136 yıllık mücadele mirası: 1 Mayıs -3-

“İşçiler 1 Mayıs’a ‘haysiyet ve temsiliyet’ talebiyle”

2022’de patlayan işçi direnişlerini, yeni örgütlenme pratiklerini, bu direnişlerin en önündeki kadınları yine o kadınlardan biri olan DGD-SEN Başkanı Neslihan Acar ile konuştuk.

ELİF AKGÜL

İstanbul- 2022 yılı, 2021’in sonundan aldığı rüzgarla yükselen işçi direnişleri ve örgütlenmeleri ile sürüyor. Uzun zamandır görülmeyen bir ivmeyle işçiler bu yıl 1 Mayıs’a gidiyor. Öte yandan işçi sınıfının öncü kadrolarında, sendikalarda, direniş alanlarında kadınlar en önde yer alıyor.

Neslihan Acar bu öncülerden biri. Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası (DGD-SEN) Başkanı Neslihan Acar, bu seneki Migros direnişinde, yine direnişin en önünde yer alan öncülerden biriydi. TOMA’lar depoyu bastığında gözaltına alındı; bırakılmasının ertesinde yine soluğu direniş alanında alan bir işçiydi. Keza Migros direnişi de kazanımla sonuçlandı.

Neslihan Acar’la işçi örgütlenmesinin bu son 2 yılda geçirdiği evrimi, işçileri her ne pahasına olursa olsun direnişe sürükleyen koşulları, kadınların katlanarak artan emeğini konuştuk.

Bugün işçilerin bir “haysiyet ve temsiliyet talebi” olduğunu söyleyen Neslihan Acar, 2022 direnişlerinin yağmurdan sonraki mantar gibi bitmediğini, kökenleri olduğunu söylüyor. Neslihan Acar, pandemiyle beraber iş yaşamından uzaklaştırılan, emek sömürüsü ikiye katlanan kadınların da bu dönemde daha hızlı örgütlendiklerini ifade edityor.

“Pandemi ile korkunç bir sömürü başladı”

Pandeminin başlangıcı diyebileceğimiz 2020 yılı Mart’ından bu yana işçilerin sorunları, direnişleri çok daha fazla gündeme geldi. 2022’nin başında 30’a yakın iş yerinde direniş vardı. Bu duruma nasıl gelindi?

2020’de ilk pandemiyle tanıştığımızda “evde kal” çağrıları başladı. Bir sürü korona tedbiri, teşvikler açıklandı. Ama bu teşviklerde, alınan önlemlerde, hiçbirinde işçiler yoktu. Tersine işçilere ‘çalışacaksınız’ dendi. Bilhassa depolarda, kargo şirketlerinde çalışan kuryelik yapan işçiler canhıraş çalışmaya başladı. Birçok fabrikada, tekstilde işçiler üst üste istiflendi. 100-150 kişinin çalıştığı depolarda 400 kişi çalışır oldu. Korkunç bir sömürü başladı.

Pandemide çalışma koşulları nasıl değişti?

Pandemi öncesinde de işçiler çok uzun saatler boyunca, ciddi hak gaspına uğrayarak çalışıyorlardı. Ama pandemiyle birlikte, örneğin depo işçilerinin çalışma saatleri 12 saatten 16-17 saate çıktı. İşçiler aralıksız, haftasonu izin yapmadan, 10 ay boyunca tek bir gün izin yapmadan çalışmak zorunda kaldı. Migros direnişinde işçiler artık bitmiş durumdaydı.

“Pandemi bir işçi sınıfı hastalığı”

Pandemi döneminde iktidar işçilere yönelik işten çıkarma yasağı, belli bir ödenekle ücretsiz izin gibi önlemler getirmişti. Bunlar işe yaramadı mı?

“Pandemi herkese eşit davranıyor” dendi ama pandemi artık bir işçi sınıfı hastalığına dönüştü. Her gün açıklanan 300-400 ölümün çoğunluğunu yoksul işçiler ve aileleri oluşturuyordu. Devletin aldığı tek önlem işçi ailelerine “evde kalın” demek oldu. Patronlara milyar dolarlık hibeler yapılırken işçilere 50 kuruşluk maskeyi bile vermediler. En nihayetinde işçiler de en azından pandemi gibi bir durumda yanında olacağını düşündüğü devletin aslında yanında olmadığını fark etti. Pandemi biraz da bu perdeyi kaldırmış oldu.

Bu algıda ne değişti?

İşçiler artık devletin sınıfsal pozisyonunun çok net gördü. 4 milyon işçi 1.400 TL gibi bir ölüm ücretiyle ücretsiz izne getirildi. İşten atmak yasaklandığında, itiraz eden hatta korona olan işçiler Kod-29 ile işten çıkartıldı. İşçiler ilk pandemi başladığında geri çekilip işlerine tutundular ama bu sürdürülebilir değildi. Üstelik bu alandan sadece patronlar ve devlet değil, sendikalar da çekilmişti. İşten kaçınma hakkını kullanmak isteyen işçilere sendikaların cevabı “şimdi üretim zamanı, patron ne diyorsa o, halkımız bizden hizmet bekler” oldu.

Peki işçileri işyerlerini direniş alanlarına dönüştürmeye zorlayan neydi?

Biz havzalarda çalışma yürüttüğümüz için biliyoruz, büyük bir öfke zaten vardı. Ama pandemiyle birlikte bir kaynama hali oluştu. Sonrasında aşı çıkıp kapanmalar sona erdiğinde bu sefer de enflasyon yükselmeye başladı. 2021 Kasım ayı itibarıyla alım gücü ciddi anlamda düştü. 4.250 TL’lik asgari ücret görüşmesi öncesinde devlet, Türk-İş, sermaye hepsi çabucak asgari ücret açıklansın istiyordu çünkü bu kaynama halinin farkındaydılar. 4.250 TL açıklandı ama mevcut durum bu ücretle yaşanabilir olmaktan çıkmıştı. Bin lira olan kira iki bin liraya yükseldi. Elektrik, su, ekmek fiyatı hepsi katlandı.

“Pandemi kadınların iş yaşamına kıydı”

İşçi hareketinde kadın direnişleri her zaman iz bırakmıştır. Bunu 2022’de Farplas direnişinde, Migros’ta, Trendyol direnişindeki kadınlar takip etti. Kadınların bu direnişlerde yer alma motivasyonu neydi? Onları ne sokağa çıkardı?

Bu direnişler, yağmurdan sonra bir anda ortaya çıkan mantarlar gibi bir anda ortaya çıkmadı. Pandemi aynı zamanda kadınların iş yaşamına kıydı. Kadınları evlere kapattı. Günde 17-18 saat çalışan kadınlarınsa mesaisi ikiye katlandı. Çünkü evlere kapandık ama aynı zamanda sürekli yedik, içtik. Ev işlerinde, bakım işlerinde ciddi artış oldu. Üzerinde bu kadar yük olan kadınlar genelde örgütlenmede geri durur. Çünkü önünde çok engel vardır. Siz bu engelleri aştığınızda kadınlar da örgütlenmeye başlar. Ama pandemi bu süreci hızlandırdı. Çünkü artık sürdürülemez hale gelindi. Çünkü kadınlar evlere kapatılıyor. Çünkü kadınlar ciddi ücret ve hak gasplarıyla çalışmak zorunda kalıyorlar.

2022 kesinlikle işçi direnişlerinin rüzgarıyla başladı. Ama sizin dediğiniz gibi, yağmurdan sonraki mantar gibi mi çıktı bu direnişler, geçmişi yok muydu?

Bu ülkede 320 tane organize sanayi bölgesi var. Ve yenileri kuruluyor. Yine serbest bölgeler var. Bir tane organize sanayi bölgesi kalmamıştır ki işçi direnişi görmesin. Önceleri haklarımızı korumaya yönelik direnişler yapıyorduk. 2022 ile beraber artık hak kopartan, hak isteyen direnişlere, öncü direnişlere şahit olduk. 30 bine yakın işçi ayağa kalktı. Bunların yüzde 90’ını genç üniversiteli işçiler oluşturuyor. Bunlar ilk defa eylemlere katılıyorlar. Mesela Trandyol’da çok genç bir profil var. Çoğu üniversite mezunu. Patron işçi çalıştırır gibi patronluk yapıyor ama aynı zamanda tüm işçilik hakların gasp ediyor. Şirket kurduruyor. Bu koca bir dolandırıcılık hikayesi.

Yine Migros depoda üniversitede olması gereken gençler, eğitim hakları ellerinden aldığı için çalışıyor. Üniversite mezunları okullarını iyi bir iş hayaliyle, okudukları bölümle alakalı bir iş hayaliyle bitiriyor ama nihayetinde dünyanın en ağır işçiliklerinden biri olan depo işçiliğine rıza gösteriyor.

Tekstile baktığımız ciddi emek sömürüsü var. Alpin çorapta işçilerin yüzde 70’ini kadınların oluşturduğu bir direniş oldu. 24 saate varan bir işgalle yüzde 70 gibi bir zam aldılar. Hem de işçiler taban örgütlerini kurdular.

“Taban örgütlerine ihtiyaç var”

Bu süreç örgütlenme pratiklerini de mi değiştirdi?

İşçiler, sendikaların patronların ardında hizalandıklarını gördükleri için kendi taban örgütlerini kurdular. Bu ayağa kalkan işçilerin de sendikalarla değil, kendi taban örgütleriyle, meclisleriyle ayaklandıklarını görüyoruz. Militan eylemler yapıyorlar. Çünkü devletin kendilerini tamamen patronun insafına bıraktıklarını gördüler. Bu nedenle yasaklı alanlarda, “yasadışı” denen işgaller yaptılar. Bütün o polisin zor aygıtları tepelerine çökse de kazanana kadar geri adım atmadılar. “Kazanamadı” denilen gemi söküm işçileri evet tüm taleplerini patrona kabul ettiremedi. Ama yıllarca Aliağa gibi bir işçi kentinde, 30 yıldır sarı sendikalara, MHP yönetimlerine, çetelere teslim edilen bir şehirde çok güçlü bir eylem örgütlediler. Direnişin kendisini kazandılar. Eskiden bir işçi “bir daha yapmam, zor” gibi konuşurken artık “bir daha yaptığımızda” diye konuşmaya başladı. Direnişlerden dersler çıkardılar. Şimdi de doğru zeminde komitelerini, meclislerini örgütlüyorlar. İşçi sağlığı ve iş güvenliğini, asbesti tartışıyorlar. Belki şimdi ortalık sessizleşmiş olabilir ama altta biriken öfke tekrar çok güçlü bir şekilde kendini gösterecek.

Partiden muhtarlığa, belediyeden sendikaya tüm temsiliyetlerden kovulmuş olan işçilerin bugün bir haysiyet ve onur mücadelesi var. Bu mücadele için taban örgütlerine ihtiyaç var. Depolarda komiteler, meclisler kurarak işçilerin kolektif aklını, iradesini ortaya koyabilecekleri süreçleri örgütlüyoruz. Migros bunun bir yansıması. Bizim az konuştuğumuz, konuştuğumuzda da işçilerin sözlerini, duruşlarını güçlendirecek bir örgütlenme modeli bu.

Enflasyonun zirve yaptığı, alım gücünün zayıflamak şöyle dursun yok olduğu bu dönemde, işçiler hangi taleplerle 1 Mayıs’a gidiyor?

Sıfır noktasındayız. Neredeyse tüm haklar gaspedilmiş durumda. Elimizde bir şey kalmamış. İşçi sınıfı bugün ayağa kalktığında taleplerini çok net belirledi. Birincisi: geçinemiyoruz. Bu cüretlerle yaşayamıyoruz. İkincisi ise temsiliyet. Üçüncü olarak bizim gibi mücadele eden sendikaların bir baraj sorunu var. Toplu sözleşme yapma hakkınız elinizden alınıyor. İktidar bunu bize antidemokratik bir şekilde dayatıyor.

Bu nedenle sendikal barajların, yasakların, örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması, haysiyet ve gelecek talebi var işçilerim. O yüzde 2022’de herkes “sınıf bitti, kimlik mücadeleleri var artık” dönemde işçiler kalkıp “bu mücadele benden bağımsız değildir” dedi. Çok militan, çok ciddi işyeri işgalleri örgütledi. Bizim de bugün Taksim’de 1 Mayıs çağrımız var. Çünkü orası sınıfın iradesidir. Bugün, militan, çatışmaktan geri durmayan, bir yan yana gelme arayışı ve ortaklaşılan bir alan anlayışıyla, yukarı saydığım taleplerle 1 Mayıs’a gidiyoruz.