Ayşe Acar Başaran’dan erkek ittifakına karşı “kadın ittifakı” çağrısı
Türkiye’de kadınlara yönelik düşman politikalarına dikkat çeken Ayşe Acar Başaran, “Buradan bütün kadınlara sesleniyoruz; gelin kadınların ittifakını ve dayanışmasını hep beraber konuşalım” çağrısında bulundu.
Ankara- Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, gündeme dair Genel Merkez binasında basın toplantısı düzenledi. İlk olarak Türkiye’de yaşanan kadın katliamlarına dikkat çeken Ayşe Acar Başaran, kadınların yaşamak için verdiği mücadelelerden bahsetti. Kadınların farklılıklarıyla, dilleriyle, duruşlarıyla bütün engellere rağmen barikatları tek tek aşarak, 8 Mart meydanlarını doldurarak direnişi ortaya koyduğunu söyleyen Ayşe Acar Başaran, bütün engellemelere rağmen kadınların net ve kararlı olduklarını kaydetti.
Ayşe Acar Başaran konuşmasının devamında şunları belirtti:
“Yine 8 Mart’ta ortaya çıkan bu coşku, kararlılık ve motivasyonla iktidarın bütün engelleme çabalarına ve zayıflatma eğilimine rağmen Amed’de, İstanbul’da, Şırnak’ta, Van’da, Adana’da, Mersin’de, Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında genç, kadın, yaşlı, çocuk milyonlar alanları doldurdu. Bizce çok net mesajlar verdiler. Alanları dolduranlar, uygulanan baskı politikalarına karşı geri adım atmayacaklarını bir kez daha duruşlarıyla, attıkları sloganlar ve renkleriyle ifade etmiş oldular. Bu ortaya çıkan tablodan sonra herkesin bir kez daha durup düşünmesi ve değerlendirmesi gerektiğini düşünüyoruz.
“Herkes şapkasını önüne koymalı”
Newroz meydanlarında ortaya çıkan tablo hem iktidara hem muhalefete hem de kendi partimize bir mesaj verdi. Şimdi herkesin bir kez daha şapkasını önüne koyup bu süreci ve geleceği planlaması gerektiğini söylüyoruz. Bizlere de çokça sorumluluk yükledi halkımız. Bu süreçte mücadeleyi daha da büyütme ve sorunları çözme perspektifi, esas adres olduğumuz halkımız bir kez daha ifade etti. Newroz ve 8 Mart’ta verilen en önemli mesajlar tecrit ve cezaevlerindeki duruma dairdi. Sayın Öcalan üzerinde yürütülen mutlak tecrit politikasına ve son bir yıldır neredeyse kendisiyle hiçbir görüşme yapılmamasına karşı verilen refleks, bu politikadan vazgeçilmesi, Sayın Öcalan’ın düşüncelerinin özgürce toplumla paylaşılmasının önünü açılmasıydı.
“Hasta tutsaklara yönelik düşmanca politikalara son verilmeli”
Cezaevlerine yönelik uygulamalara karşı da net mesajlar verildi. Bugün Türkiye cezaevlerinde, her gün Adli Tıp Kurumu’nun düşmanca politikaları, politik bir tavır takınması nedeniyle cenazeler çıkmaya devam ediyor. Aysel Tuğluk, hastalığı devam etmesine rağmen bu düşman politikalarının bir sonucu olarak cezaevinde tutulmaya devam ediliyor ve hastalığının ilerlemesine sebep olunuyor. Bunun nedeni iktidarın politikalarıdır. Bizler de bu politikalara karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. İktidara buradan bir kez daha çağrı yapıyoruz. Cezaevlerindeki her ölümden iktidar sorumludur. Sadece geçen haftalar içinde iki cenaze çıktı cezaevlerinden. İktidar bu sorumluluktan kaçamayacak. Cezaevlerinde yürütülen tecrit politikalarına, hasta tutsaklar üzerindeki düşmanca politikalara derhal son verilmesi gerekiyor.
“İki ayda 49 kadın katledildi”
Ve tabii ki bizim esaslı gündemlerimizden olan ama maalesef iktidarın gündemine almamak konusunda ısrarcı olduğu kadına yönelik şiddet ve cinayetler var. Sadece 2022 yılının ilk 2 ayında 49 kadın erkek şiddeti sonucunda katledildi. 49 kadın şüpheli bir biçimde bu süreçte yaşamını yitirdi. Biz biliyoruz ki, yaşamlarını yitirmelerinin birçoğu erkek şiddeti sonucunda katliamdır. Son 3 ayda 8 kadın balkonlardan düşerek, yaşamını yitirdi. İstanbul Kağıthane'de 4 gün haber alınamayan ve bizim de bulunması için çok çaba sarf ettiğimiz 26 yaşındaki Seher Akkoyun, şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Van Muradiye’de intihar ettiği öne sürülen ve ağır yaralı olarak yoğun bakımda tedavisi devam eden Sinem Dinçer maalesef bu süreçte yaşamını yitirdi.
“İktidarın yargısı kadınları şaşırtmadı”
Yine sistematik işkence gören ve yaşamını yitiren Melek Karaaslan’ın davasının gerekçeli kararı açıklandı. ATK, tıpkı hasta tutsaklarda olduğu gibi kadınlara yönelik de düşmanca bir tutum almaya devam etti. Duygu Delen davasında da maalesef iktidarın yargısı yine bizleri ve kadınları şaşırtmadı. Erkeğe beraat vererek, yine aklamış oldu. Şırnak Uludere’de 15 yaşındaki S.A. adlı çocuğun cinsel saldırıya maruz kaldığı ortaya çıktı. Cinsel saldırıda bulunan kişinin AKP’li Uzungeçit Belediyesi Başkanı Cemil Yıldız’ın yakın koruması olduğu, istismarın da uzun süredir devam ettiği kamuoyuna yansıdı. Yine Van Gürpınar ilçesinde, bir çocuk 2021 yılının Kasım ayında korucu Faik Dural ve Mahmut Hangül tarafından cinsel istismara uğradı ve yine iktidarın yargısı bizi şaşırtmadı. Korucu Faik Dural, bir süre sonra tutuklandı. Suçunu itiraf etmesine rağmen tutuklandıktan bir süre sonra (2 ay) tahliye edildi.
“Erkeklik indirimine kılıf!”
Türkiye’de istismar ve kadına yönelik şiddette böyle bir tablo varken, kadınlar evlerde, sokak ortasında, işyerlerinde erkek şiddetiyle yüz yüzeyken iktidar Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) bir değişiklik önerisi getirdi. Hem Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda hem de Adalet Komisyonu’nda kadın arkadaşlar da bu konuya dair düşüncelerimizi ifade etti. Maalesef yasa, bu haliyle Adalet Komisyonu’nda geçmiş oldu. Bu yasada neyin olduğu çokça tartışılıyor. Bu yasayla beraber ‘erkeklik indirimi’ olarak adlandırdığımız ‘ihlal indirimi’ne başka bir kılıf bulunmuş durumda. Bunun adına ‘pişmanlık indirimi’, esasında yine fail olan erkeklere ‘erkeklik indirimi’ getirmek için getirilen bir düzenleme.
“İktidar erkeklere yöntem gösteriyor”
Erkekler daha önce mahkeme salonlarında kravat takarak, el pençe divan durarak, indirim alıyordu. Şimdi iktidar, erkeklere başka bir yol ve yöntem gösteriyor. Pişman olduğunu gösteren erkekler, kravat indiriminde olduğu gibi ‘erkeklik indirimi’ almış olacaklar. Daha önce de aslında bunun örneklerini görmüş olduk. Yine bu yasayla beraber birtakım suçlarla cezanın yükseltilmesi esas alınıyor. Ama biz biliyoruz ki cezalar ne kadar yükseltilirse yükseltilsin, infaz düzenlemesi yasaları gibi yasalar olduğu sürece ön kapıdan girdikleri cezaevlerinden arka kapıdan ellerini kollarını sallayarak, aklanmış bir biçimde çıkacaklar.
“Erkeklerin aklanması üzerine düzenleme yapıldı”
Bu yasayla bir taciz boyutuna gelen ısrarlı takip sonucuyla ilgili kadınların verdiği mücadele sonucunda bir düzenleme getiriliyor. Bu düzenlemede de yine erkekler düşünülmüş. Erkeklerin nasıl aklanacağı, nasıl cezasız bırakılacağı düzenlemeleri yapılmış. Kanun gerekçesinde ısrarlı takip suçunun işlendiğini kabul edilmesi için buna bir kriter olarak ciddi huzursuzluk oluşturulması esası aranıyor. Kim değerlendirecek? Hakim. Bu hakimler zaten erkek yargının eğitim sisteminden geçen, erkek egemen sistemin eğitiminden geçen, erkekleri anlamak için her türlü çabayı göstermek isteyenlerdir. Kadınlar, bir de huzursuz olduklarını anlatmak zorunda kalacaklar. Bu huzursuzluk yetmeyecek, bunun ciddi olması gerekecek. İşte yine aslında burada ortaya çıkan yaklaşımın kendisi.
“Kadına yönelik suç tanımının yapılması gerekiyor”
Az öncede ifade ettiğimiz gibi kadına yönelik suçlar ya da ortaya çıkan bu kırım boyutuna gelmiş cinayetler, sadece bazı yasalarla göstermelik birtakım değişiklikler, göstermelik ceza arttırılmasıyla düzenlenecek ya da değiştirilecek ya da ortadan kaldırılacak katliamlar, saldırılar değil. Bir defa kanun kendisinde net bir biçimde kadına yönelik suç tanımının yapılması gerekiyor. Bu tanımda bir cinse, kadınlara yönelik; kadın oldukları için bu şiddete uğradıklarını net bir biçimde ifade edilmesi gerekiyor. Bununla beraber kadına yönelik katliamların ortadan kaldırılması için iktidarın, öncelikli olarak erkek egemen cinsiyetçi politikalarına son vermesi gerekiyor. Bu göstermelik kanunlar maalesef meseleleri münferitmiş gibi gösteren yaklaşımın bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
“İstanbul Sözleşmesi derhal uygulanmalı”
Bu mesele, münferit ve olağan cinayetler gibi ele alınmamalı. Kadınlar bu ülkede kadın oldukları için ısrarla söylüyoruz; kadın oldukları için bu ülkede şiddete uğruyor. Kadın oldukları için tacize ve tecavüze uğruyor. Kadın oldukları için istihdam alanlarından uzaklaştırılıyor ve tam da bunun karşısında İstanbul Sözleşmesi bir cinse yönelik her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak için birçok düzenleme içeriyordu. Bu göstermelik kanunları yapmak yerine iktidarın İstanbul Sözleşmesi’ni derhal uygulamaya devam etmesi gerekiyor. Çünkü biz İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olduğunu ısrarla ifade ediyoruz. Bu suçlardan sadece erkeklerin değil devletin de sorumlu olduğunu ve devletin de kendi üzerine düşen bütün görevleri yerine getirmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
“Göstermelik kanunlar getiriliyor”
Kadına yönelik suçları engellemeye çalıştığını iddia eden, göstermelik olarak kanun getirmeye çalışan bu iktidarın pratiklerinin geçtiğimiz günlerde hep beraber şahitliğini yaptık. Bursa’da bir okul müdürü kız ve erkek çocuklarının bir arada oturmasının rahatsızlık oluşturacağını, tedirginlik oluşturacağını iddia eden bir yazı gönderdi sınıflara. Kamuoyuna yansıdığında ve kadın örgütleri buna tepki gösterdiğinde müdür görevden alındı. Tıpkı cezaevlerinde olduğu gibi burada da ön kapıdan çıkarılan bu müdür sadece bir süre sonra tekrar görevine iade edildi. Kamuoyu refleksi ortadan kalktıktan sonra. Kız ve erkek çocuklarının yan yana oturmasından tedirgin olan iktidar yetkililerine ve müdürlere sesleniyoruz; 15 yaşındaki çocuk Şırnak’ta istismara uğrarken neredeydiniz? Çocukların istismarından neden bu kadar rahatsız olmuyorsunuz? Erkeklerin cezasızlığından neden rahatsız olmuyorsunuz? Van’da suçunu itiraf ettiği halde korucunun serbest bırakılmasından neden hiçbir rahatsızlık duymuyorsunuz? Neden bu konuyla ilgili herhangi bir adım atmıyorsunuz?
“Mücadeleye devam edeceğiz”
Bu da yetmiyor, az önce söylediğimiz gibi bir kanun getiriyorlar ve fail erkeklere yol gösteriliyor. ‘Suç işleyin, biz kılıf buluruz’ diyorlar. ‘Minareyi çalın, biz buradayız; devlet olarak, yargı olarak, kolluk olarak, iktidar olarak işlediğiniz suçları biz aklamaya devam ederiz’ yaklaşımını sergiliyorlar. Bundan da kadınların memnun olmasını bekliyorlar. Bir kez daha çağrı yapıyoruz; erkek egemen politikalarınıza karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Asıl biz sizden rahatsızız. Sizin yarattığınız ortamdan rahatsızız. Bu ortama karşı 8 Mart’ta alanlara doldurduğumuz gibi yaşamın bütün alanlarında mücadele etmeye devam edeceğiz. Yargının gerçekleştirdiği bu yaklaşım, bir cezasızlık değil teşvik politikasıdır. Yargı, erkekleri teşvik ediyor, iktidar erkekleri teşvik ediyor ve toplum içerisindeki erkekler kışkırtılarak kadına karşı bir güç olarak kullanılıyor. Kadınlar buna karşı sessiz kalmaya, makul ve makbul davranmaya ya da yaşamaya zorluyorlar. Biz bu yaşamı kabul etmeyeceğimizi daha önce de defalarca söyledik.
“Kadınlar yoksullukla yüz yüze”
Bu şiddet her gün artarken kadınlar bir de Türkiye toplumu içinde olduğu ekonomik krizin en derinden yaşamaya devam ediyorlar. Kadınlar, yoksullukla yüz yüze. Maalesef, bu gerçeklik ortadayken TCK’daki yasa değişikliği gibi şu anda nafaka tartışmaları da devam ediyor. Bizler İstanbul Sözleşmesi’ni korumaya ve uygulamak için mücadeleye etmeye devam edeceğiz. Nafaka hakkı ve bütün kazanımlarımızı korumaya devam edeceğiz. Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve saldırı politikaları devam ederken, bir de Kürdistan, Türkiye ve dünyanın bir savaş gündemi olduğunun farkındayız. Erkekler savaş politikalarıyla ayakta durmaya çalışırken, uluslararası emperyal güçler kendi iktidarlarını, güç ve geleceklerini korumaya ve geliştirmeye çalışırken bu süreçten yine en fazla etkilenenler kadınlar oluyor.
“Savaş kadın bedeninin sömürülmesi anlamına geliyor”
Biz çok iyi biliyoruz ki bu sürecin en büyük yansıması ve etkisi kadınlara oluyor. Çünkü savaş ataerkil toplumsal cinsiyet ilişkilerini yeniden üretiyor. Savaş kadınlar için göç, taciz, tecavüz, cinsel şiddet, ağır yoksulluk demek oluyor. Savaş kadın bedeninin sömürülmesi anlamına geliyor. Savaş kadın bedeninin savaş alanı haline getirilmesi anlamına geliyor. Tıpkı Kürdistan’da, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi tecavüzün bir savaş aracı haline getirilmesi anlamına geliyor. Erkeklerin oluşturduğu bu hegemonyada, ülkeler de tıpkı kadın bedeni gibi işgal ediliyor. Kadınlar bu süreçte ganimet olarak görülüyor. Savaş maalesef şiddetin pornografikleştirilmiş hali olarak karşımızda duruyor. Bugün Ukrayna-Rusya savaşı tartışılıyor ama uzun süredir Türkiye’de, Kürdistan’da, Ortadoğu'da bir savaş sürecini yaşıyoruz. Ukrayna’dan Şengal’e, Rojava’ya kadar savaşın kadınları nasıl etkilediğine hep beraber şahitlik ettik. Şengal'de kadın bedeninin DAİŞ tarafından köle pazarlarında satıldığını, kadınların nasıl saldırıya ve tecavüze uğradıklarının hep beraber şahitliğini yaptık. Bugün de Ukrayna savaşı sonrasına kadınlar ganimet olarak görülüyor. Erkeklerin şakalarının bir malzemesi haline getiriliyor. Kadınlar bu savaşların hiçbir zaman tarafı olmadı ve olmayacaklar. O yüzden bu militarist ve erkek egemen politikalara karşı hep beraber kadınlar onurlu ve tutarlı bir barış mücadelesi yürütelim.
“Üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız”
Şu anda iktidarın Rusya-Ukrayna arasında arabulucu olduğunu iddia ederken, bir yandan Güney’e yönelik saldırı ve işgal girişimleri, diğer yandan Rojava'da ortaya çıkardığı tablo ortada. Kadınlar üzerindeki etki ortada. Biz kadınlar, hem Türkiye’de hem de çözümsüz kalan bu savaş siyasetine karşı hem Kürdistan’da, Ortadoğu'da ve dünyada yürütülen savaş politikalarına karşı barışı konuşmayı kendimize esas olarak almalıyız. Oluşan bu erkek egemen ittifaklara, savaş ittifaklarına karşı hep beraber kadın ittifakını ve kadın dayanışmasını konuşmamız gereken günlerden geçiyoruz. HDP Kadın Meclisi olarak üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız. Bugün Türkiye'de ittifak tartışmaları yürütülüyor. Ama bu tartışmaları yine kadınların olmadığı masaların etrafında erkeklerin bir araya geldiği, Türkiye’nin geleceğini konuştukları ittifaklar olarak karşımızda duruyor.
“Alternatifsiz değiliz”
Biz kadınlar, bu erkek egemen ittifaklara da bu yürütülen savaş politikalarına karşı da alternatifsiz değiliz. Kuzey ve Doğu Suriye bugün aslında bunun en önemli örneği ve ortaya çıkan en önemli modellerinden biridir. Kadın özgürlükçü, halkların eşit bir biçimde yaşayacağı savaşların ve krizlerin olduğu doğanın talan edilmediği bir yaşamı hep beraber kurabileceğimize inanıyorum. Buradan bütün kadınlara sesleniyoruz; gelin barışı ve kadınların ittifakını ve dayanışmasını hep beraber konuşalım. Bunu 8 Martlarda, alanlarda sloganlarımızı ve zılgıtlarımız birleştirerek, sesimizi birleştirerek bağırdık.”