Benim hikayem Çiyayê Şengal -3
“Bu dünya günahkar, bu dünya bize yapılanlardan sorumlu” Êzidîler tüm dünyanın gözü önünde 3 Ağustos 2014 tarihinde DAİŞ tarafından 74. Ferman’ı yaşarken, saldırılar başladığında henüz 13 yaşında olan Ezda ve ailesi de esir alındı. Tecavüz, işkence başta olmak üzere her türlü zulmü yaşayan ve yaşananlara tanıklık eden Ezda, “Benim yaşadıklarımda hiçbir günahım yok. Beni çocuk oyunlarımdan aldılar ve bu dünyanın vicdanına sığmayacak bir sürü şey yaşattılar. Bunun günahkarı, sorumlusu ben değilim, bu dünya günahkâr, bu dünya bize yapılanlardan sorumlu. Bizimkisi ifadesiz bir acı oldu. Konuşsak da bir faydası yok ki” diyor.
“Bu dünya günahkar, bu dünya bize yapılanlardan sorumlu”
Êzidîler tüm dünyanın gözü önünde 3 Ağustos 2014 tarihinde DAİŞ tarafından 74. Ferman’ı yaşarken, saldırılar başladığında henüz 13 yaşında olan Ezda ve ailesi de esir alındı. Tecavüz, işkence başta olmak üzere her türlü zulmü yaşayan ve yaşananlara tanıklık eden Ezda, “Benim yaşadıklarımda hiçbir günahım yok. Beni çocuk oyunlarımdan aldılar ve bu dünyanın vicdanına sığmayacak bir sürü şey yaşattılar. Bunun günahkarı, sorumlusu ben değilim, bu dünya günahkâr, bu dünya bize yapılanlardan sorumlu. Bizimkisi ifadesiz bir acı oldu. Konuşsak da bir faydası yok ki” diyor.
ROJBİN DENİZ
Şengal - Êzdalığın köklerinden filizlenen Êzidî kadınları, dağların bedenlerinde ruh kazanır. Her Êzidî kadını bedenini ve ruhunu beyazlarla birleştirir. Yaşam Êzdalık’ta bembeyazdır tıpkı kadınların beyaz fistanları gibi. Kadınların fistanlarından sarkan örgüleri, çevrelerindeki doğayı sembolize eder. Örükler onların asiliklerine can verir. Her Êzidî kadını beyaz fistan giyer ve omuzlarından toprağa kadêöar örüklerini uzatır. Kafalarına tabiattaki renklerin ana yurdu olan, beyaz ve siyahtan yaptıkları kofilerini takarlar. Kofinin etrafında Êzdalığın yedi kutsalından üçü olan güneş, ay ve yıldız yer alır. Diğeri soludukları havadır. Kofilerindeki renkler hem birbirleriyle hem de kadınların uzun saçlarıyla bir uyum içindedir.
Her fermanda can pazarına sürülen Êzidî kadınlar
Êzdalığın tüm kutsallıklarını kadınlar korur. Yas tuttuklarında, toprağın rengine bürünerek, toprağa bıraktıkları canlarını hissetmek için, toprak rengi fistanlar giyerler. Toprak ta onların bir kutsalıdır. Karanlığa su bırakılmaz. Karanlığa çarpan her su damlası, yeryüzünde gözün zor görebildiği, en küçük canlıları öldürebilir diye geceye su akıtılmaz. Benim ile birlikte tüm canlılar yaşasın denir. Suyun kutsallığı yedi kutsaldan biridir. Bir de ateş var. Arzeba’nın ar‘ı ile gelir. Zerdüştlüğün simgesidir ateş. Dağları geçen altı kutsal gibi ateş de dağların bağrında yaşar. Dağlarda yaşam bulan ateş ovaları yakar, zalimin ocağına düşer ve Êzdalığın yedi kutsalına girer. Diğer kutsallar gibi ateşi de en çok Êzidî kadınları korur. Yüreklerinde sakladıkları acıları, ateşin kollarına bırakırlar. Fermanlar sonrası her Êzidî’nin bağrı kor bir ateştir. Êzidî kadınları acılarını ateşle yıkarlar. Ateşi en derin saklayanlar Êzidî kadınlarıdır. Êzdalığın kutsallıklarını koruyan Êzidî kadınları, her fermanda olduğu gibi 74. Ferman’da da en fazla can pazarlarına sürülenler oldu. IŞİD vahşeti ferman sonrası Musul’da 19 Êzidî kadını ateşin kollarında yaktı. Êzidî kadınlarını, Êzdalığın kutsallıklarıyla öldürdüler.
Paramparça edilmiş hayatlar, akıbeti bilinmeyen insanlar…
Yüreklerinde fermanların ateşleri sönmeyen kadınların izinden gidiyoruz. Her köy de herkes
IŞİD geldiğinde kimin esir düştüğünü, kimin ne yaşadığını az çok biliyor. Bildiklerini kimisi saklamaktan kimisi ise yaklaşıldığında sıcak bir sohbet sonrası paylaşmaktan yana. Hepsi için o dönem cehennemi karanlık. Unutamıyorlar, onlara bıraktığı izlerden kaçamıyorlar. Ölüm yaşadıklarının içerisinde en hafif olanıydı. Paramparça edilmiş hayatlar, akıbeti bilinmeyen insanlar, gülüşleri yüzlerinden çalınmış çocuklar, evlatlarının gölgesi yüreğine düşen kadınlar ve umutları, geleceğe ilişkin duyguları sökülüp çalınmış bir toplumsallık geride bırakmışlar. Geride kalanlar bir nevi yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide yaşıyorlar. Bir yanı hayat bir yanı ölüm… Kalanlar geçmişi canlandırıyorlar, kadınlar acılarını yüreklerine gömüp bir hayatın oluşturmanın telaşındalar. Çocuklar çalınmış gülüşlerini geçmişten topluyorlar, saçıyorlar boş köylerin yıkılmış sokaklarına. Yaşlılar fermanları biriktiriyorlar uzun ölümler görmüş hayatlarının çetelesinde. Gençler yeni bir hayatın kavgasında, bir daha hayata yenilmemenin arayışında. Şengalliler toplamışları ölümleri tüm sokaklardan, yaşamlarına yer açmak için. Harabeye dönmüş evler, parçalanmış sokaklar, üst üste yıkılmış enkazlar ne kadar onlara ölümün çirkin görüntüsünü sunsa da onlar hayatlarını üzerlerine çöken geçmişten almanın kavgasındalar. Umut yeşertmişler, fermanlara inat hayat oluşturmuşlar. Köylerden geçerken, tekrar köylerine dönen insanları görmek büyük bir heyecan veriyor bizlere. Onların yaşamlarını, yaşadıkları bunca zulmün ertesinde korumaya ve oluşturmaya çalışmalarını gıpta ile izliyoruz. Eskinin kalabalık köylerinden, sessiz köylere dönüşmesi, onlar kadar bizi de incitse de yeniden filizlenen ağaçların, güleç yüzüyle tabiatı şenlendirmesi gibi onlara ve bizlere heyecan ve sevinç veriyor.
“Ailece IŞİD’in eline geçtik”
Şengal’de sorup tarifler alıyoruz ve IŞİD’in eline geçen bir aileyi buluyoruz. Gecikmeden ziyaret etmek istiyoruz. Anne, baba, nine ve çocukların hepsi, toplam 12 kişilik bir aile, olduğu gibi IŞİD’in eline geçiyor. Geniş aileden de amca, dayı onların eşleri ve çocukları içinde olmak üzere bir aileden onlarca kişiyi IŞİD rehin alıyor. Kocaman bahçesi olan büyük bir evde kalıyorlar. Tenha bir yerde, diğer evlerin uzağında kurulmuş ve boşluk hissini veren bir ev. Eve gittiğimizde bizi çok sıcak karşılıyorlar. Evin annesi Dayê Koçer selde ekmek yapıyor. Biz içeri girdiğimizde son ekmeğini de selin üzerinden kaldırıyor. Kendimizi tanıtıp oturuyoruz. Biz daha sormadan ferman gününü anlatmaya başlayan Dayê Koçer, ailece IŞİD’in eline geçtiklerini söyleyerek, “Bizi rehin aldılar. Ben üç yıl üç ay kaldım. Kızlarımdan ortancası 40 gün, bir diğer kızım ve Ezda üç yıl kaldı. Küçük oğullarımı fidye karşılığında kurtardık. Ben Raqqa’ya götürülmüştüm. QSD Raqqa’ya operasyon yaptığında bende o zaman kurtuldum” diye belirtiyor.
Ezda ve ablaları da IŞİD’in esir aldığı kadınlardan
Dayê ile bir süre sohbet ediyoruz. Ezda annesinin yanında öyle sessizce oturuyor. Ezda’nın sessizliği dikkatimizi çekiyor. Onu yanımıza çağırıp, “gelip yanımızda oturabilir misin?” diye soruyoruz. Kalkıp yanımıza gelip oturduğunda, ne söyleyeceğimizi tahmin eder gibi “ben konuşmam, yaşadıklarımı anlatmak istemiyorum” diyor. Sinirlendiğini sanıyoruz, sonra onun asabi olduğunu anlıyoruz. Annesine dönüp, “Ezda sanki sinirli bir kız” diyoruz. Dayê Koçer gülerek, “benim kızım çocukluğundan beridir böyle, asabidir, ama ucunda ölüm olduğunu bilse bile haksızlığı kabul etmez, zulme boyun eğmez” diyor. Dayê Koçer Ezda’yı çok güzel tarif ediyor. Biz de onu daha fazla sinirlendirmemek için üzerine gitmiyoruz. Onu sohbetimizin akışında bizimle paylaşacaklarına bırakıyoruz.
“Dünyanın vicdanına sığmayacak bir sürü şey yaşattılar”
Ezda’nın annesiyle konuşurken gözlerimizi Ezda’dan ayırmıyoruz. Bazen kaçamak, bazen gözlerine, yüzüne bakıyoruz. Zorlamıyoruz ama bu güzel Êzidî kızının bizimle her şeyini paylaşmasını istiyoruz. O da arada bir ona bakışlarımızdan, annesiyle olan sohbetimizden etkileniyor gibi. Gözleriyle bizi takip ediyor. Sohbet bir ilerleyince tekrardan ona dönüyoruz ve konuşmasını bekliyoruz. İnadını bir yere kadar taşıyabiliyor. Gözleri parlıyor, narin yüzüne öfkeli ve geçmişten hesap soran bir görüntü yerleşiyor. Kelimeler yavaşça ve acıları deşerek ağzından çıkıyor. Ciddi bir yüz ifadesiyle bize bakıyor. Yaşadıklarını anlatırken gözümün içine bakarak şu sözleri ifade ediyor: “Benim yaşadıklarımda hiçbir günahım yok. Beni çocuk oyunlarımdan aldılar ve bu dünyanın vicdanına sığmayacak bir sürü şey yaşattılar. Bunun günahkarı, sorumlusu ben değilim, bu dünya günahkâr, bu dünya bize yapılanlardan sorumlu. Bizimkisi ifadesiz bir acı oldu. Konuşsak da bir faydası yok ki.”
“Bana ve kardeşlerime bunu neden yaptılar?”
Ezda sessizliğini bozuyor ve yarı yarıya konuşmaya ikna oluyor. Aslında konuşmak ve konuşmamak arasında kalıyor. Biz Dayê Koçer ile IŞİD’in Êzidî kadınlarına yaptıklarından bahsettikçe, Ezda öfkeleniyor, öfkesi boğazından dilinin ucuna kadar, binlerce sözcüğe dönüşüyor. Bir an Ezda’nın ağızından çıkan sözlerin içinde kalıyoruz. Konuşmayı kabul etmedi, ama öfkesinin bir nöbetini bizimle paylaşıyor. Ezda’nın söylediklerine katılıyoruz. Binlerce Êzidî kadınına yapılanların sorumlusu kim ve fermanın üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen neden hala yargılanmadılar? Êzidîler’e yapılanların sorumluları kim, 74 fermanı hangi güçler yaptı? IŞİD’lilerin yargı yolu nereden geçiyor? Neden dünya sessiz? Bu ve bunun gibi daha yüzlerce soru bizden çok Ezda’nın soruları. Öfkeden açılmış gözleri, konuşurken titreyen sesi, neden bu trajedinin öznesi olarak seçildiklerine dair soruları ile tarihi, yaşamı utandırıyor. Onu dinlerken yüreğimize bir acı ve öfke yerleşiyor. Onun gözlerinde, sözlerinde kalıyoruz.
“Ben IŞİD’in eline geçtiğimde 13 yaşındaydım. Telafer’e götürdüklerinde küçücük bir çocuktum, aynı gün büyüdüm. Büyüdüğümde bu soruları boş duvarlara, bileklerimi kesen kelepçelere sormuştum. Okulların zeminlerine, boylu boyunca uzanmış Êzidî kadınlarının saç örgülerinin sorumlusu kim diye sormuştum. Meğerse, bu dünya soruların sorulduğu ama cevapların hiçbir zaman verilmediği bir yermiş. İnsanlığın vicdanına -ki eğer varsa- soruyorum işte, bana ve kız kardeşlerime neden bunu yaptılar?”
Yarın: Tüm insanlığa tecavüz ettiler