Avukat Raziye Öztürk: İmralı’daki tecrit bir işkence sistemi

Abdullah Öcalan’a yönelik sürdürülen tecridin bir “işkence sistemini” ifade ettiğini söyleyen Avukat Raziye Öztürk, “Türkiye hükümeti gerek AİHM kararında gerek CPT raporlarında işkence yasağına aykırı denilen infaz rejimini sürdürmeye devam ediyor" dedi.

PELİN ÖZKAPTAN

İstanbul- İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecrit sürüyor. Abdullah Öcalan ile aynı cezaevinde kalan Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’tan 30 aydır haber alınamıyor. En son 7 Ağustos 2019 tarihinde avukatlarıyla görüşebilen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmek için yapılan başvurular olumsuz sonuçlanıyor.

Küt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve diğer 3 ismin müdafiliğini yapan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk tecrit sisteminin İmralı’da bir “işkence sistemi”ni ifade ettiğini söyledi. Raziye Öztürk, “Bu hem objektif bir gerçeklik hem de gerek AİHM kararında gerekse de CPT raporları boyutuyla ortaya konmuş bir durum. Ancak gelinen aşamada var olan durumun sadece tecrit ile de açıklanmayacak kadar ağır bir durum olduğunu belirtmek isterim. 24 yıldır İmralı Ada Hapishanesinde ağır tecrit koşullarında tutulan ve zaman içerisinde ağırlaşan, yeni yöntemlerle derinleştirilen işkence ve tecrit sistemi 30 ayı aşkın bir süredir mutlak haber alamama/mutlak iletişimsizlik safhasına vardırılmış durumda” dedi.

Dünden bugüne tecrit sistemi

Avukat Raziye Öztürk, İmralı’daki süreci aşamalarını şöyle özetledi:

“Birinci aşama, 1999-2005 tecrit sisteminin kuruluşu; hükümet yetkililerinin ‘Tabut’ olarak tanımladıkları tek kişilik ada hapishanesinin tekli hücresinde tek başına tutma politikasına dayalı uygulamalar. İkinci aşama, 2005-2015 arası adım adım ağırlaştırma, ağırlaştırılmış tecrit, hükümet yetkililerinin deyimiyle, kötü cezaevi koşullarında sağlığını zamana yayılı olarak bozma tarzında ‘Parça parça öldürme’ politikasına dayalı uygulamalar.

Üçüncü aşama, 2015 sonrası istisnai iki telefon, birkaç aile ve beş avukat görüşmesi hariç dış dünya ile bağı koparan mutlak tecrit, hükümet yetkililerin deyimiyle ‘İmralı’ya Gömme’ politikasına dayalı uygulamalar. Dördüncü aşama, 25 Mart 2021 tarihli son telefon görüşmesiyle başlayan müvekkillerin dış dünya ile haberleşme de dâhil tüm bağlarını (Telefon, faks, mektup, ziyaret, aile ve avukat görüşmeleri) koparan mutlak iletişimsizlik ve haber alamama (İncommunicado) halidir. Ki müvekkillerimiz Sayın Abdullah Öcalan, Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ve Hamili Yıldırım’dan

25 Mart 2021 tarihinden beridir haber alınamamaktadır.”

‘Amaç demokratik çözüm çabalarının sona erdirilmesi’

Bu durumun “uluslararası komplonun” devamı niteliğinde olduğunu vurgulayan Raziye Öztürk, “Komplo’nun en önemli amacı Sayın Öcalan’ın 1993 yılından beri Türkiye ile geliştirmeye çalıştığı Ortadoğu ve Türkiye’de halkların eşitliği ve birliği temelinde demokratik çözüm çabalarının sona erdirilmesi idi. Komplonun bir diğer amacı da Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Ortadoğu’da geliştirilecek savaşı Sayın Öcalan ve Kürtler üzerinden derinleştirmekti. Ancak Sayın Öcalan gerek Türkiye’ye kaçırılması sürecinde gerekse de sonraki süreçte komployu boşa çıkardı. Çeşitli yol ve yöntemlerle komplo sürdürülmeye çalışılarak Sayın Öcalan tasfiye edilmeye, etkisizleştirilip iradesizleştirilmeye çalışıldı” diye ifade etti.

‘Avrupalı kurum ve kuruluşları sessiz kaldı’

İnsan haklarını korumayı misyon edinen Avrupalı kurum ve kuruluşların bunlara sessiz kaldığını vurgulayan Raziye Öztürk, “Tüm hukuksuzluklara rağmen Sayın Öcalan onurlu bir barış ve halkların demokratik birlikteliği için mücadele edip, üretmeye devam etti. Her sözü adeta ezilen halklar için nefes oldu. İşte bu nedenledir ki Öcalan ile halkın bağı tümden koparılmak amaçlandı. Hem Öcalan halktan hem de halk Öcalan’dan tecrit edilmeye çalışıldı” diye konuştu. Bu durumun sadece tecrit ile açıklanamayacağını ve cezaevlerinden toplumun bütün yaşam alanlarına yayıldığını kaydeden Raziye Öztürk, “Bu anlamıyla İmralı, herkese tesir eder mahiyette anti demokratik yasaların, uygulamaların üretildiği bir mekan halini aldı” diye kaydetti.

‘Topluma uygulanan baskı tehdit kültürünün sonucu’

Raziye Öztürk, “İmralı’da gerçekleşen hukuka aykırı sistem ve baskı politikaları, kamuoyunda ve yönetim kademelerinde normalleşmesi olumsuz bir kültürün inşa edilmesine yol açmıştır” dedi. Raziye Öztürk tecride karşı sessizliğin doğurduğu sonuçlara dikkat çekerek, “Bugün Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin feshiyle kadınların, ‘bu suça ortak olmayacağız’ demeleri nedeniyle aydın ve akademisyenlerin, siyasetçi ve gazetecilerin, kayyumlar ile halkın iradesinin tanınmamasının kısacası toplumun büyük bir kesiminin uğradığı baskı ve tehdit bu kültürün sonucudur.”

‘Umut hakkı’nın ihlali

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Abdullah Öcalan’ın “umut hakkının” ihlal edildiğine yönelik verdiği kararı değerlendiren Raziye Öztürk, “Türkiye hukuk sisteminde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, hükümlünün hayatı boyunca yani ölünceye kadar devam edeceği şekilde düzenleniyor. Ancak AİHM Büyük Daire, 2014 yılında oybirliği ile şartlı tahliye imkanı olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilmesini Sözleşme’nin 3. Maddesi’ne yani işkence yasağına aykırı buldu ve bir mahpusun cezaevinden çıkabileceğine dair bir umudunun olması gerektiğini belirtti” ifadelerini kullandı.

‘Sayın Öcalan’la birlikte binlerce tutsağa işkence rejimi uygulanıyor’

AİHM kararı sonrasında, Türkiye’nin yasal mevzuatında değişiklik yaparak ağırlaştırılmış infaz rejimini ortadan kaldırması ve “umut hakkını” barındıran etkili bir mekanizma kurması gerektiğini söyleyen Raziye Öztürk, bu uygulamanın hayata geçirilişine dair şu bilgiyi verdi:

“Bu mekanizmaya göre yargı, mahpusların tahliye durumunu en geç mahpusluklarının 25’inci yılında yeniden gözden geçirmeli ve bırakılmamaları durumunda belirli aralıklarla bu değerlendirmeler yinelenmelidir. Ancak aradan geçen 9 yılı aşkın süre boyunca ne Türkiye bu ihlali gidermeye yönelik bir değişiklik yaptı ne de kararın icrasının takibi ile görevli Bakanlar Komitesi etkili müdahalelerde bulundu. Birçok başvurumuza rağmen Bakanlar Komitesi tam 7 yıl sonra ilk defa bu konuyu gündemine aldı. Ancak hala etkili bir karar almış değil. Türkiye hükümeti gerek AİHM kararında gerek CPT raporlarında işkence yasağına aykırı denilen infaz rejimini sürdürmeye devam ediyor. Sayın Öcalan ile birlikte binlerce tutsağa verilen hapis

cezaları bu işkence rejimi ile infaz ediliyor.”

‘Toplumun giderek artan faşizme karşı örgütlü mücadelesi elzem’

Yürütülen mevcut sistemin çözümünün ancak ortadan kaldırılarak çözülebileceğini söyleyen Raziye Öztürk, “İmralı rejimi hukuk dışı inşa edilmiş, hukuk dışı bir biçimde sürdürülmeye çalışılıyor dolayısıyla kısmi talep ve iyileşmelerle giderilebilecek düzeyde değildir, lağvedilmesi gerekmektedir” dedi. Bu hukuksuzluğun sadece Kürtlere değil artık farklı çevrelere de etki ettiğini belirten Raziye Öztürk, toplumun örgütlü mücadelesinin önemine vurgu yaparak şunları ifade etti:

“Gerçeğin, hakikatin ifade edilmesi, Merdan Yanardağ meselesinde de görüleceği üzere bir linç konusu haline getirilmektedir. Tüm bunlar özel savaş konsepti dahilinde geliştirilmektedir. Gerçekler toplumdan saklanarak, algı operasyonlarına girişilmektedir. Tüm toplumun bilinçlenerek giderek artan faşizme karşı örgütlü mücadelesi elzemdir. Tecridin uluslararası komplonun devamı olarak sürdürülmeye çalışıldığını ifade etmiştik. Dolayısı ile bu uluslararası hukuksuzluğa karşı uluslararası alanda çok daha büyük bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Demokrat ve muhalif çevrelerin de katkı ve çabasıyla, ortak uluslararası bir mücadele ile tecrit kaldırılabilecek ve bu da beraberinde, sadece Kürt sorunun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesini değil kapitalist sistemin dünya genelinde yarattığı ve giderek derinleşen ve boyutlanan krizleri de ortadan kaldıracaktır.”