kalkınmaya hizmet etmektedir. Aksine, bu kaynaklar merkezi hükümetin sömürü ve kontrol araçları haline gelmiştir. Bunun temel nedeni, Kürt bölgelerindeki doğal kaynakların yerel kalkınma ve toplumun güçlendirilmesi için kullanılmayıp, devlet kurumları, Devrim Muhafızları’na bağlı şirketler ve merkezin diğer otoriter yapıları için gelir kaynağı olarak işlev görmesidir. Bu süreç, Kürt halkının gerçek çıkarlarını göz ardı etmekle kalmayıp, bölgede eşitsizlik ve yoksulluğun daha da derinleşmesine yol açmaktadır.
Bu durumun açık bir örneği, büyük gelirlerine rağmen yerel ekonomik kalkınmayı güvence altına alamayan ve çevreyi tahrip ederek halk protestolarını bastıran Qalqala Sakız altın madenleridir. Benzer şekilde, Kirmanşah ve İlam’daki petrol ve doğalgaz rezervleri yıllardır mevcut olmasına rağmen, adalet odaklı bir yeniden dağıtım ve dengeli kalkınma sağlanmamıştır. Bu projeler çoğunlukla devlet şirketleri ve askeri-ekonomik yapılar tarafından yürütülmekte, merkezi çıkarları güvence altına almak amacı taşımakta ve bölge halkına gerçek bir katkı sunmamaktadır. Bu durum, doğal kaynakların yağmalanarak servetinin merkezi kurumların siyasi ve ekonomik gücünü pekiştirmek için kullanıldığı, yerel halkın ise yoksulluk ve mahrumiyet içinde bırakıldığı eski iç sömürgecilik modelinin devam ettiğini göstermektedir. Bu çerçevede, Rojhilat Kürdistan’ın gerçek kalkınması hem imkansız hale gelmiş hem de doğal kaynaklar baskı ve kontrol aracı olarak işlev görmüştür. Sistem değişmediği sürece, bu bölgelerdeki kaynaklar ne yazık ki kanlı altın ve yoksulluk petrolü olarak kalmaya devam edecektir.

*Kürt sivil toplumu ve aydınları ile Rojhilat’taki siyasi partiler, sömürgeci ve yağmacı politikalar karşısında hangi stratejik seçeneklerle karşı karşıyadır?
Bölgenin doğal kaynaklarını bir kontrol ve baskı aracına dönüştüren İran merkez hükümetinin sömürgeci politikaları karşısında, Rojhilat Kürdistan’daki sivil toplum ve aydınlar iki temel ve kader belirleyici seçenekle karşı karşıyadır. Birincisi, statükoyu kabul edip eşitsiz güç oyunlarına teslim olmak, yani sömürünün sürmesine ve halkın gerçek taleplerinin dışlanmasına göz yummak. İkincisi ise, bu yağma modeline karşı örgütlü ve birleşik bir direniş göstermek, bu ise siyasi ve toplumsal strateji ile yapıların köklü şekilde yeniden tanımlanmasını gerektirir. Bu bağlamda, Kürt aydınları farkındalık yaratma ve analiz etme rollerini daha ciddiye almalı, salt eleştirinin ötesine geçmelidir. Yani, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkına dayalı demokrasi, toplumsal adalet ve sürdürülebilir kalkınma fikirlerini, yüzeysel reformlar değil, temel ve uygulanabilir çözümler olarak savunmalıdır. Sivil kurumların bağımsızlığını vurgulamak, yerel ve halk ağlarını güçlendirmek ve kültürel ile siyasi aktivistler arasında diyalog ve dayanışma ortamı yaratmak, bu dönemin stratejik bir gerekliliğidir.

Öte yandan, özellikle resmi çerçevede faaliyet gösteren Rojhilat’taki siyasi partiler, muhafazakar politikalardan ve kısa vadeli uzlaşmalardan vazgeçip daha radikal ve popüler bir aktivizme yönelmek zorundadır. Bu, mezhepçi ve parti odaklı oyunlara bağımlılığı bırakmayı, ulusötesi birliğe odaklanmayı ve kaynakları kontrol eden güçlü ekonomik-askeri kurumlara karşı koymak için örgütsel kapasiteyi güçlendirmeyi gerektirir. Nihayetinde, tek gerçek seçenek sivil toplum, aydınlar ve siyasi partiler arasında adalet, şeffaflık ve hesap verebilirliğe dayalı derin bir bağ kurmaktır. Bu üçgen, sömürü ve baskının zehirli atmosferini kırabilir ve insan hakları ile ekonomik haklara dayalı sürdürülebilir bir kalkınma yolu yaratabilir. Bu mücadele, parti ve hizip rekabetlerinin ötesine geçerek, Rojhilat Kürdistan’da yaşam ve sürdürülebilir kalkınma hakkını geri kazanma yönünde tarihi bir direnişe dönüşmüştür. Bu birlik sağlanmadığı sürece, kaynakların yağmalanması ve sivil toplumun bastırılması devam edecek, Rojhilat ise bir kısır döngüye hapsolacaktır.