Dayê Esmer 74. Ferman’ı anlattı: Son nefesime kadar yaşadıklarımı unutmam

IŞİD’in Şengal’e yönelik saldırısının üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen yaşadıkları hala dün gibi hafızasında canlı duran ve yaşanan saldırılarda bir oğlunu da yitiren Dayê Esmer, “Ben ömrümün son nefesine kadar yaşadıklarımızı unutamam. Her şey o kadar acıydı ki... Unutmak ha! Özellikle Siba’da yaşananları unutabilir miyim…” diyor.

ROJBİN DENİZ

Şengal - 3 Ağustos 2014 Şengal’de Êzidîlere yönelik gerçekleşen katliam, insanlığın yarası, utancı olarak tarihteki yerini aldı. 74. Ferman olarak tanımlanan soykırımın yıl dönümüne az bir zaman kaldı. Şengal halkı 2014’ün Ağustos’unda yaşamış olduklarını unutmadan hafızalarında saklıyorlar. Her an’ı halen capcanlı belleklerinde. Her günleri her anları yaşadıklarından bir parça taşıyor. Bizde Nujinha ekibi olarak özellikle Êzidî kadınların fermanda yaşamış olduklarını, fermanı yaşamış kadınların dillerinden size anlatmak istiyoruz. Siba Şex Xıdır da yaşayan Dayê Esmer ile başlayalım, tarih ile bugünün kesiştiği anda yaşayan kadınların hikayelerine.  

Fermanı iliklerine kadar hisseden kasaba

Siba Şex Xıdır kendini unutmayan, unutmadıklarını bedeninde büyüten, fermanı iliklerine kadar hisseden, giden canların toprağa nefesini soluduğu kasaba. Siba suyun toplandığı yer anlamına geliyor. Suyun az olduğu yerlerde, suyun toplandığı büyük su depolarına siba deniyor. Şex Xıdır zamanında şuan Siba’nın bulunduğu yere gelip bir kuyu açıyor ve büyük bir su deposu yani siba yapıyor. Sonra halk onun etrafında toplanıyor. Zamanla bir köy oluyor ve ismi de Siba Şex Xıdır oluyor. Siba Şex Xıdır Şengal’in ve Til Ezer’in batısında bulunuyor. Siba’nın güneyinde Arapların bulunduğu Beac şehri var. Ayrıca Siba’nın batısında da Arapların yerleşim alanı olan Mediban kasabası ve aynı zaman Siba’nın güneyi ve batısında genel olarak Arap köyleri bulunuyor.

Hala açılmayan 5 toplu mezar var

Siba Şex Xıdır DAİŞ’in saldırdığı ilk kasabalardan. DAİŞ Siba’nın etrafındaki Arap köyleri üzerinden önce Siba Şex Xıdır’a sonrada Gir Zerek ve Til Ezer’e saldırıyor. Fermanda 500’e yakın kadın, genç, çocuk DAİŞ’lilerin eline geçiyor. Hala açılmamış beş toplu mezarı var. Genel olarak kaç kişinin katledildiği bilinmiyor. Siba fermandan önce 7 bin aile ve 35 bin nüfusa sahip ferman ile birlikte birçok Sibalı Güney Kürdistan’daki kamplara yerleşiyor ve bir kısmı da Avrupa’ya göç ediyor. Siba fermandan 7 yıl geçmesine rağmen hala inşa edilmeyi bekliyor. Siba’da elektrik yok, evlerin yüzde yüzü hasar görmüş hatta birçoğu kullanılmayacak düzeyde. Kendi kıt kanat koşullarıyla Siba’ya dönen aile sayısı artmış. Irak hükümeti şimdiye kadar Siba için hiçbir şey yapmadı.

Sibalılar için kurulan darağaçları!

Siba’ya girdiğimizde ilkin bir evin balkonunda bulunan boşlukta DAİŞ’in Sibalılar için kurmuş olduğu darağacı dikkatimizi çekti. Geride kalan 7 yıla rağmen hala yeni asılmış gibi duruyordu. Yan tarafında uzun ve yüksek olmayan bir duvar vardı. Duvar delik deşik olmuştu. Duvardaki her deliğin anlamı bizi alıp geçmişe götürüyordu. O delikler canından edilmiş insanların tanıklarıydı. Karşılaştığımız her bir izin kıyısında durup, onlarla tarihe yolculuk yapıyormuşuz gibiydi. İzlerden kendimizi alıp Siba Şex Xıdır’ın sokaklarına salınınca o kasabada yaşanılanların bıraktığı anılar, her taraftan bize eşlik ediyor, duygularımızı alıp götürüyordu. Adımlarımız duygularımızın peşinden yürüyordu sokaklarda. Hafiften yamacımıza yetişen rüzgâr eşlik ediyordu bize. Kadınların ve genç kızların çığlıkları yankılanıyordu ara sokaklarda. Gözümüze çarpan yıkılmış evlerin az da olsa kapattığı ara sokaklarda, kim bilir ne kadar insan can havliyle kaçmış, kendilerini, ailelerini kurtarmaya çalışmışlardı. Sokaklar ıssız ve yıkık evlerin gölgesinde kalmış olsa da gözlerimize, hislerimize ve yüreğimize değen duygular öyle yoğun ve kalabalıktı ki. Bir an, ilerleyemedik, durduk. Acı çığlıklar içinde DAİŞ’in elinde çırpınan kadınlar canlandı gözümüzde. O izlerin sardığı ruhumuzla her birimiz birer Êzidî kadını oluyorduk.

Bazı sokaklarda artık yaşamın izleri var

Geçtiğimiz sokaklardaki her evi ziyaret ediyoruz. O evlerin hepsinin dolu olduğunu düşünerek içerdekilere selam veriyoruz. 7 yıl önce geride bıraktıkları hala öyle canlıydı ki sanki daha yeni bırakılmış gibi duruyorlardı. Her evin bir avlusu, her avluda ağaçlar ve birçoğunda beşikler vardı. Öyle görünüyordu ki Siba kasabası daha önce ihtişamlı evleriyle bölgenin en gözde kasabasıymış. Sokaklar arasındaki gezintimizi sürdürüyoruz. Hayat belirtisi olan bir evle karşılaşıyoruz. Kapıda yılların eskitemediği, güzelliğinden götüremediği güleç yüzlü bir anne duruyor. O da bizi fark ediyor ve mavi gözleriyle bize gülüyor. Soruyor “ne arıyorsunuz”, “gidenlerin izlerine bakıyoruz” diyoruz. Tanışıyoruz. Dayê Esmer ile sohbetimize evdeki herkes katılıyor. Dayê Esmer’e olan ilgimiz hepsinin dikkatini çekiyor.

“Yaşadıklarımı unutamam”

“Dayê 3 Ağustos tarihinde ne oldu, burada mıydın, hatırlıyor musun?” diye soruyoruz. Dayê Esmer gülerek, “Yok hiçbir şey hatırlamıyorum, ne oldu ki” diyor ve sonra kahkahayı basıyor. Bir süre öyle bize takılıyor. Belli öyle şen şakrak bir anne…  Kendi sokağının en güzeli, en neşelisi dayê Esmer… Dayê Esmer’in torunu içimizdekileri okumuş gibi araya giriyor, “Bizim nenemiz evimizin ve bu sokaklarımızın moral kaynağı, bu sokaklar boşkende nenemizle neşe kazanıyor” diye düşüncelerimize ekleme yapıyor. Dayê Esmer’e “Bize fermanda yaşadıklarını anlatabilir misin” diye soruyoruz. Dayê Esmer güleç yüzüyle dönüp, “Ben biraz önce unuttuğumu söylemiştim ya o şakaydı. Ben ömrümün son nefesine kadar yaşadıklarımızı unutamam. Her şey o kadar acıydı ki” diye belirtiyor. Biraz önce gülüşlerinden geçilmeyen gözlerine, ax ax çekişlerine eşlik eden, hüzün ve gözyaşlarla yüklü acı iklimi yerleşiyordu. “Unutmak ha! Özellikle Siba’da yaşananları unutabilir miyim” deyince hafızalarında capcanlı duran ve gözlerine, yüzündeki çizgilere, yüreğine işlemiş izlere şahitlik ediyorduk.

Sonra kameralarımızı açıyoruz. Dayê Esmer’i karşımıza oturtuyoruz. Kamera pozisyonlarımızı daha ayarlamadan Dayê Esmer hemen başlamak istiyor ve anlatmaya başlıyor, onu zor durduruyoruz. “Dayê daha kayda girmedik, dur bekle” dedikten sonra kahkahayı basıyor. Takılmalarıyla, “hele bu beceriksizlere bak, ben sizden daha hızlıyım demeye getiriyor.” Dayê Esmer’in uzun takılmalarından sonra başlıyoruz.

“Benim yüreğim iki parça”

“Ben Esmer Hemo” duruyor ve tekrar gülmeye başlıyor, bizde onunla gülüyoruz. O kadar içten gülüyor ki onunla birlikte gülmemek mümkün değil. Dayê Esmer fermanda yüreğinin ikiye bölündüğünü söylüyor: “Benim yüreğim iki parça, bir parçasında eski çılgın ve neşeli Esmer, diğer parçasında da fermanda olanları bağrına taş olarak basmış ve acıdan yüreği titreyen daye Esmer var.” O zaman anlıyoruz ki Dayê Esmer’in yüreğinin neşeli olan tarafıyla tanışmışız. Belki de Dayê Esmer hep o güleç yüzünün görünmesini istediği için, bizi öyle karşılamak istedi.

“Oğlumun şehadeti beni çok etkiledi”

Dayê Esmer anlatmaya başlıyor yaşananları: “Ben Esmer Hemo. Sibalıyım. Ben Siba’da büyüdüm, Siba’da evlendim. Siba’da ferman gördüm açlık, susuzluk, sefalet gördüm. 20 yaşında evlendim. Bizim ömrümüz hesaplıdır. Bir tane oğlum fermandan iki ay önce Hewenat’da Musul’a bağlı bir nahiyede askerlik yaparken şehit düştü. Diğer oğlum ve şehit düşen oğlumun çocukları yanımda kalıyor. Bir evde üç aile kalıyoruz. Fakir bir aileydik. Geçimimizi bahçelere amele olarak giderek sağlardık. Oğlumun şehadeti beni çok etkiledi. Ölünceye kadar her gün oğlumun ölümü olacağım.

“Herkes başının çaresine bakıyordu”

Saat gece ikide geldiler. Ben o saatte fark ettim. Silah sesleri geldi. Sabah saat 8’e kadar evdeydik. Ara ara mermi sesleri geliyordu. Eşime gel gidelim dedim. O da ‘ben oğluma ait koyunları bırakıp gelmem’ dedi.  Sonra evin damına çıktım, baktım herkes kaçıyor. Tekrar aşağıya indim. Eşime çıkmak için ısrar ettim, çıkalım yoksa onların eline düşeceğiz dedim. Arabamız yoktu. Evde gelinimde vardı, o da hastaydı. Şehit düşen oğlumun çocukları ile birlikte evde taşımamız gereken çocuklar vardı. Sonra evden çıktık, ana caddeye kadar koştuk, kimse bizi beklemedi. Herkes başının çaresine bakıyordu. Kayınım önümüze geldi ve onların yanında da yer yoktu. Biz onlara küçük çocukları verdik. Çocukları onlar dağın yamacına kadar götürdü. Ben, kızım ve eşimde yürüdük. Çok sıcaktı, yürümekte zorlanıyorduk. Siba’nın çıkışına geldiğimizde, bir araba bizi aldı ve Sikini’ye kadar götürdü. Sikini’den Dev Geliya’ya gittik.

“İnsanlar susuzluktan ölüyordu”

Gece kendimizi dağlara vurduk. Yanımızda çok az miktarda su ve ekmek vardı. Dağlara vurduğumuzda hepimiz çok zorlandık. Geceleri soğuk, gündüzleri çok sıcaktı. Çocuklar ve biz büyükler açtık ama en ciddi sorun su sorunuydu. İnsanlar susuzluktan ölüyordu. Kimsenin kimseye sahip çıkmadığını, tanımadığını, annelerin çocuklarını bırakmak zorunda kaldığını, çocukların annelerini bıraktığını gördüm. Benim kardeşimde geride kaldı DAİŞ’in eline geçti. Yaşadıklarımız az değildi. Dağda 8 gün kaldık. Bir ömre bedeldi. Sonra Rojava sınırına kadar yürüdük. Bizi karşıladılar bizi sınırın diğer tarafına geçirdiler. Bizim için kamplar yaptılar, acılarımızı sarmaya çalıştılar. Bize ekmek, su ve çocuklarımıza dağda çatlamış ayaklarına derman verdiler. Onlar bizim için umut oldu. Bizi ölümden, özümüzü yitirmekten kurtardılar. Biz ölünceye kadar onları unutmayacağız. Onlar bizden olanlardır.

“Kendi topraklarımızda daha mutluyuz”

Herkes daha dönmedi. Biz birkaç aile döndük. Eski adetlerimizi devam ettirmek istiyoruz. Sayımız az ama olsun idare ediyoruz. İçimizde komşularımızın özlemi var ama biz yaşama tutunmak zorundayız. Siba’ya hayat vermemiz gerek. Komşularımı özledim, keşke şimdi burada olsalardı. Sohbetlere dalar, yaşadıklarımızı bir nebzede olsa unuturduk. Ben ölünceye kadar komşularımı unutmayacağım. Onlarda dönmüyor ben ne yapayım. Dönmelerini istiyorum. Biz Siba’ya döndük korkmuyoruz. Burada bizi koruyan güçler var ve biz onlara güveniyoruz. Biz kendi topraklarımızda daha mutluyuz. Daha 100 yada 200 yıla kadar Êzidîler üzerinde bir ferman olmaz. Biz bir kaç yüz yılda bir Êzidîlere ferman yapılmasını kader gibi görüyoruz. Umarım kaderimiz değişir.”