Savaşlarda kadınların cephesi
Kadın devrimi doğa kırımından emperyalizme, emek sömürüsünden savaşa, sömürgecilikten faşizme, ırkçılıktan her türlü ayrımcılığa, doğal kaynakların ve yaşam alanlarının talanından toplumsal alanda kendini gösteren her türlü gerilik ile mücadeleyi kapsar.
Evveliyatı ve bugünü ile Üçüncü Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda kadınlar – 3
ZİLAN KOÇGİRİ
20’nci yüzyıla iki büyük savaş sığdıran kapitalist ulus devlet iktidarları, dünyanın zenginliklerini pay etmede hiçbir zaman istedikleri sonucu elde edemediler. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Hiroşima ve Nagazakî’ye atılan atom bombaları ile savaşın dengesi kırılmış, sonucu belirlenmiş oldu. Sadece insanlar değil canlı olan bütün varlıkların yok edilmesi pahasına girilen kazanma hırsı, ikinci emperyalist paylaşım savaşının sona ermesi ile yok olmadı. Kan dökerek, şiddetin ve zorun her türlüsü kullanılarak oluşan yeni dengeler, yeni sömürgeleştirme siyasetine dayanıyordu. Bu siyasetin çökmesi çok zaman almadı. Ulusal kurtuluş istemi etrafında toplanan halklar, itirazlarını silahlı direnişlere çevirdiler. Ulusal bağımsızlık, emperyalizmden bağımsızlık anlamına geliyordu. Bir bir gelişen ulusal kurtuluş devrimleri, emperyalist paylaşımın dengelerini alt üst ediyordu. İşgale karşı halkların ve kadınların direnişi, ikinci emperyalist paylaşım savaşıyla kurulan düzeni bozdu. Sovyetlerin varlığı, bu direnişlerin bir safta toparlanmasını sağlayan, emperyalizme karşı bir halklar tarafı oluşturan bir etkiye sahipti.
İki kutuplu dünyada devrimler ve işgaller
Daha baştan çökmeye yazgılı emperyalist güç dengesinin ömrünü uzatmak, milliyetçilik-dincilik-cinsiyetçilikle harlanan lokal savaşların, şiddetin ve işgalin sürekliliğine bağlıydı. Soğuk savaş olarak da adlandırılan NATO kampı ve Sosyalist Sovyetler Birliği arasında soğuk savaş olarak adlandırılan dönemin sona ermesi, yeni bir paylaşım savaşının da ilk adımlarına işaret ediyordu. İki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünya imparatorluğuna geçiş, ideolojilerin sonu-tarihin sonu gibi tanımlamalarla gerçekliğin üzeri örtülmeye çalışılsa da, ikinci dünya savaşının ardından yeni bir evreye giriyordu savaş. Üçüncü Dünya Savaşı’nın karakterini, sistemin 20’inci yüzyılda yapısal krizlerinin toplamının yansıması olarak ele alabiliriz. Bugünlerde tam ortasında olduğumuz bu savaştan zarar görenin yine kadınlar, yine ezilen halklar, doğa olduğunu söyleyebiliriz. Bugün Filistin’de, Suriye’de, Ukrayna’da en ağır faturası halklara kesilen bu savaşın kaderini tayin edecek olan ise direniş ve halklar ittifakı-dayanışması olacak. Ulusal temelli gelişen devrimlerden feminist mücadeleye, sömürgeci savaşlara ve işgallere önemli itirazlarıyla kadınların direniş geleneği de artık kadın devrimi iddiasıyla önemli bir belirleyen olmuş durumda.
20’inci yüzyılın ikinci yarısında durum neydi?
Üçüncü Dünya Savaşı’nı ele alabilmek için öncelikle 20’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, İkinci Dünya Savaşı’nın artçıları olarak işgaller, kurtuluş mücadeleleri ve bunlar içindeki kadınların durumu ve direnişine bakmakta fayda var. Özet halinde bunları verirsek önce Vietnam’dan başlamak gerekiyor. Çünkü emperyalist yayılmaya karşı mücadelenin, uluslararası dayanışmanın ve kadına yönelik en ağır suçların yaşandığı savaşların başında gelmektedir.
Vietnam
ABD askerlerinin 1965-1970 yılları arasında Vietnam'ı işgali sırasında binlerce kadına tecavüz ettiği belirtiliyor. Sadece My Layi köyünde 450 Vietnamlı çocuk ve kadına tecavüz edilip öldürüldü. Aynı dönemde Kuzey-Güney Vietnam savaşı sırasında tecavüze uğrayan kadın sayısı en az 30 bin olarak kayıtlara geçti. WILPF ve diğeri 1961 yılında kurulan WSP ABD’de, Vietnam işgali boyunca, ciddi bir barış hareketi yürüten iki kadın derneğinden biriydi. Kadın örgütleri, kitle eylemleri düzenlemekten imza toplamaya, ilanlar bastırmak, konferans örgütlemek, Kongre’ye baskı yapmak, barış yanlısı adayları ve Vicdani Redçiler’i desteklemek yollarına başvurdular.
WILPF üyesi kadınlar kitlesel eylemler düzenlerken WSP, aynı zamanda, 1965’te Güney Vietnamlı NLF ve komünist Kuzey Vietnam’dan kadın delegelerle gerçekleştirdiği toplantı sonunda, ABD’nin Vietnam’daki askeri müdahalesine karşı ortak bir bildiri imzaladılar. WSP’li kadınlar savaş boyunca genç erkeklerin askere alınmalarına karşı çıktı ve Vicdani Redçiler’in haklarını savundular. Yıllar geçse de savaşın izleri silinmedi. Vietnam’da yaşanan savaş suçları ile ilgili etkili bir yargılama yapılamadı.
Bangladeş
1970'te Pakistan-Bangladeş savaşı sırasında yaklaşık 200 bin Bangladeşli kadının Pakistan askerlerinin tecavüzüne maruz kaldığı, 25 bin civarında kadının tecavüz sonucu hamile kaldığı kaydediliyor.
Bosna/Kosova
Boşnaklarla Sırplar arasında yaşanan ve en az 100 bin insanın yaşamını yitirdiği savaşta en büyük mağduriyeti yine kadınlar yaşadı. 1992 yılında Bosna Hersek’in Yugoslavya’dan ayrıldığını ilan etmesiyle birlikte, Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar arasında çıkan çatışmalar toplam üç yıl sürdü. Üç yıl boyunca 50 bin Bosnalı Müslüman kadın, Sırp ordusu tarafından ‘tecavüz kamplarında’ etnik temizlik amaçlı tecavüze uğradı ve ağır işkenceler gördü. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun 2010 raporuna vahim tablo şöyle yansıdı: "Hiç kimse, hiçbir zaman Bosna Hersek'te kaç kadının cinsel tacize uğradığını veya tecavüz sonucu kaç çocuğun doğduğunu kesin olarak belirleyememiştir, tecavüz olaylarına ilişkin tahminler, bu rakamın on binlerce olduğu yönündedir."
Tecavüzler sonrasında yüzlerce bebek doğdu. 28 yılın ardından hala en büyük mağdur kadınlar. Uluslararası mahkemede yapılan yıllar süren yargılamada dinlenenlerin çoğu kadındı ve duruşmaları takip edenler de. Lahey’deki Savaş Suçları Mahkemesi’nde görülen davada Sırp Partisi lideri Radovan Karadzic, Sırp ordusu komutanlar Ratko Mladiç, Vujadin Popoviç, Genelkurmay Başkanı Ljubisa Beara gibi isimler Srebrenitsa’daki katliamdan sorumlu oldukları iddiasıyla yargılanıp cezalandırıldı... Kadınlar yaşadıklarını paylaşmak ve hesap sormak için ayrıca Kadın Mahkemeleri kurdu. Etnik gruplar arası uzlaşıyı sağlamak için de en çok çalışan kadınlar, zira bu iç çatışmalardan da en fazla zararı kadınlar görüyor.
Enfal
Egemenlerin güç vermesiyle tekçi ulus-devlet diktatörlüğünü palazlandıran Saddam’ın Kürtlere Güney Kürdistan’da soykırım gerçekleştirmek istedi. Kürtlere yönelik vahşi uygulamaların belki de en beteri 1986-1988 yılları arasında yaşandı. Irak'ta Saddam Hüseyin’in emri ile 7000 Kürt'ün kimyasal silahlarla bir defada katledildiği Halepçe Katliamı'nın da dahil olduğu Enfal Soykırım Harekatı neticesinde yaklaşık 182 bin Kürt öldürüldü. Enfal Soykırım Harekatı'nın hâlâ ciddi tartışma konusu yapılmayan yönü kadınlara karşı işlenen insanlık suçları. Enfal’le ailelerinden koparılan yüzlerce kadının akıbeti hala bilinmiyor. Enfal kelimesi de Arapça'da ganimet anlamına geliyor ve bu soykırım harekatı sırasında Kürt kadınlarının gerçekten bir ganimet olarak ele alındığı ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde Irak’ın Tel Şeyh bölgesi yakınlarında yüzlerce kadın ve çocuğa ait toplu mezar bulundu. Enfal’ta katledilen binlerce kadının Irak çöllerinde toplu mezarlara defnedildiği biliniyor. Enfalin üzerinde 40 yıllık bir zaman geçmesine rağmen Güney Kürdistan Federe Yönetimi, Enfal’de yaşananların açığa çıkarılması için hiçbir çalışma yürütmedi.
Somali
1991-92 yıllarında Somali'de yaşanan savaşta binlerce insan öldü, yaklaşık 300 bin Somalili de savaş ve yoksulluktan dolayı ülkelerini terk etti. Kenya'daki mülteci kamplarında yüzlerce Somalili kadının kampta görevli askerlerin tecavüzüne uğradığı uluslararası raporlara yansıdı. Bazı raporlara göre tecavüze uğrayanlar arasında, dört yaşındaki kız çocukları da vardı.
Ruanda
Ruanda'da 1994-1995 yıllarında yaşanan iç savaşta 800 bin civarında insan yaşamını yitirdi. Fransa ve Belçika'nın büyük rol oynadığı bu savaşta 250,000– 500,000 arasında değişen Tutsi kadınına, Hutular tarafından tecavüz edildi. Tecavüzlerin ardından toplam beş bin bebek doğdu. Ruanda’nın yaralarını yine kadınlar sardı. Ruanda’yı kadınlar inşa etti. Meclis’in 80 üyesinden 54’ü kadınlardan oluşuyor. Katliamın ardından cinsiyet eşitliği ile ilgili bir çok yasa meclisten geçirildi. Uluslararası Ruanda Ceza Mahkemesi kadınların mücadelesi ile tecavüzü insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul etti.
Afganistan
1979’da Sovyetler 2001'de ise ABD tarafından işgal edilen Afganistan'da da manzara aynı oldu. Uluslararası raporlara göre, işgal güçleri gittikleri her yerde yüzlerce kadına tecavüz etti, kadınları porno filmlerinde oynattı ve Afgan kadınlarını başka ülkelerde kadın tacirlerine pazarladı. Kadınlar işgal ve ataerkil dinci şiddete karşı 1977’de Afgan Devrimci Kadın Örgütü RAWA’yı kurdu. RAWA ve daha birçok kadın örgütü ülkede kadın özsavunmasının temsili olarak hala direnişini ve sürdürüyor. ABD’nin ‘özgürlük getireceğiz’ vaadi ile işgalinin ardından yönetimi 2021’te cihatçı Taliban’a teslim etmesinin ardından ise kadınlar dinci gericiliğin pençelerine teslim edildi. Okula gitmek, kendi başına sokağa çıkmak dahil en temel insan haklarında bile yoksun olan Afgan kadınların durumu her geçen gün ağırlaşıyor. Emperyalist devletlerin paylaşım alanına dönüşen Afganistan’da çok eski bir geleneğe sahip olan kadın direnişi, sadece Afganistan’ı değil bölgedeki kadınları etkileme potansiyeline sahiptir.
Irak
2003'te ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında yapılan çalışmalar ülkede yüzbinden fazla sivilin öldüğünü belirtiyor. Saldırılarda ölenlerin yüzde 44’ü kadınlar. Binlerce kadının ise eşini kaybettiği bilgisi var. Kadınlar giderek artan “cinsel terör” ile karşı kaşıyalar. Irak’taki dul, kaçırılan ve öldürülen, kadın tacirlerinin eline düşen kadınların sayısı bilinmiyor. Ancak ülkede yükselen bir kadın direnişi var. Irak’ta rejim karşıtı gösteriler de başı kadınlar çekti. Kadınlar en çok sosyal alanda eşitlik istedi. Ayrıca kadın sünnetinin yasaklanması, kız çocuklarının evlilik yaşları, kadınların çalışması, kamplarda kalan kadınların güvenliği ve daha birçok konuda çalışmalar yürüttü. Kadınlar için ‘en tehlikeli ülkelerden’ olarak gösterilen Irak’ta kadınlar için savaş hiç bitmedi ve kadınlar ataerkil yasalar ve şiddetin gölgesinde mücadele ediyor.
Şengal
Ataerkil sistemin doğrudan uygulayıcısı ve emperyalist devletler eliyle beslenen DAİŞ denilen yapılanma Haziran 2014’de Musul’u işgal etti. Ardından ise Mezopotamya’nın kadım inançlarından Ezidi Kürtlerin yaşadığı Şengal’i işgal etti. Yerel güçlerin kaçmasıyla 3 Ağustos 2014’te işgal edilen Şengal’de erkekler köy köy kurşuna dizildi. Kız çocukları kadınlar ise esir alındı. Zorla Alıkonulan Kadınlar İçin Mücadele Platformu’nun verilerine göre 7000 kadın ve kızçocuğu DAİŞ tarafından kaçırıldı. Bu kadınlardan birçoğunun akıbeti henüz bilinmiyor.
Ezidi kadınları kurtarmak için Şengal’e ilk gelenler YJA Star ve HPG gerillarıydı. Cihatçıların elinden kaçan on binlerce kadın Şengal dağından YJA Star gerilları tarafından korundu. YJA Star gerillaları ile birlikte örgütlenen Ezidi kadınlar kendi özsavunmalarını oluşturdu. 2015 yılında kurulan Şengal Kadın Birlikleri (YJŞ) bünyesinde silahlı savunma gücü kuran Ezidi kadınlar, direnişleri ile Şengal’i DAİŞ’lilerden kurtardı. DAİŞ tarafından esir alınan bir çok kadın YJŞ tarafından kurtarıldı.
Ukrayna
Enerji hatları ve emperyalist paylaşımın blokları arasındaki çelişkilerle Ukrayna-Rusya savaşı 2014 yılında bölgesel güçlerin desteklediği bir savaş olarak başladı ancak 2021’ten sonra yoğunlaştı. BM geçtiğimiz günlerde yayınladığı raporda Ukrayna'da savaşın ve sebep olduğu kitlesel yerinden edilmelerin aile içi şiddet, insan ticareti ve sömürü riskini önemli ölçüde arttırdığına dikkat çekti. Ukrayna içinde yerlerinden edilen 7,9 milyon kişinin yüzde 90'ı kadın. Bu da orantısız ölçüde yüksek sayıda kadının gelirini kaybettiği ve dolayısıyla yoksulluk içinde yaşadığı anlamına geliyor. Ukrayna ordusunda yer alan bazı kadınların esir alındığında Rus askerlerinin tecavüzüne maruz kaldıkları basına yansımıştı.
Suriye
Günümüzde pek çok otoriteye göre Üçüncü Dünya Savaşı yaşanıyor. Ataerkil hegemon devletlerin yüz yıl sonra Ortadoğu’yu paylaşmak için giriştiği bu savaşın başlangıcı olarak Suriye içsavaşa işaret ediliyor. Bu savaşta aynı zamanda vekalet savaşlarıyla paramiliter güçleri sahaya sürdükleri yer olarak, savaşların ve çatışmaların boyutları değişti. Savaşın başladığı günden hegemon güçlerce ‘eğitilip donatılıp’ sahaya sürülen Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve sonraki adıyla ‘Suriye Milli Ordusu’, 30 yakın çete grubunu bünyesinde barındıran cihatçı çete grupları, girdikleri her alanda kadın bedeni üzerinden işgale girişti.
Hem Suriye devletinin hem de bu grupların kadınlara yönelik işlediği suçlar korkunç boyutlarla ifade ediliyor. Savaşın hala sürdüğü ülkede kadınlara yönelik suçların istatistiğini tutmak pek mümkün değil. 15 Mart 2011’de ülkenin güneyindeki Dera’da başlayan çatışmalar tüm ülkeye yayıldı. Gerek Suriye rejimi gerekse paramiliter çetelerin savaş suçları her geçen gün büyüyor. Birleşmiş Milletler 2018’de yayınladığı bir raporda; ülkede süren içsavaşta binlerce kadın ve kız çocuğuna tecavüz ettiğini duyurdu. İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Mart 2018 itibarıyla 106 bini sivil 353 bin 900 kişinin ölümünü belgeledi. Bu sayılara kaybolan ve öldüğü sanılan 56 bin 900 kişi dahil değil. Kuruluş 100 bin kişinin ölümünün belgelenmediğini tahmin ediyor. Öldürülenlerin yüzde 40’ının kadın ve çocuklar olduğu belirtiliyor.
Savaş nedeniyle en az 6,1 milyon Suriyeli ülke içinde evlerinden oldu, 5,6 milyon kişi de ülke dışına kaçtı. Mülteci durumuna düşen Suriyelilerin yarısını kadınlar oluşturuyor. Kadınların gittikleri Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi ülkelerde, fuhuşa zorlandıkları ve para karşılığı eş olarak satıldıkları biliniyor.
YPJ’nin rolü ve üçüncü çizginin zaferi
Suriye içsavaşında dış güçler ve anti demokratik Suriye rejimi arasında seçim yapmayan üçüncü çizgiyi benimseyen Rojava Kürdistan’ında halk Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Özerklik’ ve Demokratik Ulus’ paradigması ekseninde üçüncü yolu benimseyerek, 2012’de Rojava Devrimi’ni gerçekleştirdi. İlan edilen kantonlarla kendini yöneten halk adım adım Suriye rejimini şehirlerinden çıkardı. Özsavunma ve özyönetimlerini oluşturdu. Kadınların oluşturduğu özsavunma gücü Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) 4 Nisan 2013’te kuruluşunu ilan etti. Suriye içsavaşı ile sahaya sürülen DAİŞ’in Ekim 2014’te Rojava kantonlarından Kobane’ye saldırdı. YPJ örgütlü özsavunma gücü olarak Kobane savunmasında yer aldı. Kobane işgalden kurtarıldığında ilk dikilen bayrak YPJ’nin bayrağıydı. Binlerce kadını özsavunma gücü olarak bünyesinde taşıyan YPJ, Minbic, Tabqa ve Rakka ve Derazor’da DAİŞ’e karşı savaşarak, bu kentlerin kurtarılmasında aktif rol aldı. Bugün özsavunmasız toplumların ve kadınların her an emperyalist yayılmacılığın kurbanı olduğu bilinciyle YPJ bir çok kadın örgütü tarafından model olarak ele alınmaktadır.
Halep savaşı ve olası sonuçları
27 Kasım’da El Kaide menşeili El Nusra’nın devamı Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm (HTŞ) ve SMO çete gruplarının katıldığı Halep savaşının ardından 8 Aralık’ta Şam’ı ele geçirdi. Türk devleti destekli SMO ise bu işgali Kürt bölgelerine yönelterek, Til Rifat ve Şehba’taki Efrin’li göçmenlere yöneldi. Kadınlara yönelik suçlar derinleşti. Esad rejiminin yıkılmasıyla yeni bir aşamaya evrilen Suriye iç savaşında, egemenler kendi eliyle besleyip sahaya sürdükleri cihatçı çeteleri makyajlama ve meşrulaştırma gayretine girdi. Oysa kadına yönelik yaklaşımları bilinen bu çetelerin bütün söylemlerinde kadına biçtikleri rolü evle sınırlandırıyorlar. Suriye’de Alevi, Dürzi, Kürt ve Hıristiyan kadınlar başta olmak üzere kadınların gelecek kaygıları her geçen gün derinleşiyor.
Suriye Kadın Meclisi’nden çağrı
Suriye Kadın Meclisi geçtiğimiz günlerde yayınladığı deklarasyonda, “Esed rejiminin yıkılması olumlu bir gelişmeydi. Ancak, İdlib, Efrîn, Cerablus, Bab, Serêkaniyê ve Girê Spî’de kadınların kaçırılması, öldürülmesi, temel hak ve özgürlüklerin ellerinden alınması gibi olaylar sona ermedi. Bu yerlerde ve şimdi de Minbic’de Türkiye'nin desteklediği silahlı gruplar bu suçları işlemeye ve işgalciliği sürdürmeye devam etmektedirler. BAAS rejiminin düşüşü kutladığımız bu günlerde, kadınlara ve başta Hristiyan, Alevi, Dürziler olmak üzere Suriye'nin güneyi ve sahil bölgelerinde farklı kültür, inanç gruplarından insanlarımıza karşı şiddet olayları artmış durumdadır. Türkiye devletinin desteklediği çete gruplarının Kuzey ve Doğu Suriye bölgeleri üzerindeki saldırılan ve Til Rıfat örneğinde olduğu gibi kadınların kafalarının kesilmesi olayları devam etmektedir. Dolayısıyla bu ihlallerin önlenmesi, halkımızın karşı karşıya olduğu korku ve tehlikelerin sona ermesi için Suriye'deki tüm siyasi güçleri şu adımların gerçekleştirilmesi için çalışmaya çağırıyoruz” denildi.
Faşizm ve demokrasinin savaşı
Emperyalist paylaşım savaşlarının temel karakteri ataerkil hegemon güçlerin, insanlığın ortak mirası olan enerji kaynakları, yolları ve zenginliklerini paylaşmak üzerinedir. Günümüz üçüncü emperyalist paylaşım savaşının kodlarını da burada aramak gerekiyor. Savaşları çıkaranlar bellidir ancak bu savaşlar karşısında duracak ve durması gerekenlerin safını da iyi analiz etmek gerekiyor. Paylaşım savaşının en derinin yaşandığı Ortadoğu aynı zamanda o derin sömürgeciliği yaşayan kadın ulusunun da çıkış noktası olabilir. Çünkü tarihte ilk kez Ortadoğu’da en dipteki sömürgenin başkaldırısı olarak kadınların ataerkil sisteme karşı yürüttüğü mücadele değişimin temel dinamiği olarak rol oynamaktadır. Kapitalist modernitenin kadınlar, toplumlar ve tüm değerlere sınırsız saldırılarına karşı Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyası bir kez daha kadın öncülüğünde büyük bir var olma savaşını vermektedir. Esas sorun kapitalist modernitenin Ortadoğu tarihine, toplumuna ve coğrafyasına karşı geliştirdiği hegemonik yaklaşımıdır. Buna karşı Demokratik Modernite paradigmasıyla direnen kadınlar ve Kürt halkının harekete geçirdiği halkların mücadelesi sistem güçlerinin planlarını bozmaktadır. Yapısal kriz dönemleri hem devrimsel ve karşı-devrimsel hem demokratik-özgürlükçü atılımlarla totaliter-faşist darbelerin iç içe yaşanabileceği süreçlerdir. Erkek egemenliğin en kurumlaşmış, rafine olmuş hali olan faşizan rejimlerin, özellikle de kadın öncülüğünde demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesinin güçlü olduğu yerlerde [Türkiye, Belarus, Brezilya, Filipinler, Arjantin, Macaristan gibi] yükselmesi bu anlamda tesadüf olmasa gerek.
En dipteki sömürgenin başkaldırısı
Köklü değişimler yaratma şansının yüksek olduğu nadir tarihsel dönemlerden birini yaşıyoruz. Bu mücadeleden kadın özgürlük hareketleri öncülüğünde demokratik modernite güçlerinin mi ataerkil hegemonyanın mı kazançlı çıkacağını belirleyecek olan, tarafların kuram ve yapılanmadaki anlam ve eylem gücüdür. Sistem karşıtı güçler, yani demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü hareketler, içinde bulunduğumuz yapısal krizin kaos aralığında ufak ama yetkin başlangıç hamleleriyle kısa süreler dahilinde uzun geleceği belirleyecek oluşumlar ortaya çıkarabilirler. Dahası, kaos aralığından kadın ve toplum özgürlüğü lehine devrimsel bir dönüşümün sağlanması pekala mümkündür. Bu bakımdan ilk ve son sömürge olarak kadın, tarihinin en kritik anını yaşamaktadır.
Kadın devrimi mi kadın kırımı mı?
Rojava’dan Arjantin’e, İspanya’dan Hindistan’a, ABD’den Sudan’a ve daha birçok yerde yükseltilen kadın direnişlerine bakınca gerçekten de çağımızın kadın zamanı olduğunu hissedebiliyoruz. Ancak hem nitel hem de nicel açıdan dünya çapındaki kadın mücadelesinde kaydedilen sıçrama madalyanın sadece bir tarafıdır. Madalyanın öbür yüzünde patriarkal hegemonyanın kadın kırımı diyebileceğimiz sistematik saldırı savaşı yürütülmektedir. Kriz içindeki egemen sistem, hem oldukça inceltilmiş hem de son derece kaba yol ve yöntemlerle kadın devrimi olanağını boğmaya ve böylece varlığını güvence altına almaya çalışıyor. Dünyanın her yerinde bunun sayısız örnekleri ile karşı karşıyayız.
Sonuç olarak;
Üçüncü Dünya Savaşı’na giden süreçte sistemin yaşadığı yapısal kriz en fazla Ortadoğu’da çözümsüzlüğü derinleştirmektedir. Ortadoğu’nun tarihsel, toplumsal yapısı bu krizde birinci derecede rol oynarken, bölgede krizli halin sürdürülmesinde ideolojik amaçlar ve çıkar ilişkileri de etkili olmaktadır. Üçüncü dünya savaşı bugün Suriye’de düğümlenmiş durumda. Esad rejiminin düşürülmesi ve ardındaki gelişmeler gösteriyor ki burada savaşın gidişatı yeniden dizayn ediliyor. Emperyalist güçler ve bölgesel güçler, savaştan en yüksek kazancı sağlama derdinde. Savaştan en fazla zarar gören kadınlar ise, kadın devrimi ilkeleri ile tarihin en stratejik barış mücadelesini yürütüyorlar. İhtiyacımız olan tam da militan bir barış savunuculuğu ile kadın devrimini bütün dünyada yaymak ve gerçekleştirmek.
Geçmişten dersler çıkarmak
Kadın devrimi, devrimler tarihinde yeni bir aşama teşkil ediyor. 19. yüzyıla damgasını vuran halk devrimleri ya da 20.yüzyıla damgasını vuran sosyalist devrimlerin yenilmesi veya çözülmesinden ziyade, devrimin bir aşamasının sona erdiğinden söz etmek daha doğrudur. Buradaki asıl mesele, bu devrimlerin sağladığı gelişmelerin görülmesi ve zayıf yanlarının çözümlenmesi temelinde daha ileri bir aşamaya nasıl ulaşılabileceğine dair kuram ve yapılanmaya ulaşmaktır. Daha ileri bir özgürlük düzeyi ancak kadın devrimi ile yakalanabilir. Çünkü kadın gerçeği aynı zamanda bir toplumsal özgürlük gerçeğidir. Bu gerçeğin çözümlenmesi yaşamın her alanında birçok gelişmeyi beraberinde zorlayacaktır. Eğer 21. yüzyılda devrimde yeni bir aşamadan bahsedeceksek, kadın devrimi kaba anlamda salt bir ‘cins devrimi’ olarak değil de en gelişkin sosyal devrim olarak ele alınmak durumundadır. Yeni bir dönemin yakalanması için böylesi bir yaklaşım ve anlayış esastır. Kadın devrimi bu yönüyle en köklü, en eski ve en kapsamlı devrimdir.
Asıl hedef kadın devriminin baltalanması mı?
Üçüncü Dünya Savaşı esas olarak 21. yüzyılın kadın devrimi yönünde yaşanan gelişmelerini darbelemek, daha özelde buna ilham veren güçleri boğmak üzerine gelişmektedir. Son dönemde yaşanan gelişmelerde gösteriyor ki kapitalist modernite sistemi, toplumun ahlaki-politik yapısını ortadan kaldıran bir sistem olduğu gibi çeteci yapılar üzerinden geliştirdiği vahşetle kadınlardan ve toplumdan intikam almaktadır. Erkek egemen sistemin milliyetçiliği, cinsiyetçilik ve dincilikle canlı tutulmakta, faşist-militarist şiddet yöntemiyle baskı uygulanmakta, hortlatılan cinsellik ile yüceltilmekte ve tüm toplumsal değerler anlamından boşaltılmaktadır. Sistem güçlerinin hem doğrudan dahil olduğu hem de çete örgütleri aracılığıyla yürüttüğü vekâlet savaşlarıyla, hiçbir kural tanımayan şiddet anlayışıyla dünyanın her yerine insanlık dışı, tüm değerlerden boşalmış erkeklik ihraç edilmektedir.
Hibrit savaşlar ve toplumları talana açık hala getirme
Artık donanımlı ve güçlü ordular arasında doğrudan yaşanan savaşlar yerine, örgütlendirilmiş, şiddetle donatılmış ve hiçbir değer tanımayan paramiliter güçler, teknik savaşlar üzerinden kadınlara ve halklara karşı kirli bir özel savaş yürütülüyor. Kürdistan başta olmak üzere, Libya, Tunus, Suriye, Irak, Afganistan, Gazze, Lübnan ve Ukrayna ve Karabağ savaşında da görüldüğü üzere toplumsal hafıza yok edilmek isteniyor. Hiçbir savaş kanununu, uluslararası hukuku ve devlet sorumluluğunu gerektirmeyen bu şiddet sarmalında tüm zamanların en ahlak dışı dönemi yaşanıyor. Taciz, tecavüz, talan, toprağından olma, göç yollarına düşürme, göç edilen yerlerde de en fazla sömürülenler yine kadınlar ve çocuklar olurken, 21. yüzyılda erkek egemen iktidarların yürüttüğü savaşın karakteri ve vardığı boyut tamda bu minvalde ilerlemektedir.
Bu savaşın tarafları kim?
Kadın üzerinde geliştirilen egemenlik, sömürü, ezilmişlik ve baskıyı uygarlık tarihinde kümülatif bir biçimde gelişme gösteren her türlü iktidarın kökeni olarak ele alırsak, o zaman köklü bir özgürlük arayışı günümüzdeki bütün iktidar, sömürü ve egemenlik biçimlerinin aşılmasını hedeflemek durumundadır. Üçüncü Dünya Savaşı’na karşı 21. yüzyıl kadın hareketinin veya feminizminin nasıl mücadele etmesi gerektiğine ilişkin yürütülen tartışmalarda da çok doğru ifade edildiği gibi, kadın devrimi doğa kırımından emperyalizme, emek sömürüsünden savaşa, sömürgecilikten faşizme, ırkçılıktan her türlü ayrımcılığa, doğal kaynakların ve yaşam alanlarının talanından toplumsal alanda kendini gösteren her türlü gerilik ile mücadeleyi kapsar.
Yarın: Jineoloji Akademisi Üyesi Şervîn Nûdem ile Birinci, İkinci ve Üçüncü Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda kadınların rolü üzerine söyleşi