Roboski: 34 canın katledildiği köyde ağıtlar göğü deliyor
Gökten yağan bombalarla katledilen 34 can… 28 Aralık’ta katledilen çocuklarının parçalarını torbalara koyarak sonsuzluğa uğurlayan kadınların yası hiç bitmiyor. 10 yıldır adaletin gelmediği köyde, ağıtlar göğü deliyor. Roboskili bir anne iki elini katledilen 34 canın yer aldığı fotoğrafa uzatarak gelmeyen “adalet”e isyan ediyor. 10 yıldır karalara bürünen kadınlar, her güne aynı acı ile uyanıyor.
MEDİNE MAMEDOĞLU
Şırnex – Türkiye’de nereye giderseniz gidin her köşe başında “Adalet” isteyenlere rastlarsınız. İhraç nedeniyle işinden olanlar, haksız yere cezaevlerinde yıllarca tutulan siyasetçiler, cezaevlerinde yaşanan baskılar, hasta tutuklular, cenazelerin ailelere verilmemesi, yıllardır kaybedilen yakınlarını arayan aileler, katledilen kadınlar ve çocuklar, tacizler, tecavüzler, şiddet ve katliamlar… Bu liste uzadıkça uzar… Galatasaray Meydanı’ndan Roboski’ye insanların istediği tek şey “adalet”in sağlanması.
Her güne acıyla uyanıyorlar
Takvim yaprakları 28 Aralık 2011’i gösterdiğinde iki bidon mazot, 20 kilo çay ve iki torba şekerle döndükleri yolda çoğu çocuk 34 Roboskili genç atılan bombalarla katledildi. Katliamın üzerinden 10 yıl geçti, sağlanmayan adalet nedeniyle acılı insanların yas süreci devam ediyor. “Her güne aynı acıyla uyanıyoruz, her gün bize 28 Aralık” diyerek aradan geçen zamanın anlamsız olduğunu ifade eden köylüler, belki gelir diye gök kubbeye “adalet, adalet, adalet” diye bağırmaya devam ediyor. Köyde 34’ler olarak anılan 34 Kürt, 34 kardeş, baba ve oğlun katledilmesinin ardından ne Roboski eski Roboski oldu ne de Kürde yağdırılan bombalar durdu.
Devlet 34’leri tanır mı hiç?
Kürdün acısını, ölülerini anmaya 12 ay yetmezken, Aralık’a ne çok ölüm sığdırdık diyerek başlamak istiyorum sözlerime. Çünkü beni de vicdan sahibi her Kürt gibi Aralık’ta yaşadığımız katliamlar ve acılar büyüttü. Sur, Cizre ve Silopi’de yaşanan katliamların yıllar öncesinde televizyon kanallarına, “Uludere’de 34 kaçakçı vuruldu” başlıklı bir haber düştü. Olayda katledilen 34 Kürdün isimleri, ardında bıraktıkları ve hayalleri Ankara’nın sisli havasında “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyenlerin umurunda olmadı. Ne 13 yaşındaki Orhan Encü, ne üç çocuğuna bakmak için sınıra giden Osman Kaplan ne de babasının görmeyen gözlerine derman olmak isteyen Bilal Encü’yü tanımıyordu devlet. Sahi Roboski’den önce Ceylan, Uğur ya da Nihat adındaki Kürt çocuklarını tanımayan devlet Roboski’de katledilen 34 Kürdü tanır mıydı hiç?
Yıllar geçse de yapılanlar değişmedi
Aslında bunun için o kadar uzağa da gitmemize gerek yok. Katır sırtında taşınan 34 köylünün resmi 21’nci yüzyılın ortasında bir şehrin göbeğinde yeniden fotoğraflandı. Cezaevinde şüpheli şekilde yaşamını yitiren tutuklu Garibe Gezer’e Mardin’de cenaze aracı verilmedi. Küçük bir kamyonun arkasına konulan tabutu ve üstünde ağıtlar yakan annesi Roboski gibi hafızalarımıza yer edindi. Coğrafya Şırnak değil, katır sırtında taşınmanız için Şırnak’ın ücra bir köyünde yaşamanız gerekmiyor ki, Kürt olmanız yeterli.
Anneler karaya büründü
Gelmeyen adaleti bir kenara bırakıp gerçek adaleti ahları ile getirecek olan annelere çevirelim gözümüzü. 10 yıldır yaslarını yerden kaldırmayan ve kara elbiselerini çıkarmayan annelere… Katliam gününde olduğu gibi yine karlı dağları ile bizi karşılayan Roboski’de aradan geçen zaman hiçbir şey değiştirmedi. Katliam gününde olduğu gibi “Belki oğlumuz erken gelir” diyerek kapısını açık bırakan ve gözüne uyku girmeyen annelerin kapıları belki bir umut denilerek hala açık tutuluyor. Bizi kara elbise ve uykusuz gözleri ile karşılayan anneler, 10 yıldır aynı güne uyanarak yaşamlarına devam ediyor. Oysa herkes bilir beyaz tülbent Kürt annesi için barışı simgeler. Beyaz tülbentleri ile gittikleri her yerde barış isteyen Kürt annelerinin kaderini Roboski’de de ölüm ayırıyor. Barışı simgeleyen tülbentleri atan Roboskili anneler, “Adalet gelene kadar” diyerek kara tülbentlerini başlarından çıkarmayacakları sözünü veriyor.
Sözün bittiği yer…
Kameramızı açtığımız gibi anne Halime Encü, “Adalet, adalet, adalet” diyerek 34’lerin duvarda asılı resimleri önünde ağıt yakıyor. 34 kişiden çoğunun akrabası olduğunu ifade eden Halime Encü, oğlu Serhat’ın fotoğrafına bakarak bize 10 yılda ne yaşadığını, gelmeyen adaleti uyku girmeyen gözleriyle anlatmaya başlıyor. O anlatırken biz dinliyoruz, anlattığı acılara rağmen tek bir gözyaşı akmayan Halime Encü’nün gözyaşı kanallarının kuruduğunu ise konuşmasının sonunda öğreniyoruz. Serhat’ın evi katliamın yaşandığı dağın tam karşısında yer alıyormuş. Her sabah aynı dağa bakarak güne başlayıp yine geceleyen bir anne için ne yazsam anlamsız gibi geliyor bana. Annenin de konuşmasında dediği şey tam bu durumu özetliyor: “Sözün bittiği yerdeyiz diye bir söz var ya, işte bizim de öyle işte.”
“Hangi ağıt çektiklerimize derman olur”
“Ne desek hangi ağıtı yaksak çektiklerimize derman olmaz. Yaşadıklarımızı cümlelere dökemeyiz” diyen Halime annenin oğlu Veli Encü aslında tam da katliamın yaşandığı gün acısını haykırarak annesinin anlatamadıklarına tercüme oluyor. Ağıt yakarak, “Önce işkence ettiler. Sonra göç ettirildik, sonra koruculuk sistemini bize dayattılar. Sefalet, yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm ettiler. En sonda öldürdüler bizi, öldürdüler… Allah’ım bu acıları duy… Allah’ım acımızı duy Allah’ım…” diyen Veli Encü katliamın yaşandığı günden sonra kendisini Roboski’ye gelecek adalet mücadelesine adadı. Bunu yaparken üç sene önce tutuklanarak cezaevine giren Veli Encü’ye “örgüt üyeliği” iddiasıyla 5 yıl hapis cezası verildi. Yani anlayacağınız henüz iki aylıkken tutuklanan babasını göremeyen 3 yaşındaki Raperin hem amcasız hem de babasız bırakıldı.
Gelmeyen adalet Kadriye Encü’yü yaşamdan kopardı
“Gece ikiydi, bizi aradılar, ‘bomba düştü’ dediler, ne olduğunu anlamadan koştuk. En önden anneler gidiyordu, kimi yalın ayak, kimi de sadece çorapları ile çıkmıştı bu karlı yola” diyor aileler. Katliam günü yaşadıklarını anlatan bir anne, “Aileler çocuklarının parçalarını kendi elleriyle toplayıp torbalara koydu. Onları çoraplarından, üstlerinde bulunan formalardan ve ellerindeki bastonlardan tanıdık” diyordu. Bu kadınlardan biri de Kadriye Encü’ydü. Yıllarca “Adalet”in sağlanması için mücadele yürüten Kadriye Encü kısa bir süre önce kalp krizinden yaşamını yitirdi.
Kadriye Encü’nün ölmeden önceki sözü: Oğlumun kanını satmam
Kadriye Encü ölmeden önce yaşananlara dair, “Oğlum Hamza Encü 80 kiloydu,80 kiloluk oğlumu bir poşete koyup verdiler. Oğlumun parçalanmış bedenini bir poşete koyup gömdüler. 10 yıldır parçalanmış oğlumun mezarında ağıtlar yakıyorum” ifadelerinde bulunmuştu. Acısıyla yıllarını geçiren Kadriye Encü, kalbine ağır gelen acısını ve adalet vasiyetini onlarca anneye bırakarak yaşama veda etti. Kadriye Encü’nün geriye devletin tazminat dayatmalarına karşı kullandığı, “Oğlumun kanını satmam. Benim oğlum satılık değil” sözleri kaldı. Katliamdan sonra tüm eylemlere katılan Kadriye Encü’nün tek isteği adaletti onu da göremeden hayata gözlerini yumdu.
“Çocuklar katliamın acısıyla büyüyor”
Köylülerin 10 yıldır tek gündemi katliamda yaşananlar… Katliamdan sonra doğan çocuklarda katliamın yası ve acısıyla büyüdü. Katliamdan sonra doğan her çocuk kaybettiği abisi, kuzeni, babası ya da dayısının fotoğraflarına bakarak büyüyor. Evlerinde sadece bir fotoğraf karesinde yer alan ama ömürlerine işlenen yakınlarına ne olduğunu her senenin Aralık ayında yeniden yeniden öğrenecekler.
34’lerin hikayesiyle büyüyen Adem her gün mezarlıkta
Ne yazsam karşılığı olmaz, acı karşısında her söz kifayetsiz kalır diyerek annelerle konuştuktan sonra Roboski Mezarlığı’na gidiyorum. Kara mezar taşları, karlı dağlar ve üstümüzde uçan uçakların sesleri bana çok tanıdık geliyor. Biz yaşanılan acıyı betimleyecek söz arayalım, mezarda bir anda elinde iki poşetle yürüyen bir çocuk gözümüze takılıyor. Ses etmeyerek baktığımız çocuk mezarların kime ait olduğunu ezberlemiş gibi nereye gittiğini bilerek yürüyor. Başında durduğu iki mezarın önünde önce dua okuyan ardından mezar taşlarını öpen çocuğun adı Adem. Öptüğü mezar taşları ise o henüz 10 aylıkken katliamda yaşamını yitiren abisi Nevzat Encü ve kuzeni Şirvan Encü’ye ait.
Yaşı ilerleyen annesine eşlik ediyor
Abisinin anıları ile büyüyen Adem, hava koşullarına aldırış etmeden her gün mezarlığın yolunu tutuyor. Yaşı ilerleyen annesine sürekli eşlik ediyor. Annesi ile birlikte mezarlık başında abisi ile hasret gideriyor. O dönem yayınlanan Roboski hikâyelerinde Nevzat Encü kendi hikâyesini şöyle anlatıyor: “Özlemlerimi soğuk toprağın bağrına gömen ve katırıyla ölenlerdenim. Ben Nevzat Encü’yüm. Çok sürmedi, beni de “on ikiden” vurdu “kahraman” pilot! Bende yedim o demir kanatlı kuşun o lanet meyvesinden, yedi kat gök delindi feryadımdan, yedi kez “oley!” dedi pilot ver arkadaşları, yedi parçasını bulabildiler vücudumun..”
“Adalet yerini bulmalı”
Biz Kürtlerinin ortak noktası olan acıların tam orta yerinden Roboski’den kara mezar taşlarının arasında yürürken hiç paylaşamadığım insanların acılarını bunları yazarken hissediyorum. Her şey bittiğinde orada tanıdığım insanları karlı dağları, anıları ve yoksullukları ile baş başa bırakıp geri döndüğümde yanıma aldığım şeyler hikâyeden ibaret olmuyor. Aklımı orada bırakıp acılarını yanıma alarak dönüş yolunda, tarihin kara sayfalarına gömülmek istenen bu katliam için aileler gibi aynı şeyi bende diliyorum: “Adalet yerini bulmalı…”
Roboski için yazılmış onca şiir, çekilmiş belgesel ve söylenmiş sözlerden geriye Grup Abdal’ın 34’ler için okuduğu şu şarkı sözlerini buraya bırakıyorum. Her daim hatırlansın diye…
Ezim ez dayê, tû negrî (Benim ben anne ağlama)
Kurê te dest bi hinne ye (Eli kınalı oğlun)
Ne berfa sipî boze hêvî (Ne beyazımsı kardır umut)
Ne çiya repreşe ( Ne de kapkara dağdır)
Oy berxê min a bê mirad (Oy benim muratsız kuzum)
Oy berxê mîn a dil şewat (Oy benim yüreği yanmış kuzum)
Berfa berfîna dihele (Kardelenlerin karı erimekte)
Roboskî ka bêje kî hat? (Söylesene Roboski gelen kim?)
Sona erdi...