Gazeteci Heba Mehriz: Süveyda’da tüm şehir direniyor

Cihatçı HTŞ’nin saldırıları altında hayatta kalmaya çalışan Süveydalı kadınlar mücadelelerini büyütüyor. Gazeteci Heba Mehriz, yaşanan olaylara ilişkin, "Kadınlar evlerini, topraklarını ve onurlarını korumak için silaha sarıldı, tüm şehir direniyor" dedi

MALVA MUHAMMED

Haber Merkezi – Dünyanın gözü şu anda cihadist Heyet Tahrir El Şam’ın (HTŞ) ve onların topladığı her yönden gelen çetelerin hedefi haline gelen Süveyda’ya çevrilmiş durumda. Ancak bu saldırılar karşısında kent halkı meşru müdafaa hakkını kullanarak karşılık verdi. Kadın ve erkekler, birlikte devrimci halk savaşı ilkesiyle şehirlerini, Suriye’nin geleceğini tehdit eden, halk arasında ayrışma yaratmaya çalışan HTŞ ve zihniyetine karşı savunmaya geçti.

Berlin’de yaşayan Suriyeli araştırmacı, aktivist ve gazeteci Heba Mehriz sorularımızı yanıtladı. Heba Mehriz, ülkenin güneyindeki Süveyda’da son dönemde yaşanan olaylara dikkat çekerek Suriye’deki genel tabloyu “karanlık” olarak nitelendirdi.

*Süveyda’daki son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Süveyda bugün harap olmuş, yorgun ve felaketlerin yaşandığı bir şehir. İlk verilere göre yirmiden fazla köy yağmalandı ve yakıldı. 500’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği belgelendi ve bu sayının artması bekleniyor. Şehir hâlâ kuşatma altında; su, elektrik ve internet kesintileri yaşanıyor.

Ateşkes, dördüncü kez ilan edildi ancak ihlaller devam ediyor. Halk ateşkese güven duymuyor çünkü onların güvenliğini sağlayacak bir mekanizma yok. Sağlık durumu tamamen çökmüş durumda; bazı hastaneler hizmet dışı kaldı, benzin ve tıbbi ekipman sıkıntısı yaşanıyor.

Süveyda halkı her zamanki gibi yerel dayanışmayla mücadele ediyor. Birçok kişi dükkânlarını hastaneye açtı. Ancak ağır kuşatma nedeniyle kentte temel ihtiyaçlarda ciddi eksiklik var.

*Ateşkesi bozan ve şehirde yeni bir düzen kurmak isteyen taraf kim?

Süveyda uzun süredir belirli siyasi senaryolara dahil ediliyor. Geçici hükümetin kuşatması ve yardımlar konusundaki katı tutumu, Süveyda halkını sanki yardımları reddediyormuş gibi göstermek istiyor. Ancak bu doğru değil.

Halk, güvenli geçiş koridorları söylense de bu geçişleri koruyanların daha önce katliam yapan Savunma ve İçişleri Bakanlığı’na bağlı unsurlar olduğunu biliyor ve güvenmiyor. Bu nedenle geçici yönetim, yaşanan karmaşa ve şiddet ortamından en fazla fayda sağlayan taraf olarak öne çıkıyor.

*Heyet Tahrir el-Şam’ın “Genel Güvenlik” kisvesi altındaki ihlallerine karşı uluslararası sessizliği nasıl yorumluyorsunuz?

Bu durum, geçici yönetimin sürdürdüğü ihlallerin devamı niteliğinde. Sahil bölgesinde yaşanan katliamların sonuçları bile kamuoyuna açıklanmadı. Hükümet, işlediği suçları bireysel hatalar olarak sunuyor. Ancak Süveyda’daki saldırılar sistematik bir şiddet eylemidir.

Bu bir devlet şiddetidir. Hükümet, arabulucu kuvvet gönderdiklerini iddia etse de aşiret çatışmalarını kullanarak taraf tuttuğu açıkça görülüyor. Katliamları örtbas etmeye çalışıyor ve uluslararası gözlemcilerin Süveyda’ya girmesini engelliyor.

*Süveyda’daki kadınların direnişteki rolü nedir?

Devletin şiddet amacıyla geldiği anlaşılınca, halk meşru müdafaa hakkını kullandı. Artık sadece silahlı gruplar değil, tüm halk direnişe katıldı. Kadınlar da bu mücadelede yer aldı, evlerini ve onurlarını korumak için silahlandı.

Kadınların silahlanması, saldırganlığa karşı kendilerini savunma içgüdüsünden kaynaklanıyor. Bu, yerel halkın varlığına karşı bir tehdit hissiyatının sonucudur.

*Sahil katliamları neden hâlâ cezasız kaldı?

Bu katliamların belgelenmesi, geçici yönetimdeki bazı önemli isimleri suçlayacak düzeyde. Yönetim bu nedenle raporları açıklamıyor ya da geçiştiriyor. Bir hafta süren gecikmeden sonra gerçeği açıklamamak için bahaneler uyduruldu.

Belgelerin içeriği oldukça çarpıcı olabilir ve üst düzey yetkililerin sorumluluğunu ortaya koyabilir. Bu nedenle geçici yönetim raporu ya yayımlamayacak ya da sansürleyecek. Biz bu raporlara güvenmiyoruz.

*Uluslararası adaletin bu suçları görmezden gelmesi cezasızlığı mı pekiştiriyor?

Uluslararası aktörlerin, 14 yıllık savaşın sorumlularını unutarak geçici hükümete destek vermesi bu grupların kendilerini dokunulmaz hissetmelerine neden oldu. Bu yıl “güçlü devlet”, “yatırım”, “birlik” gibi sözlerle sahte bir imaj yaratıldı ama halk bunun sadece kâğıt üzerinde olduğunu biliyor.

Birleşmiş Milletler’in aceleci tutumu ciddi bir hataydı. Ancak şu an bu durumun gözden geçirilmesi gerekiyor. Yaşananların cezasız kalmaması ve gelecekteki Suriye’nin temelini oluşturan ilkelerin netleşmesi şart.

*Cihatçı HTŞ, özellikle Dürzî, Hristiyan ve Alevi toplulukları hedef alıyor. Buna nasıl karşı koyulmalı?

Suriye bugün mezhepçi ve etnik olarak gerilmiş bir ülke. Yönetimde olanlar, ülkeyi “tek renkli” bir yapıya zorlamaya çalışıyor. Ancak bu yapı ne Sünniliği temsil eder ne de halkın bütününü. Yönetim, Selefi çizgiye dayanarak halkı kontrol etmeye çalışıyor ama bu kabul edilemez.

Tüm bu kanın ardından çözüm, vatandaşlık temelinde bir yol haritasıdır. Mezhepçilikle değil, hukuk devleti anlayışıyla yol alınmalı.

*Uluslararası topluma ve insan hakları kuruluşlarına çağrınız nedir?

Güney Suriye’deki durum trajik. Geçici yönetimin resmi ya da gayriresmi tüm mensupları hesap vermelidir. Bunlar sözde bakanlıklara bağlı milislerdir ama aslen başıboş silahlı gruplardır.

Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplumdan, Esad sonrası dönemde de yaşanan katliamlar için soruşturma komisyonları kurulmasını talep ediyoruz. Bu şeffaf ve adil olmalı. Katliamlara karışan herkes yargılanmalı.

Bütün bu mücadeleyi Esad’a karşı verdik. Bu, Heyet Tahrir el-Şam gibi örgütlerin Suriye’yi teslim alması için yapılmadı. Halk, sivil, laik, vatandaşlığa dayalı bir Suriye’yi hak ediyor. Sözde “aşiret seferberlikleri” değil, hukuk temelli bir sistem inşa edilmelidir.