Ortadoğuda devlet krizi ve kadın: Libya

Libya’da iç savaşla birlikte şiddet normalleştirilip derinleştirilerek devam ettiriliyor. Kadına dönük şiddet yapısal bir olgu olarak erkek egemenliğini pekiştirmek ve siyasal hiyerarşiyi yeniden üretmek için kullanılan bir araç hâline geliyor.

GHADIR EL-ABBAS

Haber merkezi – Libya toplumunda kadına yönelik şiddetin kökleri derinlere uzanırken; bu şiddet yalnızca ev içi ya da toplumsal alanlarla sınırlı kalmıyor, siyasal ve kurumsal düzeyde de cinsiyetçiliğin ideolojik olarak benimsenmesiyle besleniyor. Bu ideolojik zemin, şiddeti meşrulaştıran en belirgin dayanak hâline geldi. Ulus-devlet yapısında ortaya çıkan derin çatlaklar, ülkeyi çözülmesi zor bir çelişkinin ve uzun süreli bir savaşın içine sürüklerken, sömürge geçmişi ve iç savaşın yarattığı krizle şekillenen devlet yapısı, kadınlar açısından çıkışı zor, baskıcı bir sisteme dönüştürüyor. Parçalanmış Libya devletinin kadın politikaları ve yasaları, erkek egemen bir zihniyet temelinde biçimlenmiş; bu da hem kadınların toplumsal varlığını sorgulatan hem de şiddet kültürünü yeniden üreten bir düzeni beraberinde getiriyor. Aslında devletin yaşadığı temel handikaplar ve çelişkiler, son yıllarda giderek muhafazakârlaşan, dincilik ve cinsiyetçi bir kadın politikasından kaynaklanıyor. Kadınlar, kendilerine ait olmayan bir savaşın içine çekilirken, çeşitli biçimlerde şiddete maruz bırakılıyor ve bununla birlikte onları kamusal alandan uzaklaştıran birçok yasa ve hukuki düzenlemeyle adeta devlet tarafından kuşatma altına alınıyor.

Parçalanmış bir ülkenin zerzenişleri

2011’den bu yana ülke siyasi ve güvenlik açısından derin bir parçalanma yaşıyor. Güç merkezleri, birbiriyle rekabet eden hükümetler, çeşitli silahlı gruplar ve bütünlükten yoksun güvenlik aygıtları arasında dağılmış durumda. Doğu Libya, çözümü askerî güçte ve katı bir merkezi otorite kurmakta gören Halife Hafter liderliğindeki askerî-parlamenter yapı tarafından yönetilirken; batıda uluslararası meşruiyete sahip, ancak silahlı grupların etkisi altında hareket eden Abdulhamid Dibeybe’nin Ulusal Birlik Hükümeti bulunuyor. Bu kurumsal parçalanma, ülkeyi cezasızlığın olağan hâle geldiği bir zemine sürüklüyor. Bugün Libya, hem bölünmüş siyasi yapısıyla hem de uluslararası güçlerin ticari ve askerî rekabet alanına dönüşmesiyle ağır bir kriz altında. Militarist politikaların gölgesinde sıkışmış bir ülke olarak, dağınık iktidar yapılarına ve dış müdahalelere karşı sürekli bir mücadele içinde olduğu gerçeğini görmek gerekir.

Bu koşullar altında kadınlara yönelik şiddet, hem bir kontrol mekanizmasına dönüşmüş durumda hem de yeni Ortadoğu düzeninde öngörülen, erkek egemen Libya modelinin adeta ön provasını yapıyor. Yargı kurumlarının kadınlara kapılarını kapatmasının ardındaki temel etkenlerden biri de, hâkim olan kabile siyasetinin kadınları sadakat üzerinden tanımlaması. Bu yaklaşım, kadınların adalete başvurmasını ve haklarını elde etmesini neredeyse imkânsız hâle getiriyor. Bu durum yalnızca ev içi ya da toplumsal şiddetle sınırlı değil; siyasal ve kurumsal şiddet de belirgin biçimde artmış durumda. Devletin mevcut araçları kadınları kısıtlamak için kullanılıyor. Seyahat yasakları, dijital ortamda yürütülen organize karalama kampanyaları bunun en görünür örnekleri.

Göç, kamplarda hayat ve şiddet üçgeninde kadınlar

Kadınların yaşadığı trajedi, çatışmanın ve ülkeyi saran bölünmüşlüğün tam merkezinde daha da görünür hâle geliyor. 2011’deki rejim değişiminden bu yana Libya bir türlü istikrara kavuşamazken, bu süreçte en fazla zarar görenler kadınlar oluyor; ancak aynı zamanda en çok direnen, sesini yükselten ve varoluş mücadelesini kararlılıkla sürdürenler de yine kadınlardır. Çatışma, Tawergha, Merzuk ve Sebha gibi kentlerden binlerce aileyi yerinden etti. Yerinden edilen kadınlar, güvensiz koşullar içinde daha fazla sömürü ve istismar riskiyle karşı karşıya kaldı. Uluslararası Göç Örgütü’ne göre 2025 başında Libya’daki göçmen ve yerinden edilmiş kişilerin sayısı 858 bin 604’e yükseldi; bu sayı 2024 sonunda 824 bin 131 idi. Bu artış, ülkenin giderek derinleşen bir krizle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Söz konusu nüfusun yaklaşık yüzde 22’sini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor; bu da onların nasıl kırılgan bir konumda olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.

Yerinden edilenlerin ve göçmenlerin önemli bir kısmı Sudan, Nijer, Mısır ve Çad gibi ülkelerden geliyor. Bununla birlikte Libya’nın kendi kadınları da iç göç, güvensizlik ve barınma kaybı gibi sorunlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Tüm bu zorluklara rağmen kadınlar geri çekilmedi. Birçoğu kabileler ve silahlı gruplar arasında yürütülen yerel arabuluculuk çalışmalarına katıldı; yerinden edilmiş kişilere psikolojik ve sosyal destek sağladı. Bugün giderek yükselen kadın sesleri, kadınların ortak ve kurucu bir aktör olacağı bir sistemin inşasının ulusal istikrar sürecinin vazgeçilmez bir parçası olması gerektiğini güçlü biçimde dile getiriyor.

Şiddetin Tırmanışı

Libya, yıllar içinde çoklu nüfuz alanlarına bölünürken toplumsal cinsiyetcilik temelli şiddet de gölgede kalan ancak en derinleşen olgulardan biri hâline geldi. Şiddet; evlerin içinde, sokaklarda, gözaltı merkezlerinde ve kamplarda giderek yayılırken, devletin siyasi ve güvenlik öncelikleri bu alanı görmezden geldi. Güç dengeleri değişip öncelikler sürekli yer değiştirirken, kadınlar ve kız çocukları bu istikrarsızlığın bedelini ödeyen ilk kesim olarak öne çıkıyor. Devletin yasalarında kadınların haklarını güvence altına alan ve şiddet karşısında failleri etkili biçimde cezalandıracak bir anayasal zeminin bulunmaması, durumu daha da ağırlaştırıyor.

Sahadaki tanıklıklar ve insan hakları raporları, şiddetin artık geleneksel kalıplarla sınırlı olmadığını; toplumsal normların ya da aile içi anlaşmazlıkların ötesine geçerek daha karmaşık biçimler aldığını ortaya koyuyor. Güvenlik yapısının çöküşü, silahlı grupların işlediği suçlar ve ekonomik gerilemenin yarattığı baskılar, hem aileler üzerindeki yükü artırdı hem de kadınların fiziksel, psikolojik ve cinsel nitelikli şiddet riskini büyüttü. Birçok durumda bu uygulamalar “aile mahremiyeti” söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bunun yanında, şiddetten kurtulan kadınlar damgalanma korkusu nedeniyle çoğu zaman sessiz kalmayı tercih ediyor.

2025 bilançoları şiddetin artışını gösteriyor

Ajansımızın, doğu bölgesindeki İçişleri Bakanlığı Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi’nden elde ettiği veriler, toplumda farklı biçimlerde yaygınlaşan şiddetin korkutucu boyutlara ulaştığını ortaya koyuyor. Şiddet yalnızca kadınları değil, erkekleri ve çocukları da kapsıyor; herkes bu döngünün içinde. Verilere göre, son üç ay içinde:

  • 28 şüpheli ölüm vakası,
  • 160 katletme,
  • 7 çocuklara yönelik cinsel saldırı  (yalnızca bildirilenler),
  • 26 kaçırma vakası kaydedildi.

Rakamlar artmaya devam ederken, verilerin açıklanmasındaki belirsizlik ve özellikle kadınlara ilişkin sayıların gizli tutulması dikkat çekiyor. “Ağır yaralama” kategorisindeki vakalar üç ayda 224’e ulaşarak ciddi bir seviyeye yükselmiş durumda; “basit yaralama” ise 161 olarak kayıtlara geçti. Ajansımızın ağır ve basit yaralamanın tanımı ile kadınlara yönelik vakaların ayrı bir istatistiğini talep etmesine rağmen, İçişleri Bakanlığı Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi bu sorulara yanıt vermedi ve açıklama yapmayı reddetti.

Aile yapısına kökleşmiş şiddet

Bireysel vakaları takip ettiğimizde, şiddetin yalnızca fiziksel bir eylem veya doğrudan bir tehdit ile başlamadığını görüyoruz; aksine, şiddet, geleneksel rolleri yeniden üreten ve erkek egemenliğini günlük yaşamın geniş alanlarında meşrulaştıran sosyal bir yapıya kök salıyor. Bu durum, şiddet olgusunu daha karmaşık hâle getiriyor; kültürel, ekonomik ve siyasi unsurlar birbirine giriyor ve şiddetle mücadeleyi çok katmanlı reformlar gerektiren bir çalışma hâline getiriyor. Bu reformlar, yasaları, farkındalık çalışmalarını, destek hizmetlerinin geliştirilmesini ve faillerle profesyonel bir şekilde ilgilenebilecek aktörlerin güçlendirilmesini kapsıyor. Uluslararası Af Örgütü’nün Haziran 2024’te Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi’ne sunduğu rapora göre, ihlallerin yaygınlığı ve etkili yasal düzenlemelerin olmaması, kadınları ülkenin farklı bölgelerinde en riskli gruplar arasında ön plana çıkarıyor.

Gözaltı Merkezlerinde Şiddet

Libya, göçmenler ve mülteciler için önemli bir geçiş noktası; ancak bu kişiler, özellikle kadınlar ve kız çocukları, şiddet ve istismara karşı artan risklerle karşı karşıya. Kadın ve kız mültecilere yönelik şiddet, tecavüz, cinsel saldırı, psikolojik ve duygusal istismar şeklinde kendini gösteriyor. Cinsel saldırı genellikle tek bir olayla sınırlı kalmıyor; mülteci ve göçmen kadınlar, farklı failler tarafından tekrar tekrar çeşitli cinsel şiddet biçimlerine maruz kalıyor. Bu grupların geçici ve dağınık yapısı nedeniyle, göçmen kadın ve kızların maruz kaldığı şiddeti kapsayan kapsamlı veri toplamak son derece zor olabiliyor.

Libya’daki gözaltı merkezlerinin duvarlarının ardında sessiz trajediler yaşanıyor. Birleşmiş Milletler ve uluslararası insan hakları örgütlerinin 2025 raporları, Trablus’ta gözaltı merkezlerinde işkence izleri taşıyan cenazelerin bulunduğunu ve sistematik fiziksel şiddet ile zorla kaybetmelerin uygulandığını belgeledi. Bu trajediler ve bulgular sürpriz değil; çünkü tanıkların ve kurtulanların anlattıkları, insanlık dışı gözaltı koşullarını doğruluyor. İşkence, kontrol ve insan onurunu kıran bir araç olarak kullanılıyor. Diğer merkezlerde, özellikle yasadışı göçmenler için olanlarda, tecavüz, zorla çalıştırma ve maddi şantaj vakaları rapor ediliyor.

Yasalar bir tek erkek-devlet için var

Libya’da toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ele alan kapsamlı bir yasa bulunmamaktadır. Hukuk sisteminin reform edileceğine dair verilen vaatlere rağmen, mevcut yasal düzenlemeler kadınlara dönük şiddettin karşısında duracak yeterlilikte değil. 2017 yılında tasarlanan Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı hâlâ askıda dururken, yürürlükteki mevzuat çoğunlukla ayrımcılığı pekiştiren araçlar niteliğinde olup adaleti sağlamak yerine engellemektedir. Libya yasaları tecavüzü, “onur ve ahlaka yönelik bir saldırı” olarak tanımlamaktadır; bu tanım, suçu dar bir ahlaki çerçeveye indirgiyor ve fiilin fiziksel özgürlük ile insan onurunu ihlal eden yönünü göz ardı ediyor. Dahası, yasalar eşler arasında tecavüzü tanımamakta ve böylece aile içindeki en yaygın şiddet biçimlerinden birini meşrulaştırmaktadır. Failin mağdurla evlenmesine izin verilmesi ise cezadan kaçmayı mümkün kılmakta ve yasayı, mağdurları susturmaya ve zorla uzlaşmaya zorlamaya yönelik bir araca dönüştürmektedir. Bu boşluklar yalnızca yasal yetersizliği göstermekle kalmıyor; aynı zamanda erkek itibarını kadın haklarının önüne koyan bir hukuk sisteminin varlığını da ortaya koymakta ve kadınları şiddete karşı savunmasız bırakıyor.

Kadınlar, kendilerini sorumlu tutan bir toplumla karşı karşıya kalmakta ve sosyal damgalama nedeniyle sessiz kalmak zorunda bırakılmaktadır. Yeterli kadın merkezleri bulunmamakta; psikolojik ve hukuki destek mekanizmaları belirsiz bırakılmakta, öyle ki hayatta kalmak bile kadınlar için yeni bir yük haline gelmektedir. Dijital medya ortamlarında da kadına yönelik şiddet açık ve sistematik bir şekilde devam etmekte; iftira ve şantaj kampanyaları aracılığıyla kadınlar üzerinde ciddi bir korku ve baskı yaratılmaktadır. Libya’daki üniversitelerde düzenlenen bilimsel konferanslar ve seminerler ile parlamento tartışmalarında sunulan yasa tasarılarına rağmen, bu çabalar çoğunlukla yalnızca sözde kalmaktadır. Politik bölünmüşlük, gerçek yasal düzenlemelerin kabulünü engellerken, uluslararası destek de çoğu zaman yalnızca tavsiye niteliğinde kalmaktadır.

Dincilik ve artan kısıtlamalar

Libya’daki dini ve siyasi yetkililer, yalnızca kadın haklarını güvence altına alacak yasaların çıkarılmasını engellemekle kalmamış, aynı zamanda karalama kampanyaları ve kısıtlayıcı fetvalar da başlatmışlardır Bunlar arasında, 2023 yılında Dar al-İfta tarafından verilen ve “toplumsal cinsiyet” teriminin kullanımını yasaklayan fetva da bulunmaktadır; fetva, bu terimin “dini değerlerle çeliştiği” iddiasıyla gerekçelendirilmiştir. Ayrıca, dini baskılar nedeniyle Kadın İşleri Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kadın Birimi arasında imzalanması planlanan ve Kadın, Barış ve Güvenlik gündemini uygulamayı hedefleyen “CEDAW” mutabakatı iptal edilmiştir.

Kasım 2024’te Libya’nın geçici “Ulusal Birlik Hükümeti” İçişleri Bakanı Emad Trablusi’nin, kadınlara zorunlu başörtüsü uygulaması getirilmesi ve kamusal alanlarda cinsler arası etkileşimin yasaklanması çağrısı, ülkede büyük tartışmalara neden olmuştur. Bu karar, “Libya toplumunda ahlaki değerleri pekiştirme” gerekçesiyle öne sürülmüş, sokaklarda “Ahlak Polisi”nin etkinleştirilmesi ve dijital medya platformlarındaki uygunsuz içeriklerin takip edilmesi talep edilmiştir.

Libya’da Ahlak Polisi’nin kökeni Muammer Kaddafi dönemine dayanmaktadır. Bu güç, erkek ve kadınlardan oluşan bir güvenlik birimi olarak kamu davranışlarını denetlemek ve bireylerin toplumca kabul edilen sosyal ve dini normlara uymasını sağlamakla görevliydi. Bu güvenlik birimi zayıf olmasına ve yönetimi aşırı tutucu kişilerce yürütülmesine rağmen, sonraki hükümetler tarafından birkaç yıldır yeniden canlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu kararlar yasal bir temele dayanmamakta ve insan haklarının ihlali olarak değerlendirilmektedir. Temel özgürlükler, genel düzen ve kamu ahlakıyla çelişmediği sürece korunmaktadır; örneğin, hareket özgürlüğü ve giyim seçme hakkı gibi. Kanunun açıkça belirttiği durumlar hariç, örneğin okul üniforması veya özel kurum kıyafetleri gibi.

2025 Seçimleri… Kadınlar Ne Kazandı?

Yıllardır, Libya’da kadınların siyasi hayata katılımı geniş çaplı bir tartışma konusu olmuştur; özellikle de kota sistemi, Libya parlamentosundaki “Seçim Sistemi” yasasına dahil edildikten sonra. Yasaya göre 200 sandalyeden 31’i kadınlara ayrılmıştır; yani oran yüzde 16’yı geçmemektedir. Bu, önceki yüzde 30’luk orana kıyasla ciddi bir düşüş olup, karar alma süreçlerinde daha fazla yer alma hedefi olan Libya kadınlarına karşı açık bir haksızlığı temsil etmektedir.

Kota sistemi ilk kez gündeme geldiğinde, ilan edilen amaç kadınların parlamentoda yer almasını garanti altına almaktı. Ancak oranın düşürülmesi, kadınların güçlendirilmesine yönelik fikirlerin iç dirençle karşılaştığını ve varlıklarının sembolik düzeyde sınırlı tutulmak istendiğini ortaya koymuştur. Birçok aktivist, bu sistemi kadın haklarına yönelik bir ihlal ve kadınları siyasi sürecin tam bir ortağı olma fırsatından mahrum bıraktığı, biçiminde tanımlamış.  2025 yılında yapılan seçimlerde, kadınlar parlamentoda kota tarafından belirlenen minimum oran olan yaklaşık yüzde 16’lık bir sandalyeye ulaşabilmiştir. Bu durum, kota sisteminin kadınların parlamentoda varlığını sağlamakta belirleyici olduğunu gösterse de, aynı zamanda kadınların siyasi hedeflerinin önünü sınırlamış ve parlamentodaki varlıklarını şekilsel bırakmıştır. 

2025 yılı Uluslararası Parlamenterler Birliği raporuna göre, Libya parlamentoda kadınların oranı bakımından dünya sıralamasında 139. sırada yer almaktadır; bu oran oldukça düşüktür. Bu sıralama yalnızca katılım eksikliğini yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda devletin kadınları siyasi olarak uzak tutma yönündeki kasıtlı başarısızlığını ve karar alma süreçlerinde kadınların etkisiz ve sınırlı kalmasını gözler önüne serer. 2025 seçimleri, Libya’daki mevcut kota sisteminin kadınları güçlendirme yolunda yalnızca yarım bir adım olduğunu; aynı zamanda ayrımcılığı pekiştirdiğini ve kadınları hak ettiklerinden daha düşük bir konumda tuttuğunu göstermiştir. Libya’nın ihtiyacı yalnızca ayrılmış sandalyeler değil, kadınların toplumdaki rolü ve çatışma ile dönüşüm süreçlerindeki fedakarlıklarıyla orantılı olarak karar alma süreçlerinin temel bir parçası olmasını sağlayacak gerçek bir siyasi iradedir.

İlahların otoritesi yasanın önüne geçiyor

2023 yılının başında Libya’daki birçok kadın, havaalanı kapılarında uygulamaya konan yeni prosedürlerle şaşkına döndü. Bu durum sıradan bir arama ya da pasaport kontrolü değildi; tek başına seyahat eden her kadına özel bir form doldurtuluyor, kadınlardan yalnız seyahat etme gerekçelerini ve daha önce ülkeyi kaç kez terk ettiklerini açıklamaları isteniyordu. Libya Anayasal Bildirgesi’nin güvence altına aldığı seyahat özgürlüğü, yeni yönetimle birlikte kadınlara yöneltilen çok sayıda soruyla koşullandırılmış, özgürlükleri ise çeşitli kısıtlamalarla daraltılmıştı.  Trablus’taki Mitiga Havalimanı’nda uygulamalar başladığında manzara hep aynıydı: İnsan hakları aktivistleri, gazeteciler ve üniversite öğrencileri uzun kuyruklarda ellerinde resmi belgelerle bekliyor; görevliler ise seyahatle ilgisi olmayan kişisel ayrıntılar talep ediyordu. Kimi kadınların yurtdışına çıkışı engellendi, kimileri ise yolculuklarını ertelemek ya da başka çözümler aramak zorunda kaldı. Kısıtlamaların batı Libya’daki diğer havalimanlarına da yayılmasıyla mesele geniş bir kamu tartışmasına dönüştü; yerel medya ve sosyal platformlarda yoğun tepkiler yükseldi.

Konferanslara katılmak veya eğitim programlarına dahil olmak için seyahate ihtiyaç duyan kadın hakları savunucuları, sivil çalışmalarını tehdit eden yeni bir engelle karşı karşıya kaldı. Artık mesele yalnızca tekniki bir zorluk değildi; kadınlara verilen çok açık bir mesaj vardı: Bir kadının kamusal alandaki varlığı ülke sınırları dışında bile sıkı bir denetime tâbiydi.

Çok sayıda yerel ve uluslararası insan hakları örgütü, söz konusu prosedürleri ayrımcı ve baskıcı olarak nitelendirdi; bu uygulamaların Libya Anayasası’na ve özgür dolaşım ile ayrımcılık yasağını güvence altına alan uluslararası taahhütlere aykırı olduğunu vurguladı. Buna karşın bazı resmi kurumlar, uygulamaları “düzenleyici tedbirler” olarak savunmaya çalıştı; ancak bu açıklamalar kamuoyunu ikna etmediği gibi öfkeyi daha da artırdı. Libya’da seyahat özgürlüğü artık yalnızca yasalarla güvence altına alınmış bir hak olmaktan çıkmış; silahlı grupların ve sahadaki güvenlik aygıtlarının dayattığı emir ve kararların gölgesine girmiştir. Bu gerçeklik, özellikle kadınları, günlük hayatlarında hak ve özgürlüklerini kısıtlayan baskıcı uygulamalarla yüz yüze bırakmaktadır.

Kadın aktivistleri hedef alarak  şiddeti kamusal alanda meşrulaştırma

2014 yılından bu yana Libya’daki kadın aktivistlere yönelik saldırılar giderek daha geniş bir boyut kazandı. Mesele artık yalnızca idari ya da toplumsal baskılarla sınırlı değil; cinayet, kaçırma, işkence ve dijital tehditleri içeren sistematik ihlaller dizisine dönüştü. Bu uygulamalar sadece sıradan kadınları değil, gazetecileri, siyasetçileri ve önde gelen insan hakları savunucularını da hedef aldı; bu da Libya’daki kamusal alanı kadınlar için çok daha tehlikeli hâle getirdi.

Hikâyeler çok. Dosyaları hâlâ karanlıkta kalan tanınmış kadınlar var; bunların başında 2019 yılında Bingazi’deki evinde kaybolan ve o günden bu yana akıbeti açıklanmayan Libya Parlamentosu üyesi Siham Sergiwa’nın vakası geliyor. Aradan altı yıl geçmesine rağmen, Libya’nın doğusundaki yetkililer, onun akıbetini ortaya çıkarmak ya da sorumluları yargılamak için herhangi bir etkili adım atmadı. Bu durum, cezasızlığın sürmesine ve ulusal yargı mekanizmalarının felce uğramasına işaret ediyor.

Diğer bazı durumlarda, aktivistler ve siyasetçiler gündüz vakti katledildi; cesur duruşuyla bilinen Sülva Bugaygis’in suikastle katledilmesi bunun en çarpıcı örneklerinden biridir ve onu bir fedakârlık sembolü hâline getirmiştir. Ancak ciddi soruşturmalar açılmadı; sanki kadınların kanı adalet için yeterli gerekçe değilmiş gibi. Bu resmî sessizlik ya da failleri takipteki isteksizlik, kamusal alanda kadınları hedef almanın cezasız kalabileceği mesajını verdi. Tehditler sadece fiziksel alanda kalmadı, dijital ortama da taşındı. Pek çok kadın aktivist çevrim içi tehdit mesajları aldı, organize karalama kampanyalarına maruz kaldı ya da hesapları saldırıya uğradı. Bir  ifade alanı olarak kullanılan dijital alan, kadınları susturmak ve sindirmek için kullanılan yeni bir şiddet alanına dönüştü.

Bu tablo karşısında birçok kadın iki seçenek arasında bırakıldı: Ya kendi yaşamlarını ve ailelerinin güvenliğini korumak için kamusal alandan çekileceklerdi ya da erkek-devletin kadın karşıtı politikalarına direnmeye devam edecek, gerekirse bu uğurda ülkeyi terk etmek zorunda kalacaklardı. Devletin bilinçli biçimde yürüttüğü bu politikalar sonucunda, siyaset ve hak savunuculuğu alanları etkili kadın seslerinden büyük ölçüde boşaldı. Bu durum, Libya’daki demokrasi ve insan hakları ciddi biçimde zayıflattı. Her kaybolma, her suikast ve her tehdit; kadının katılım hakkına vurulmuş yeni bir darbe ve Libya’da kamusal alanın hâlâ ciddi riskler taşıdığının göstergesidir. Buna rağmen aktivistlerin tüm tehditlere rağmen mücadelelerini sürdürmedeki kararlılığı, kadınların şiddete ve ayrımcılığa karşı iradesinin gücünü gözler önüne sermektedir.

Yaşamın her alanında varlık bulan kadınlar

Kadınlar, bir çok yaşam alanında öncülük misyonuyla öne çıkarak varlıklarının tali değil, toplumun inşasında özsel olduğunu kanıtladılar. 2025 yılı verileri dikkat çekici bir tablo sunuyor: Eğitim alanında çalışanların yüzde 43’ü kadınlardan oluşurken, sağlık alanında kadınların oranı  yüzde 70’i aşmış durumda ve bu alanda erkeklerin önüne geçmiş bulunuyorlar. Bu oranlar yalnızca bir katılım düzeyini değil, kadınların toplumun ihtiyaçlarını karşılayan çalışma alanlarının omurgası hâline geldiğini gösteriyor.

Okullarda ve üniversitelerde kadınlar yalnızca öğretmen olarak değil; aynı zamanda idari görevlerde ve araştırmacı olarak geniş bir yer tutuyor. Bu durum, toplumun kadınların eğitim süreçlerini yönetme kapasitesine duyduğu güveni gösterirken, aynı zamanda gelecek nesillerin yetişmesindeki kritik rollerini de vurguluyor. Bununla birlikte, bu güçlü varlık her zaman siyasi ya da idari bir güçlenmeye dönüşmüyor; eğitimde üst düzey yönetici pozisyonları ise hâlâ erkeklerin elinde bulunuyor.

Libyalı kadınların eğitim ve sağlık alanlarındaki katılım oranları, büyük bir potansiyeli ve güçlü bir iradeyi yansıtırken, aynı zamanda sosyal görünürlükleriyle siyasi güçlenmeleri arasındaki belirgin uçurumu da ortaya koyuyor. Libyalı kadınlar toplumsal alanda liderlik edebileceklerini kanıtlamışlardır; asıl mesele, bu varlığın siyasi ve idari temsil gücüne dönüştürülmesidir.

Kadın özgürlüğü ekseni: Erkek-devlete karşı demokratik Ortadoğu

Libyalı kadınlar, “koruma” veya “toplumsal denetim” gerekçeleriyle uygulanan yasal kısıtlamalardan en fazla etkilenen kesimdir. Yerel ve uluslararası insan hakları örgütleri, bu uygulamaları insan haklarına doğrudan bir saldırı ve erkek egemenliğinin güvenlik aygıtları üzerinden yeniden üretilmesinin bir aracı olarak tanımlıyor. Uluslararası toplumun kendisi dahi silahın gücünü azaltma yönünde etkili bir rol oynamamış; aksine, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yakın zamanda Libya’ya silah girişine yönelik bazı kısıtlamaları hafifletmiş ve bu durum çatışan grupların daha fazla silahlanacağı yönünde kaygıları artırmıştır. Bu karar, Libya’ya yönelik yaklaşımın hâlâ güvenlik ve askeri dengeler üzerinden kurulduğunu, insan hakları veya hukuki reformlar üzerinden olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

Sonuç olarak denebilir ki, Libya’daki yasalar ve toplumsal gelenekler, büyük ölçüde Afganistan’daki kadınlara yönelik kısıtlama ve uygulamalarla benzerlik göstermektedir. Libya’da bir kadın, yanında erkek olmadan seyahat ettiği için kontrol noktasında durdurulabiliyorsa ve Kabil’de bir genç kadın  çarşıya girebilmek için burka giymek zorundaysa, bu iki farklı manzara özünde aynı mesajı taşır: Kadının bedeni ve varlığı erkek egemenlikli devlet olgusunun savaş alanına dönüştürülmüştür.

Bu benzerlik, ülkelerin sınırlarını aşan önemli bir sonucu gündeme getiriyor: Esasın da sistemlerin yaşadığı krizlerin kökeninde kadın düşmanlığı bulunuyor. Devlet ya da iktidar yapıları, toplumda kadın karşıtlığını pekiştirerek varlıklarını sürdürüyorlar. O zaman ifade edilmesi gereken nokta kadına yönelik şiddetin merkezinde bizzat devletin yer aldığıdır.  2025 itibariyle kadınların temel mücadele hattı, “erkek-devlet” anlayışının ürettiği zihniyete karşı gelişiyor. Çözüm ise ancak demokratik bir toplumun, özgür eş yaşamın ve kadın kimliğini tanıyan eşit temsiliyetin inşasıyla mümkün olabilir. Bu nedenle kadınların öncülüğünde  kurulacak demokratik bir sistem, Ortadoğu’yu kadın özgürlüğünün yeni bir çağını başlatacak potansiyeline sahiptir.