Yeşil Sol Parti’den kanun teklifi: 74’üncü Fermanı soykırım olarak tanıyın

Yeşil Sol Parti, Êzidîlere dönük 74’üncü Fermanı’nın “soykırım” olarak tanınması için Meclis’e kanun teklifi sundu.

Haber Merkezi-Êzidîlere yönelik IŞİD tarafından gerçekleştirilen katliamın 9’uncu yılında fermanın “soykırım” olarak tanınması için Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Meclis’e kanun teklifi sundu.

Wan Milletvekili Gülcan Kaçmaz Sayyiğit tarafından verilen kanun teklifinde, IŞİD tarafından gerçekleştirilen katliamların soykırım olarak tanınması istendi. Kanun teklifinin gerekçesinde, “Ardı arkası kesilmeyen katliamlar, Êzidî Kürtlerin bilincinde ‘ferman’ olarak adlandırılırken binlerce Êzidî, zorla yerinden göçertilmiş durumdadır. Êzidîler, Osmanlı’dan Saddam Hüseyin’in iktidarda olduğu Irak’ta 73 ferman ve katliama uğradılar. Yakın zaman diliminde de Irak Kürdistanı’nda Kürtlere karşı yürütülen Enfal soykırımında da Êzidîler saldırıların hedefi olmuş, 2011 yılında ise Şengal’de yapılan bombalı saldırıda yüzlerce kişi yaşamını yitirmiştir. Son olarak 3 Ağustos 2014 tarihinde Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çeteleri Şengal’de kadın erkek, çoluk çocuk ve genç yaşlı demeden binlerce Êzidî Kürdü katletmiştir” ifadeleri yer aldı.

‘Cinsel suçların bir soykırım olduğu kabul edilmelidir’

Teklifte aynı zamanda şöyle denildi:

“Binlerce kadın köle pazarlarında satılmıştır. Her ne kadar üzerinden 9 yıl geçmiş olsa da fermanın etkileri bugün de ortadan kaldırılmış değildir. Çünkü yüz binlerce Êzidî birçok yerde kamplarda zor koşullar altında yaşam mücadelesi verirken kaçırılan binlerce kadının akıbeti hâlâ bilinmemektedir. Êzidilerin kurmaya çalıştıkları güvenli alanlar ise bugün de saldırıların hedefi olurken 3 bine yakın Êzidînin halen IŞİD tarafından esir tutulduğu belirtilmektedir. Özellikle esir alınan Êzidî kadın ile çocukların Şengal’den binlerce kilometre uzakta bulunan Ankara ve Kırşehir’de ortaya çıkması, siyasi iktidarın kayıtsızlığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle kültürleri ve inançlarıyla insanlık tarihinin özgün bir parçası olan Êzidîler; zorla yerinden göçertilme, tecavüz, köle pazarları vb. insanlık dışı saldırılardan dolayı ciddi bir güvenlik riski altındadır. Çünkü Êzidî halkı hem kendi öz topraklarında hem de gitmek zorunda kaldıkları yerlerde statüsüz ve korumasız şartlarda yaşamaktadırlar. Dolayısıyla toplu katletme yöntemleriyle soyca yok edilmeye çalışılmanın yanında Êzidî Kürtleri, sınırları dahilinde yaşadıkları ülke ile çevre ülkelerin saldırgan ve/ya duyarsız politikalarının etkisini doğrudan hissetmektedirler. Bu yüzden uluslararası çevrelerce Êzidî yerleşim yerlerinin boşaltılmasının, çoluk çocuk fark etmeden sivillerin toplu olarak infaz edilmesinin ve kadınlara yönelik işlenen insanlık dışı cinsel suçların bir soykırım olduğu kabul edilmelidir.”

‘Bu aynı zamanda insani ve vicdani bir vazifedir’

“İnsanlığa karşı işlenen suçlar” olarak kabul edilen saldırıların en son İngiltere tarafından “Êzidî soykırımı” olarak kabul edildiği hatırlatılan kanun teklifinde şu gerekçeler de yer aldı:

“Bütün bunlara rağmen Türkiye’de yaşayan milyonlarca Kürt’ün öz kardeşleri olan Êzidîlere yönelik katliamlar konusunda siyasi iktidar hiçbir adım atmamıştır. Bunun aksine Êzidîlerin güvenlik endişelerini büyüten bir dış politika benimsenmiş, tüm çağrılara rağmen agresif tutum terk edilmemiştir. Sonuç itibariyle Irak Kürdistan Bölgesi’nin Şengal ve Şeyhan kasabaları ile Musul’un köyleri başta olmak üzere Kürtlerin dört parça coğrafyası ile Gürcistan ve Ermenistan’da yaşayan Êzidîler, kültür ve inançlarıyla özgürce yaşamak istemektedirler. Özelikle soykırımın 9’uncu yılında Türkiye Cumhuriyeti iktidarlarının, milyonlarca yurttaşıyla etnik akraba olan Êzidî Kürtlere yönelik süregelen politikalarında değişikliğe gitmesi gerekmektedir. Bu anlamda halkların iradesinin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) inisiyatif alarak halkları birbirine yakınlaştırmak için devreye girmesi anlamlı olacaktır. Çünkü söz konusu katliamların TBMM tarafından ‘Êzidî Soykırımı’ olarak tanınması, halklar ve inançlar arasında bir hoşgörünün gelişmesini sağlayacaktır. Bu aynı zamanda insani ve vicdani bir vazife olarak siyasetçilerin karşı karşıya oldukları önemli bir sınamadır.”