Sürdürülebilir moda mümkün

İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarım Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şölen Kipöz doğadaki canlılara zarar vermeden yaşam felsefesini modaya uyarladı. Şölen Kipöz, “Arzu nesnesi olan şeyler üretip tüketmek ve çoğunlukla da ucuz ve daha fazla yapabilmek için doğadaki bütün kaynakları sorumsuzca tüketiyoruz.” diyor. 
PERİ BAYAV
İzmir- Sürdürülebilir moda son dönemlerde sıkça duymaya başladığımız kavramlardan biri. Sürdürülebilir moda çevreci, yüksek kaliteli, dönüştürülebilir, kaliteli ürünlerin amaçlandığı bir hareket olarak tanımlanıyor. Moda hızlı üretim ve tüketim döngüsü ile sürdürülebilir olmayan bir sektöre dönüşmüş durumda. Çevre kirliliği, doğal kaynakların tüketimi ile yol açtığı ekolojik tahribatın beraberinde, iş gücüne dayalı bir sektör olduğu için adil olmayan bir çalışma biçimine de yol açıyor. Modanın vahşi yüzü olarak da gördüğümüz bu yönü, gücünü üreticinin ticari açlığı ve tüketicinin sonsuz tüketme duygusundan alıyor. Her gün sosyal medya aracılığı ile önümüze birçok ürün sunuluyor. Bununla birlikte influencerlar aracılığıyla pompalanan alışveriş videoları, etiketinin dahi çıkarılmamış olduğu aksesuar ve giysilerden oluşan giyinme odaları gibi pek çok içerik de tüketme duygusunu körükleyen faktörlerden sadece bazısı. 
Sürdürülebilir moda bu noktada bir karşı çıkış olarak devreye giriyor ve çevre dostu yeşil ürünler tedarik edilmesini, yüksek kalite ve düşük üretim rakamları sağlamayı böylelikle günümüz tüketim çılgınlığından beslenen hızlı moda endüstrisini bir parça yavaşlatmayı amaçlıyor. Ekonomik kriz, salgın hastalıklar, ekolojik kriz, işçi cinayetleri, artan işsizlik, eşitsizlik, hak ihlalleri ve daha pek çok şey. Moda sektörü bu sorunlardan beslenip ve onları yeniden üreterek toplumları bir kaosa sürüklüyor. İçinde bulunduğumuz sisteme karşı direnmemiz gerektiğini bu sorunlarla tekrar tekrar görüyoruz. Akademisyen ve tasarımcı Şölen Kipöz bizlere, bu sistemin bir sonu olmadığının artık endüstrinin biçimlendiricilerinin de farkında olduğunu söylüyor. Sorumlu, izlenebilir, ölçülebilir bir üretim tüketim döngüsü ile yavaşlayarak, küçülerek dayanışma içinde bu kısır döngüyü iyileştirip onarabileceğimizi vurguluyor. 
İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarım Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şölen Kipöz ile doğadaki canlılara zarar vermeden yaşam felsefesini modaya uyarlamasını, modaya çevre dostu bir yaklaşım olan sürdürülebilir modayı ve modada yavaşlığı konuştuk. 
Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Şölen Kipöz kimdir?
Ankara’da çocukların sokakta oynadığı ve aynı zamanda ev içi terzilik üretiminin de güçlü olduğu bir dönemde büyüdüm. Hem annem dikiş diker hem de evimize gündelikçi terzi gelirdi. Çocukluğum bebeklerime kıyafet yaparak, kâğıt bebeklerle oynayarak ve kâğıt bebekler yaratıp onlara gardıroplar yaratarak geçti. Annem bazı kıyafetlerini terzilere diktirir, ben de ona refakat ederken terzi dükkânındaki moda dergilerinin sayfalarını inceleyerek, dünyaca ünlü tasarımcıları ve koleksiyonlarını tasarımcı isimleriyle çizerek aktardığım defterime kaydederdim. Böylece kendi kendime bir görsel moda tarihi dokümanı oluşturmuştum. Orta ve lise eğitimimi Ankara Koleji’nde, üniversiteyi Ortadoğu Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde okudum. Ancak sonrasında moda sektöründe kendime bir yer bulmaya çalıştım. Bir yıllık bir özel sektör deneyiminden sonra üniversiteye akademisyen olarak girmeye karar verdim ve İzmir’de Dokuz Eylül GSTF de yüksek lisans ve Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde doktoramı tamamladım. İtalyan hükümetinin verdiği bir bursla Bologna’da doktora sonrası araştırmalarımı yürütüp İzmir’e geri döndüm. O yıllarda İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsünde Endüstriyel Tasarım Bölümü’nde çalışıyordum, İzmir Ekonomi Üniversitesinde Moda Tasarımı Bölümü’nün kuruluşu ile oraya geçtim. 2001 yılından bu yana da bu üniversitede moda çalışmaları alanında üretime ve eğitime devam ediyorum.
Tasarımlarınızda etkilendiğiniz bir kültür var mı?
Tasarımın çok kültürlü ve evrensel olması gerektiğine inanıyorum, ancak tabii ki içinde yaşadığımız coğrafyanın zenginliği ve Anadolu kültürü beni her tasarımcı gibi etkiliyor. Anadolu kültürü isminden de çağrışım yapabilecek biçimde dişil bir bilgelik içeriyor ve modern dünyada tabiatla olan kaybettiğimiz yakınsamamızı yeniden kazanmaya yönelik şamanik bir güç barındırıyor bence. Diğer taraftan tasarımlarımın karakterini ve metodolojisini etkileyen Hinduizm ve Budizm ögelerini taşıyan genellikle yoga felsefesi. Bunun haricinde pandemiden önce çok fazla seyahat eden biri olarak ziyaret ettiğim her ülkeden topladığım materyal; kültür ögeleri ve etnografik malzemeler tasarımlarıma yansıyor.
Sürdürülebilir moda adına yürüttüğünüz çalışmalar nelerdir? Bu alanda öğrencilerinizle çalışmalarınız var mı? Onlara nasıl aktarıyorsunuz?
Sürdürülebilirlik kavramını keşfetmem İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü’nde öğrencilerle yürüttüğüm Reenkarnasyon (2003) adlı bir projeyle başladı. Bu projede tasarımcı Erdem Akan’ın objelerle yarattığı yeniden doğuş pratiğini kıyafetlere aktarmaya çalışmıştık. 2009 yılında öğrencilerle Yavaş Moda temalı bir koleksiyon çalışması yapmıştım. Benim üretimlerimle bu konuya el atmam bir yıl sonra verdiğim Tasarımda Etik ve Sosyal Sorumluluk adlı bir yüksek lisans dersi ile başladı. Bu dersin okumalarından biri olan Prof. Hazel Clark’ın  “Yavaş+ Moda: Bir oksimoron mu yoksa gelecek için umut mu?” adlı makalesinde sorduğu bu soru beni kışkırtan şey oldu. Böylece tasarımların kullanıcısı, üreticisi ve tasarımcısı olduğum bir süreçte dolabımda sakladığım, ailemdeki üç kuşak kadınlara ait giysilerle bir ileri dönüşüm sürecine başladım. Böylece 2011 ilk kişisel sergim Down 2 Earth oluştu. Bu etik yolculuğumun başlangıcı oldu, ancak gerçek anlamda sürdürülebilir modayı moda tasarım eğitimine katma sürecim üç yıl öncesine dayanıyor. Bunu yapabilmemdeki en önemli etken sektör ve tüketicinin bu dönüşüme hazır olmasıydı.
Eski kıyafetlerin canlandırılmasına ilişkin bilgilere yer verdiğiniz “Sürdürülebilir Moda” adlı kitabınız nasıl oluştu? Sizin sürdürülebilir moda ile tanışmanız nasıl oldu? Yaşamınıza nasıl yön verdi?
Sürdürülebilir moda kitabını ilk sergimin kapsamını detaylandırarak Adnan Saygun Sanat Merkezi’ nde açtığım Ahimsa: Giysilerin Öteki Yaşamı (2012) adlı sergimin kataloğu olarak planlamıştım. Fakat ilerleyen süreçte sergiyi gören farklı akademisyenlerin okumalarıyla, etik modaya yönelik bakış açısını genişletebileceğim ve aynı zamanda kitap basılana kadar ürettiğim işleri kavramsal olarak açabileceğim bir kaynak kitap olmasına karar verdim. Başvurduğum pek çok yayın evinden “bu konu okuyucusunu bulamaz” şeklinde yanıt aldım. Ekolojik yayınlar üreten yayınevlerinin bir bölümünün de sadece çeviri kitaplara fırsat verdiğini gözlemledim. Yeni İnsan Yayınevi’ne başvurduğumda bana bir hafta içinde geri dönerek “Sürdürülebilirlik ve modanın bir arada ele alınabileceğini hiç düşünmemiştik, bu kitabı basmak istiyoruz.” diye yanıt verdiler. Böylece benim yazarlık sürecim de başlamış oldu. Bu kitap hayatımda çok şey değiştirdi, her şeyden önce beni akademi dışına çıkardı ve daha geniş kitlelerle buluşmamı sağladı.
Sürdürülebilir Moda nedir? Sürdürülebilir moda sizce mümkün mü? Neden sürdürülebilir olana yönelmeliyiz?
Sürdürülebilir modayı, modanın üretim ve tüketim süreçlerinde gezegensel düşünceye ve sosyal adalete odaklı bir ekonomik gelişme olarak tanımlayabilirim. Moda endüstrisinin küresel ve büyüme odaklı mevcut tedarik zincirinde yap-kullan-at modelini benimseyen doğrusal ve atık yaratan bir sistem inşa edildi. Bu sistem sürdürülebilir değil, çünkü sistemin içinde oluşan arıza ve hataları telafi etme şansı olmadığı gibi işletilebilmesi için doğal kaynakları tüketmesi ve insanı sömürmesi gerekir. Her şeyin en ucuzunun makbul olduğu ve doğada her şeyin ölüsünün daha değerli olduğu bir çağ yarattı insanoğlu. Moda endüstrisi de bu anlayıştan en fazla nasibini alan ve etkilenen, aynı şekilde etkileyen bir endüstri. Yarattığa hıza ve niceliğe dayalı döngüsüyle küresel iklim krizinin, biyoçeşitliliğin tehlikeye girmesinin, doğal su kaynaklarının ve biyolojik hayatın bozulmasının ve aynı zamanda modern köleliğin en önemli aktörlerinden biri. Bu sistemin bir sonu olmadığının artık endüstrisinin biçimlendiricileri de farkında. Sorumlu, izlenebilir, ölçülebilir bir üretim tüketim döngüsü ile yavaşlayarak, küçülerek dayanışma içinde bu kısır döngüyü iyileştirip onarabiliriz.  
Doğaya ve çevreye verdiğimiz zararın etkilerini yaşanan iklim krizleriyle ve salgın hastalıklarla görüyoruz. Doğadaki canlılara zarar vermeden yaşam felsefesini modaya nasıl uyarlayabiliriz?
Yaşadığımız süreç bize gösterdi ki gezegenin her hangi bir diliminde olan bir şey hepimizi etkiyebiliyor ve küçük kıvılcımlar büyük yangınlara, küçük titreşimler fırtına ve felaketlere neden olabiliyor. Koronavirüs salgınında da gıda zincirindeki dengelerin bozulması ve yabanıl hayatla ilişkilerimizin saygısız ve sorumsuzca inşa ediyor olmamızın sonuçlarını gördük. Moda endüstrisine baktığımıza bu dengesizliğin bir paradigmasını görüyoruz. Arzu nesnesi olan şeyler üretip tüketmek için ve çoğunlukla da ucuz ve daha fazla yapabilmek için doğadaki bütün kaynakları sorumsuzca tüketiyoruz, bizimle aynı gezegeni paylaşan insan dışı dostlarımıza eziyet ediyoruz ve dünyanın bir ucunda bu giysileri üretmek için can veren sömürülen insanları görmezden geliyoruz. Ahimsa felsefesi tam olarak da bu bakış açısına karşı nesnelere, kaynaklara ve onları yaratmak için gereken emeğe nasıl saygı ve nezaketle yaklaşabiliriz sorusuna cevap arıyor.
Moda alanında sürdürülebilirliğin ekonomik ve endüstriyel boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Konvansiyonel olarak kabul ettiğimiz büyüme odaklı doğrusal ekonomik modelin sürdürülebilir bir sistem yaratmadığını gördük. Bu yüzden bu işleyişi döngüsel, paylaşımcı, işbirlikçi bir karaktere evirmeliyiz. Bugünlerde sıkça söz edilen ve hedeflenen döngüsel ekonomi modeli sürdürülebilirlik felsefesini endüstriyel ölçekte uyarlayabilmek için fırsatlar sunuyor. İhtiyacımız kadar üretmeyi, sürece giren kaynakların ve malzemelerin çıktıların başka ürünler için girdi oluşturacağı döngüsel ve kapalı devre bir süreci gerçekleştiren bir üretim hattını; ve sahipsizlik ve mülkiyetsizlik ilkesini benimseyen kiralama, takas, yeniden satış gibi servis ekonomilerini hayata geçirmek mümkün.
Moda hızlı üretim ve tüketim döngüsü ile sürdürülebilir olmayan bir sektöre dönüşmüş durumda. Çevre kirliliği, doğal kaynakların tüketimi ile yol açtığı ekolojik tahribatın beraberinde, iş gücüne dayalı bir sektör olduğu için adil olmayan bir çalışma biçimine de yol açıyor. Şuan ki noktada bir değerlendirme yapacak olursanız pandemi moda sektörünü nasıl etkiledi?
Bir taraftan tüm bu sorunlara yönelik bir farkındalık yarattı virüs, herkesin vicdanını harekete geçirdi. Yavaşlama, sezonsuzluk, döngüsellik, yerellik gibi değerler anlaşılmaya ve uygulanmaya başlandı. Tüketici kötümserliği ve değişen tüketim alışkanlıkları özellikle Z kuşağında markaların sürdürülebilirlik faaliyetlerinin sorgulanmasına yol açtı. Diğer taraftan siparişlerin durdurulmasına, ödenmemesine giden süreçte sömürülen çoğunluğu kadınlardan oluşan iş gücü aç kaldı, yoklukla yoksunlukla yüz yüze bırakıldı. Sosyal mesafe sosyal medyadan yayılan fikir özgürlüğünü kışkırttı ve dayanışma kültürünü açığa çıkardı. Bunun etkisini yazar Elizabeth Cline’nın başlattığı payup kampanyasıyla gördük. Diğer taraftan sürdürülebilirlik tavrında “mış gibi” yapan markaların sayısı arttı ve yeşil aklama popüler bir pazarlama biçimi haline geldi. Ancak sürecin bu tür karakterleri zamanla açığa çıkaracağına ve etik bir yola girildiğine inanmak istiyorum ben.
Yeni kitabınız “Modada Yavaşlık” önceki kitabınızdan farklı olarak okuyucuya nasıl bir dünyanın kapılarını aralıyor? “Modada Yavaşlık” nedir? “Modada Yavaşlık” sadece kıyafetlerimizi nasıl üreteceğimiz, nasıl seçeceğimiz noktasında mı yol gösteriyor?
Sürdürülebilir Moda, daha fazla tüketici bilincine odaklanan bir kitaptı; giysilerimizle olan ilişkilerimizi, fiziksel ve duygusal dayanıklılık olasılıklarını tasarım eylemi çerçevesinde inceliyordu. Ayrıca biraz da kişisel yolculuğumun kolektif hafızaya taşınmasının bir kaydı oldu. Modada Yavaşlık kitabı, yavaşlık felsefesini ve modaya olan yansımalarını farklı üretim ve tasarım modelleri ile ele alan bir kitap. Dünyadaki ve Türkiye’deki yavaş moda uygulamalarını bir paradigma olarak ele alarak bu çerçevede uygulanan tasarım metotlarını, kullanılan kaynakları, tedarik zincirini, insan gücü ve emek prensibini, eğitim modellerini, ekonomik modelleri, tüketim modellerini “ yavaş moda” olgusunu ve külliyatını güncelleyerek, aynı zamanda bu olguyu yüceltmekten kaçınarak objektif bir bakış açısıyla sunuyor. Konunun zamanlılığından da kaynaklı biçimde daha çok endüstride çalışan veya start-up markalarını oluşturmaya çalışan genç tasarımcılar tarafından okunuyor.
Tekrar pandemi sürecine dönecek olursak, pandemi modanın hızını nasıl etkiledi? Modanın yavaşlamasını sağladı mı?
Böyle bir söylem var evet. Koşullardan kaynaklı biçimde, tedarik zincirinin tıkanması ve tüketici alışkanlıklarının ve ihtiyaçların değişmesi sebebiyle yavaşlıktan ve sezonsuzluktan bahsedilmeye başlandı. Ekolojik yıkımdan sorumlu hisseden moda devleri sürdürülebilirlik konusunda hızla aksiyon aldılar. Lüks moda markaları 2019 sonlarında G7 zirvesinde imzaladıkları Moda anlaşmasıyla giysileri yakmama kararı almışlardı, zaten pek çok Avrupa ülkesinde tüketici üzerinde de yaptırım oluşturan yasalar çıktı. Sanırım bunun da etkisiyle geçmiş sezonlardan kalan koleksiyonları yeniden satış ve ileri dönüşümle değerlendirmeye başladı markalar. Diğer taraftan ihtiyaçlar ve beklentiler değiştiği için spor giyim ve ev giyiminde bir patlama yaşanıyor. Hayatımıza yeni tekstil nesnesi olarak giren maske de büyük bir açlıkla tüketiliyor ve yeni bir niteliksiz atık türü yaratıyor ne yazık ki. 
“Modada Yavaşlık” modanın, değişimi sıklıkla empoze etmeye çalışan yapısını değiştirebilir mi?
Moda açısından yavaşlık modanın sezon döngüsüyle dayatılan kronolojik zamanına değil, giysilerin gerçek zamanı olan kairolojik zamanını izlemeyi gerektiriyor. Uzun ömürlü, yatırım değeri olan, zamansız, yerel değerlere, el emeğine değer veren, üretici ve tüketici arasında şeffaf ve izlenebilir bir ilişki kuran bir anlayış ve işleyişi ifade ediyor. Yavaş moda ise bu felsefeyi endüstriyel ölçekte iş modeli olarak uygulayan küçük ölçekli butik üretim ve pazarlama modelini vurguluyor. Elbette bu anlayış ve bu tür bir iş modeli niceliğe ve yeniliğe odaklı küresel ölçekte endüstriyel modellere göre modanın değişim hızını hatta zamanını yeniden tanımlıyor.
“Modada Yavaşlık” nasıl bir ekonomik model öneriyor? Topluma ve doğaya kazanımları neler?
Kitabın içeriğinde de vurguladığımız gibi yerel ve dağınık ekonomiler, döngüsel ekonomi, küçülme ekonomisi, işbirlikçi ve paylaşım ekonomileri ve tüketicinin üretken olduğu türetim ekonomisi yavaşlık paradigmasına uygun. Bu tür ekonomik modeller sürdürülebilir ekonomi yaratmak açısından daha güvenilir bir zemin oluşturuyor. Çevresel etkisi açısından bakacak olursak döngüsel bir modelin geri dönüşüm ekonomisine kıyasla atıksız ve kapalı devre bir sistem yarattığını, paylaşım ekonomisinin üretmeme ilkesini getireceğini, türetim ekonomisiyle birlikte tüketicinin söz sahibi olduğu ve ihtiyaçlar doğrultusunda piyasayı yönlendirdiği daha katılımcı ve eşitlikçi bir toplumsal yapı oluşturabileceğini düşünebiliriz. Benzer biçimde yerellik de küreselin yok saydığı pek çok gizli kalmış yerel değer ve becerinin, halkların sosyal refahını geliştirecek biçimde dünya düzenini değiştireceğini öngörebiliriz.
Şölen Kipöz Kimdir?
Şölen Kipöz ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde lisans ( 1989 ),  Dokuz Eylül Üniversitesi GSTF Tekstil Tasarımı Bölümü’ nde Yüksek Lisans (1995), Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’ nde doktorasını ( 1998) tamamlamış ve ardından İtalyan hükümetinin verdiği bursla Bologna Üniversitesi’ne doktora sonrası araştırmasını tamamlamıştır. 2001 yılından bu yana İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nde Moda Tasarımı ve Kuramı alanında dersler veren Doç. Dr. Şölen Kipöz İEÜ Tasarım Çalışmaları Master ve Doktora programının da eğitmenlerinden biri olarak pek çok yüksek lisans tezi ve programının ilk doktora tezininin yürütücülüğünü tamamlamıştır. Ahimsa: Giysilerin Öteki Yaşamı (2012) adlı kişisel sergisi, Portİzmir3 Uluslararası Çağdaş Sanat Trienali (2014) kapsamında sergilenen kavramsal tasarım çalışmalarının ardından Asteya: Atıksız üst dönüşüm (2017) adlı kavramsal moda tasarım projesi ile Re-Claim/ Yeniden Kazanım adlı sergiye katılmıştır. Moda çalışmaları alanında pek çok uluslararası bildiri, makale ve kitap bölümüne yazarlık yapan Kipöz’ ün hazırladığı kolektif kitabı Sürdürülebilir Moda (2015) Türkiye’de etik ve yavaş bir moda anlayışının yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Kullanıcı tarafından üretebilen ve giydirilebilen bez bebek tasarımı faydalı model olarak Türk patent enstitüsünden tescillenmiş, bu projeyi kadınlar, çocuklar ve gençlerle işbirlikçi tasarım modeli olarak uygulamış, 2017 yılında Londra Kraliyet Akademisi’nde sunmuştur. 2020 yılında yayınlanan hazırlanmakta olan “Modada Yavaşlık” adlı kitabın da editörlüğünü yapmıştır.