Arîn'in gözlerinde dolaşmak...

“Yılların hızına rağmen özlem gözlerinde öyle bir hal almış ki; önce köyün toprak yolunda koştuğu, arkadaşları ile oyunlar oynadığı, bakır bakraçla doyasıya su içtiği, kendisini köyün tepesine vurduğu ve nefes nefese kaldığı anlar canlanıyor birden bire.”

DERSÎM MÎRZA

Şehba - Yolculuklar her zaman insana heyecan verir. Birçok yolculuk vardır, mekanı aşan, insanı durmadan ileriye götüren. Birçok yolculuk vardır, güzele en yakın yoldan ulaştıran. Bir de bazı yolculuklar vardır; insanı yaşadığı her an'a yeniden yeniden geri götüren.

Şehba yolculuğunun kaçıncı günü bilmiyorum...

Bilmek de o kadar önemli değil. Aslında belirlenen tarihlere takılmak, günü, saati akılda tutmaya çalışmak beyhude bir çabadır. Önemli olan yaşanılan an'ı hafızaya kaydetmek ve o an'a anlamlar yüklemektir.  Belki birçoğumuz yapıyoruzdur bunu, ama çok azımız bu konuda başarılı olabiliyor. Böylesi bir konuda başarılı olmanın en temel yolu yaşanılan her an'ı duyumsamaktır.

İşte yaşadıkları tüm anları duyumsamaya çalışmış ve bu yüzden de hafızalarına kazımış güzel insanlarla karşılaşıyorum burada ve biliyorum ki yüreğine yol aldığım her can bana yaşadıklarını, duyumsadıklarını tekrar tekrar yaşarcasına anlatacak... Çünkü yaklaşık iki saati bulan bir sohbetin ardından yaşı altmışa ulaşmış belki de geçmiş; bir kahraman babası olan Ebu Haydar şunları söyleyecek:

'Efrîn'den, köyümüzden sonra bu ev bir ev olmaktan çok üzerimizi kapatan duvarlardır. Çıkamıyor, bu duvarları aşamıyoruz ama siz buraya gelmeye devam ederseniz, biz her gün Efrîn'e ve köyümüze yol almaya devam edeceğiz. Hem de hep birlikte..."

Bu sözleri diğer tüm anlattıkları gibi hissederek, yaşayarak dile getiriyor.

Yüreğindeki özlem

Ebu Haydar ve eşi Rahime...

Bu topraklara canlarından iki parça vermiş bir ana ve baba...

Arîn ise köyünden, yurdundan, çocukluğundan, kardeşlerinden edilmiş genç bir kadın... Hasta olduğu için sırt üstü yatıyor ama sanki geçmişine dair anlattığı her kelimede uzandığı yataktan kalkıyor ve gitmek istediği her yere yol alıyor, yürüyor ve hatta koşuyor.  Anne ve babasının köylerini anlatırken eksik kaldıklarını düşünerek söze koyulmayı da ihmal etmeden karşışıyor kelama:

"Bizim köyümüz bir cennetti, gerçekten bak istersen fotoğraflarını göstereyim."

Hiç vakit kaybetmeden fotoğrafları göstermeye koyuluyor. Gösterirken bir 'off!' çekerek 'özlemişiz be' diyor.

Nasıl söylediyse artık, insan onun sözlerini, özlemini kendi içinde hissediyor.

Fotograflara bakıyoruz. Gerçekten de küçük bir cennet Albiskî köyü... Aliyê Biskî'den geliyor ismi. Anlatıyor aslında Biskî'li Ali'nin hikayesini ama kendi hikayesi kadar cazip gelmediğinden mi ne: 'Kuzey'den gelen ve buraya yerleşen biri; herhalde köydeki aşiretinin adı Biskî ama kimse ailesini tanımadığı için adamı sürekli Aliyê Biskî diye çağırmışlar ve köyün adı da onunla anılmaya başlamış' diyor. Sözlerini tamamladıktan sonra yeniden resimlere bakmaya koyuluyor.

Fotoğraflar neler anlatıyor

Köy yemyeşil. Karşısına Amanoslar'ı almış, böylece güzelliğine güzellik katmış. Karış karış anlatıyor köyünü, köyünde geçen anıları...

Gözüm bir kareye ilişiyor: Yadê Rahime'nin buğday öğüten resmi. Öyle canlı ve heyecan verici ki; sormam gereken soruyu soruveriyorum:

“Köyde her şeyi kendiniz mi yapıyordunuz?”

Efrîn'li görmüş geçirmiş bir kadına bu soru sorulur mu hiç. Soruyorum işte cehaletimden ama iyi de yapıyorum sanki. Ana bir başlıyor anlatmaya, insan dinledikçe dinlemek istiyor.

“Yavrum, biz her şeyi kendimiz yapardık. Herşeyimiz doğaldı, güzeldi, lezzetliydi. Ben Efrin'den, köyümüzden çıkalı bu yana ne nar yedim ne inciri ağzıma sürdüm. Bizim her bir narımız neredeyse bir kiloydu. Şimdi buradakilere bakıyorum, insanda iştah açmıyor bir kere. Köyüme dönene kadar köyümde yeşeren hiçbir meyveyi ağzıma almayacağım...''

Gercekten iki yıldır ne nar ne de incir koymuş ağızına ve bunda da epey kararlı...

Arîn'in gözleri hala fotograf karelerinde; ona baktığımı fark etttiğinde başını kaldırıp bana bakmaya başlıyor. Gözlerinin derinliklerine iniyorum. On yaşına kadar köyünden hiç çıkmamış, Halep'te okulunu bitirdikten sonra büyük bir tutku ile yeniden köyüne dönmüş genç bir kadın. Yılların hızına rağmen özlem gözlerinde öyle bir hal almış ki; önce köyün toprak yolunda koştuğu, arkadaşları ile oyunlar oynadığı, bakır bakraçla doyasıya su içtiği, kendisini köyün tepesine vurduğu ve nefes nefese kaldığı anlar canlanıyor birden bire. Gerçekten anlatırken öylesine yaşıyor ki, bizleri de kendisi ile birlikte yolculuğa çıkarıyor. Bakıyorum Arîn'e onu tanımaya çalışarak. Sonra aklıma takılıyor, eskinden de aileler çocuklarına Arîn ismini koyabiliyorlar mıydı diye. Ve bir cehalet örneği daha sergiliyorum:

Anlatmaya susamışlar

'Neden Arîn ismi?' eskiden bu isimler çok fazla kullanılmazdı, o yüzden merak ettim.’

Ebu Haydar beklenen bir bilgelikle: " Neden biz Arî değil miyiz?'' diyerek bana gülümsüyor. Kendi kendime bir soru daha sormama kararı alıyorum. Bu kadar yaşam felsefesi, sosyoloji ve tarih yeter diyorum. Onlar ise anlatmaya, yaşamaya devam ediyorlar. Sanki anlatmaya susamışlar...

Bir de bu ziyarette ailenin her an'ına tanıklık eden, onlarla yaşayan, hisseden Zelal var. Beni buraya getiren de o zaten. İyi ki getirmiş diyorum. İyi ki bu güzel insanlarla tanışmama vesile olmuş.

Zelal’in gözleri evin duvarlarında geziniyor. Bu durum gözümden kaçmıyor. Evin bir tane bile iç kapısı yok. Yukarıda yüksekte büyük bir pencere ve o da camsız... Zelal anaya bakıp gülümseyerek:

“Ana biz arkadaşlarımızı gönderelim, kapı ve camları yapsınlar olmaz mı?

Ana da Zelal arkadaşın gözlerinin içine bakarak gülümsüyor:

''Yaparsanız canınız sağ olsun, yapmazsanız da her daim canınız sağ olsun..."

Ve hemen ardından Ebu Haydar ekliyor: "Efrîn'i özgürleştirelim, hepimizin canı sağ olsun. Biz penceresiz, kapısız yaşamaya razıyız. Yeter ki Efrîn özgürleşsin..."

Sonrasında Arîn ekliyor:

“Efrîn’e yeniden kavuşacağız. Şimdi bu fotoğraflara bakarak geçmişi yaşamaya çalışıyorum ama döndüğümüzde ben her karış toprağı adım adım yürüyecek, toprağın kokusunu, sıcaklığını hissedecek tek tek resmini çekeceğim.”

Öyle içten öyle samimi bir istem ki bu, her şey gözlerinde canlanıp yansıma buluyor ve ben bu güzellikleri duyumsamaya çalışıyorum.

Artık biliyorum Şehba’da yapacağım her yolculukta, her daim duyacağım bir söz, bir dua olacak:

‘Yeter ki Efrîn özgürleşsin...’