Ebru Günay: Savaş ve tecride karşı 1 Eylül’de alanlarda olacağız

Siyasi gündeme dair değerlendirmelerde bulunan HDP Sözcüsü Ebru Günay, savaş ve tecride karşı 1 Eylül’de alanlarda olacaklarını belirterek, etkinliklere katılım çağrısında bulundu.

Amed - Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, gündemdeki gelişmelere dair Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DBP) Diyarbakır’daki Genel Merkez Danışma Bürosu'nda basın toplantısı düzenledi. Antep ve Derik’te yaşanan kazalarda yaşamını yitirenleri anan Ebru Günay, “Her iki kazada da ilk kazadan sonra tedbirlerin alınmaması facianın asıl sebebi. Derik’te tam 20 dakikalık bir zaman farkı var. Bütün demokratik eylemlerde yolları kapatan, her yeri abluka altına alan adeta kuş uçurtmayan kolluk, bir kaza anında daha büyük felaketleri engellemek için yolu kapatmaya dahi gerek duymuyor” diye belirtti.

Ebru Günay konuşmasının devamında şunlara yer verdi:

“İlk kaza gerçekleştikten sonra yol trafiğe kapatılsaydı ikinci kaza gerçekleşmeyecekti. Yine yandaşın kar hırsı dolayısıyla bağımsız tonaj kontrolleri yapılmayan tırlar Mardin, Derik ve Mazıdağı’nda ölüm saçmaya devam ediyor. Herkes çok iyi biliyor ki tırlar Cengiz Holding’in Eti Bakır fabrikasından aldığı fosfat gübreyi taşıyorlar. Yanıcı bir madde; ve dünyanın hiçbir yerinde yanıcı ve tehlikeli maddeler kent içinden geçirilmez. Gerekli tedbirler alınır. Hem bizim çokça dile getirmemize rağmen, hem de Deriklilerin taleplerine rağmen gerekeli tedbirler alınmadı. AKP iktidarının derdi halkın can güvenliği değil derdi yandaşlarının güvenliği ve korunması. Bu cinayetlerin faili ve sebebi, bu katliam gibi kazanın sebebi Cengiz Holding’dir, AKP iktidarının kendisidir.

“Esad’ı muhatap alması savaşı kaybettiğini gösteriyor”

İktidar Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarını sürdürüyor. 2011 yılından itibaren kesintisiz bir şekilde Suriye’deki savaşı destekleyen hatta besleyen iktidar, ilk kez Esad’la görüşmekten, diyalogdan bahsediyor. Biz elbette parti olarak bütün sorunların diyalog ve müzakere ile çözülmesinden yanayız ancak, iktidarın amacının gerçekten müzakere ve diyalog olmadığının da farkındayız. Bu diyalog teklifinin gerekçeleri bir yana, gelinen aşamada Esad’ın yeniden muhatap alınması, Saray’ın ve ona bağlı çetelerin Suriye’deki savaşı kaybettikleri anlamına da gelmektedir. Yani Saray’dan çekilen ‘Esad’ı devirmek’ adlı korku/macera filminin finali absürt bir komediye dönüştü.

“Maceraperestliğin bedelinin milyonlar ödedi”

Şam Emevi Camii’nde namaz kılma vaadiyle başlayan süreçte sistem muhalefetini de arkasına alarak özellikle her seçim öncesindeki operasyonlarıyla şov ve hamasetten beslenen iktidar, gelinen aşamada Türkiye’yi milyonlarca mülteci ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu maceraperestliğin ve ihvan rejimini Suriye’de hakim kılma girişimlerinin bedelini, milyonlar çok ağır ödedi ve halen de ödüyor. Ancak Saray Rejimi, geniş bir Ortadoğu coğrafyasını etkileyen bu yıkımdan ders almamış olacak ki; Esad’la diyalogun yine Kürtsüzlük temelinde gerçekleşebileceğine ilişkin çözümsüz bir politikada ısrar ediyor. Saray Rejimi, önce IŞİD eliyle yapamadığı, daha sonra bizzat kendisi Suriye topraklarına girerek gerçekleştirmek istediği Kürtleri tasfiye operasyonunu, bu kez diyalog ve müzakere adı altında Esad rejimi ile ortaklaşarak ya da Esad’a devrederek gerçekleştirmenin yollarını arıyor.

“Türkiye’nin hedefi Kürtleri statüsüz bırakmak”

Türkiye’nin Suriye’ye yönelik bir çözüm perspektifi bulunmuyor. Türkiye’nin tek hedefi Kürtleri statüsüz bırakmak. Türkiye, işgal ettiği ve  kendine bağlı güçleri yerleştirdiği tüm alanlardan çekilmesinin şartı olarak; ön plana çıkaracağı temel şart Kürtlerin sahip olduğu hakların geri alınmasıdır. Bu da bir çözüm siyaseti değil, pazarlık ve şantaj politikasıdır. Bir kere rejim açısından Türkiye, Suriye’nin birçok bölgesinde işgal gücü bulunduran bir ülke. Hatta Suriye rejimine göre, Türkiye’nin desteklediği tüm silahlı gruplar terörist. Buna rağmen Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu kalkmış bulundukları bölgelerden çekilip çekilmeyeceklerini açıklamadan, bu konuda bir değerlendirmede bulunmadan kendince muhalefet olarak gördüğü, ancak kontrol ettikleri yerlerde birçok insanlık suçunu işlemiş bu grupları Şam yönetimiyle barıştırmaktan söz ediyor. Türkiye’nin önceliği Kürtleri statüsüz bırakmak için, Rejim ile ilişki geliştirmek. O yüzden kendilerine bağlı grupları rahatlıkla bırakabilir ancak bunun yaratacağı sorunlar olacak. Açıklamalarla zemin yoklamaya çalışıyor. Yine rejim ile anlaşmalı bir tampon bölge oluşturup bir kısım mülteciyi oraya yerleştirmek diğer bir hedeftir. Bu yüzden ne kadar barıştan söz etse de Türkiye’nin temel siyaseti Suriye ve Rojava’yı istikrarsızlaştırmak, işgal ve yeni saldırılara zemin hazırlamaktır. Tüm eylemleri ve planları buna yöneliktir.

“Türkiye Suriye topraklarından çıkmalıdır”

Türkiye bu pozisyonunda çekilirse ancak çözüme hizmet eder. Pazarlık, şantaj ve Kürt düşmanlığı bir çözüm siyaseti olamaz. Türkiye’nin Suriye’de bir çözüm ve barış derdi varsa yapması gereken tek şey; Suriye topraklarından çıkmasıdır, kendisine bağlı gruplara verdiği destekten vazgeçmesidir.  Her gün sivillerin SİHA saldırıları ile katledildiği, kaçırıldığı, malların yağmalandığı, demografik yapının değiştirildiği, cinayetlerin gerçekleştirildiği bölgelerde sorumluluğu olan bir iktidarın diyalog ve müzakere arayışı, olsa olsa bu suçların daha derinleştirilmesine neden olacaktır.

“Suriye’de kalıcı bir çözümden yanayız”

Saray Rejimi’nin taktiğiyle Suriye tarafına 3 adam gönderip, oradan Türkiye tarafına 5 füze attırarak savaş ya da müdahale bahanesi yaratmanın ve bu asılsız iddialarla Suriyeli Kürtleri ‘terörist’ ilan etmenin ucuzluğuna başta ana muhalefet olmak üzere kendisine ‘demokrat’ diyen kimse kapılmamalıdır. AKP-MHP’nin her ‘terörist’ ya da ‘düşman’ dediğine muhalefetin de sorgusuz-sualsiz uyması, bu ülkenin barış ve istikrar umutlarını gölgelemektedir. HDP olarak nasıl ki Türkiye’de Kürt Sorununa siyasi çözüm temelinde yaklaşıyorsak, Suriye’de de müzakerelerle siyasi ve kalıcı bir çözümden yanayız. Bu ilkeli duruşumuzu her zaman ve her yerde savunmaya devam edeceğiz.

“Biz seninle aynı gemide değiliz”

Türkiye’de yaşanan sorunlar her geçen gün daha da derinleşiyor. Ne zaman bir siyasal ya da ekonomik kriz çıksa, yönetenler halkları birlik ve beraberliğe davet eder ve ‘boğulma’ korkusuyla kendilerine destek vermeye çağırırlar. Bu dünyanın her yerinde bilinen klasik bir iktidar taktiğidir. Erdoğan’da yine tüm ülkeyi batıran kendisi değilmiş gibi herkesten sabırlı olmasını istedi ve ‘aynı gemideyiz’ dedi.  Biz seninle aynı gemide değiliz. Biz halkımızla aynı gemideyiz. Soruyoruz: Bu ülkeyi 20 yıldır yöneten kim? Bütün siyasetini toplumu ayrıştırmak, kutuplaştırmak, bölmek için kullanan kim? Hazineden döviz garantili milyarlarca dolar ve euroluk ihale alanlarla, toprağını işlemek için sürekli borçlanan, tohum, gübre, elektrik fiyatları altında ezilen yoksul köylüler aynı gemide mi?

Bizler ise halklarımızın gemisinin batmasına, su almasına asla izin vermeyeceğiz. Hep birlikte, el ele, omuz omuza vererek bu gemiyi limana sakince yanaştıracağız. Çünkü bu liman AKP’nin talimatıyla hareket eden Merkez Bankası’nın faiz manipülasyonlarıyla yürümez. Dokuz ay önce ‘Bir Müslüman olarak ‘nas’lar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu’ diyen Erdoğan’a soruyoruz; yüzde 13 Merkez Bankası, yüzde 25 banka faizlerinde Nas hükümleri işlemiyor mu? Hüküm, paradan para kazanan bankalar için geçerli değil mi?  Gerek KOBİ’ler gerekse de vatandaşlar bakımından ihtiyacı olanlar için faizi sıfıra indirelim. Geçmişte çekilen kredilerin faizlerini silelim. Anaparaları, uzun vadeli şekilde yapılandıralım.

“Toplumu kandıramayacaklar”

Memleketi ve ülkeyi batıranlar, şimdi panik halde kendilerini kurtarmanın arayışındalar. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan ve kurmayları olağanüstü ‘seçim zirvesi’ yaptılar. Gerçi toplantıya çağrılanların bile haberi yoktu bundan. Çünkü Saray fena halde sıkışmış veya panik içinde. O zirveye ‘seçim zirvesi’ dediler ama aslında zirve ‘Memleketi batırdık, filikalarla nasıl kendimizi kurtarırız’ zirvesiydi. Bütün anketler Türkiye toplumunun, ülkeyi felakete sürükleyen, bu zihniyetten uzaklaştığını ve AKP’nin toplum desteğini kaybettiğini gösteriyor. Kendi yandaşları bile her gün güç kaybettiklerini anket sonuçlarıyla önlerine koyuyor. İşte zirveyi bu korku ve panikle yaptılar. Ama korkunun ecele faydası yok. İktidar miadını doldurdu. Onlar 40 bin tane  zirve de yapsalar; toplumu kandıramayacaklar, felaketlere sürükledikleri toplumdan rıza alamayacaklar.

Bugün İttifak Toplantısı gerçekleştirilecek

Gidişleri yaklaştı ve bu zirve aynı zamanda AKP’nin bu ülkenin yakasından düştüğü, kaybettiği zirve olarak tarihe geçecek. Bu da kendiliğinden olmayacak biz gerçekleştireceğiz. Bunu örgütlü gücümüzle yapacağız, ittifaklarımızla gerçekleştireceğiz. Bugün Eş Genel Başkanlarımızın katılımıyla İstanbul’da partimizin de dahil olduğu ittifak toplantısı gerçekleştiriliyor. Bu toplantıda ittifakın ilkeleri netleştirilecek, çalışma esasları ve birliktelik hukuku belirlenecek ve toplantıdan çıkacak sonuç üzerinden önümüzdeki günlerde bir deklarasyonla toplantıdan çıkan sonuçlar kamuoyuna deklere edilecek.

1 Eylül’e çağrı

Bizler alanlarda tekrar halkımızla birlikte mücadele etmeye, savaş politikalarla milyonlarca etkinlik halinde olmaya devam edeceğiz. Savaş ve tecride karşı 1 Eylül’de alanlarda olacağız. ‘Savaş kaybettirir, barış kazandırır’ şiarıyla gerçekleştireceğimiz 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliklerine güçlü bir şekilde katılmaya çağırıyoruz. 1 Eylül Günü Van’da Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan’ın katılımıyla Van’da, Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar’ın katılımıyla Şırnak’ta mitingler düzenleyeceğiz. Her yerde de emek demokrasi güçleri ile alanlarda olacağız. Savaşa karşı sesimizi yükselteceğiz çünkü savaş kaybettirir, barış kazandırır diyoruz.”