Yeşilçam’ın yazılı olmayan kurallarını zorlayan bir çıkış: Adile Naşit
“Oyuncu-Yeşilcam Yıldız Sisteminde Bir Anti Yıldız: Adile Naşit” kitabının yazarı Sibel Öz, “Adile Naşit’i “Yeşilçam’ın yazılı olmayan kurallarını zorlayan bir çıkış” olarak tanımlarken, “Adile Naşit beyaz, Türk, Sünni ve erkek sanat kanununa sıra dışılığını, öteki olmayı sanatıyla sıradanlaştırarak kabul ettirmeye çalışmış. Oynadığı naif anne rollerine inat, dönemin yıldız sistemini nasıl bozguna uğratıp kendi yolunda adım adım yürüdüğünün öyküsü biraz da…” diyor.
“Oyuncu-Yeşilcam Yıldız Sisteminde Bir Anti Yıldız: Adile Naşit” kitabının yazarı Sibel Öz, “Adile Naşit’i “Yeşilçam’ın yazılı olmayan kurallarını zorlayan bir çıkış” olarak tanımlarken, “Adile Naşit beyaz, Türk, Sünni ve erkek sanat kanununa sıra dışılığını, öteki olmayı sanatıyla sıradanlaştırarak kabul ettirmeye çalışmış. Oynadığı naif anne rollerine inat, dönemin yıldız sistemini nasıl bozguna uğratıp kendi yolunda adım adım yürüdüğünün öyküsü biraz da…” diyor.
EKİN ARDA
Haber Merkezi – “En Çok Seni Bekledim” öykü kitabı ile adını duyduğumuz yazar ve edebiyatçı Sibel Öz, üretken kalemi ve düşündürten, düşündürttüğü kadar da sinema ile edebiyatı buluşturan bir kalem ustası. “Oyuncu-Yeşilcam Yıldız Sisteminde Bir Anti Yıldız: Adile Naşit” kitabının da yazarı Sibel Öz, kitaba dair, “Adile Naşit bir taraftan Türk, bir taraftan Rum, bir taraftan Ermeni. Ne gibi? Yani Türkiye gibi. Bizim gibi. Böyle olduğu için de onu çok seviyoruz. Çünkü bize benziyor. Onun kadar ünlü olan diğer oyuncularla farkı şu; sahnedeki Adile Naşit ile gerçek yaşamdaki Adile Naşit arasında kesinlikle bir mesafe yok. Bu açıdan da halk tarafından çok seviliyordu. Çünkü o, evimizden biriydi” diyor. Sibel Öz’e kitabı yazmaya nasıl karar verdiğini, kitap ile neye dikkat çekmek istediğini ve Adile Naşit’in zorlu yolculuğunu sorduk.
“Oyuncu-Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti Yıldız: Adile Naşit” kitabını yazmaya nasıl karar verdiniz? Kitabın hazırlık aşaması ne kadar sürdü? Neden Adile Naşit?
Marmara Üniversitesi’nde radyo, televizyon ve sinema bölümünü bitirdikten sonra, yüksek lisansımı da sinema bilim dalında yaptım. Bu kitap, aynı zamanda yüksek lisans tezi olarak üniversiteye sunduğum çalışma. Kitaplaştırılma sürecinde de üzerinde epey çalıştım; eklemeler, çıkarmalar oldu. Neden Adile Naşit sorusuna gelince, yakın denebilecek bir tarihte kaybettiğimiz bir sanatçı olmasına karşın bu konuda bir çalışma yapılmamış olması ciddi bir eksiklikti. Akademik olarak ya da sinema cephesinden bir anlamda hakkı teslim edilmemiş, yeterince irdelenmemiş, sanatçı kişiliği yeterince gündem olmamış, Hafize Anne tiplemesine hapsolmuş gibiydi.
“Unutulmadı, hep çok derinden sevildi”
Öte yandan seyirciler ya da halk, Adile Naşit’i hiç unutmadı, onu hep çok derinden sevdi, Adile Naşit adı hepimizi hem gülümsetti hem de burnumuzu sızlattı. O, sıradan biri değildi, bunu biliyorduk. Farklı özellikleri vardı: İnsanlığı, sevgi dolu kişiliği, çoklu etnik kimliği, seyirciyle kurduğu bağ, yan rollerde oynaması… Naşit ailesinin geleneksel ve modern tiyatro tarihimizdeki yeri… Adile Naşit etrafında hem klişeler hem de bir gizem söz konusuydu. Ona karşı hissettiğimiz şeyin tanımlanması, belki de Adile Naşit’in gerçekte kim olduğu sorusunun sinema tarihi içinden yanıtlanmasıyla mümkün olacaktı. Beni harekete geçiren düşünce buydu. Kitap, yaklaşık beş yıllık bir araştırma sürecinin sonunda ortaya çıktı. Bu süreçte araştırma derinleştikçe Adile Naşit’i, aslında daha çok popüler kültürün bize sunduğu kalıplar içinde değerlendirdiğimizi gördüm. Yani bize sunulan imaj neyse, onun içine oturtmuşuz Naşit’i, öyle de sevmişiz. Çok sevip, üzerine pek de düşünmemişiz. “Oyuncu” kitabının onu anlamaya, gerçek anlamda tanımaya, öte yandan sinema ve özellikle de Yeşilçam sineması üzerine düşünmeye teşvik etmesini hedefledim.
Kitabın içeriğinden bahsedebilir misiniz? Özellikle bu kitap ile neye dikkat çektiniz ya da çekmek istediniz?
Kitap, klasik anlamda bir biyografi kitabı değil. Daha çok sinema cephesinden Adile Naşit’in kim olduğu sorusuna akademik olarak cevap arayan bir çalışma. Adile Naşit’in yaşamı, 1940’ların, 50’lerin, 60’lar ve 70’lerin politik-kültürel gelişmeleri eşliğinde anlatılırken, çalışmanın odağında Adile Naşit’in sinema oyuncusu kimliğinin gelişimi var. Adile Naşit’i, Naşit ailesinin tarihini bilmeden anlamak mümkün değil. O nedenle kitabın ilk bölümü, Naşitlerin yaşadığı Şehzadebaşı ve Direklerarası ile yani eski İstanbul’la açılıyor. Yani “Bu hikâye, Direklerarası’nda başlıyor…” Eski İstanbul’un mütevazı ama canlı sosyal hayatı, çok renkliliği, yoksulluğa rağmen insanların salonları doldurması, sahneyle kurdukları sahici bağlar, tuluatçılar, düettocular, kantocular... Adile Naşit, işte bu dünyanın içine doğuyor. Yaşadıkları daire, Naşit Bey’in oynadığı tiyatronun hemen üst katında ve Naşit ailesinin tümü sahnede. Babaları Naşit Bey, anneleri Amelya Hanım, anneanneleri Küçük Verjin, dede Yorgi Efendi, dayıları Niko... Soydan sanatçı olmak diye tanımlayabileceğimiz bir durum. Adile Naşit, babası gibi komik, ama bu “komik”lik kelimenin dar anlamından ziyade toplumun tümünün duygularını ifade edebilen, onları sarıp sarmalayabilen, toplumu güldürmeyi vazife edinmiş bir sanatçı duruşunu ifade ediyor. O, gerçek anlamda bir oyuncu. Bu nedenle kitapta okurlar “Hafize Anne”nin değil de, bir oyuncunun hikâyesini bulacaklar.
Ekranda iken hem güldüren hem düşündüren ancak gerçek yaşam hikâyesi ile de oldukça hüzünlendiren Adile Naşit nasıl bir zorlu yolculuktan geçti?
Adile Naşit’in pek çok zorlukla boğuşarak kendini var edebilmiş bir sanatçı. Endüstriyel sinemanın mekanizmalarıyla, ölçütleriyle ortaya çıkmış bir yıldız değil. Sektörde kadın yıldıza dayatılan norm ve ölçüler var. Adile Naşit, kadın yıldız için tanımlanan ölçütlerin dışında, fiziksel özellikleri dezavantaj. Hayatı boyunca, hatta çocuk yaşlarından başlayarak sürekli yaşlı kadın ya da anne rollerini oynaması da bu fiziksel özellikleriyle ilgili. Oysa Yeşilçam normlarına göre kadın yıldız fiziksel ve cinsel olarak arzu nesnesi olmak zorunda. Hollywood gibi Türk sinemasının da yıldız üretme mekanizmaları o dönemde belli. Mesela Ses dergisi yarışmaları bunlardan biri. Adile Naşit, bu mekanizmalardan değil, çok daha güçlü bir yerden geliyor: Aileden sanatçı olma durumu söz konusu. Babası, annesi, dayısı, anneannesi sanatçı…
“Başrollerde oynatılmamış, ama o filmlere damga vurmuş”
Öte yandan çoklu etnik kimliği de bir dezavantaj aslında. Dolayısıyla Adile Naşit’in farklı bir yıldızlaşma serüveni var. Hemen tüm filmlerinde yan rollerde oynamış, üstün oyunculuk yeteneğine ve birikimine rağmen başroller oynatılmamış ama o filmlere öyle bir damga vurmuş ki biz o filmleri Adile Naşit’le hatırlıyoruz. Mesela Hababam Sınıfı’nı inceledim. Münir Özkul’un yani Mahmut Hoca’nın bile olmadığı Hababam Sınıfı filmi var. Ya da Şener Şen çıkıyor İlyas Salman giriyor. Ama Adile Naşit’siz bir Hababam Sınıfı yok. O zaman şöyle de diyebiliriz: Hababam Sınıfı Adile Naşit’tir. Aslında 1976’da ‘İşte Hayat’ filminde yan rollerden biriyle –Makbule karakteri- Altın Portakal Ödülü’nü alması, sinema tarihimizde bir hakkını teslim etme olarak da okunabilir. Adile Naşit’inki, Yeşilçam’ın yazılı olmayan kurallarını zorlayan bir çıkış.
“Yeşilçam Sisteminde Bir Anti-Yıldız” derken burada dikkat çekmek istediğiniz nokta nedir?
Yıldız, sinema endüstrisinin vazgeçilmez bir ögesi. Endüstri, bir yandan seyirci beğenisini oluştururken, diğer yandan da ona mahkum olma şeklinde bir bağımlılık ilişkisi sürdürüyor yıldız üzerinden. Kolektif arzunun sosyolojik, psikolojik, kültürel ve cinsel temsili, yıldız imgesinde karşılığını buluyor. Yıldız, kitle beğenisini ve tüketimini besleyebildiği oranda zirvede kalabiliyor. Dolayısıyla popülerliği besleyen temel etken, seyirci beğenisini ve beklentisini gözeten yapımcıların manipülasyonla oluşturdukları “imaj” üretimi. Anti-yıldız kavramı ise yıldız sisteminin ve popüler kültürün hakim olduğu mevcut koşullarda, endüstriyel işleyişin dışında ya da karşısında konumlanmış olmayı ifade eder. Anti-yıldız, sistem içi karşıt bir duruştur. Bu anlamda yaşamı ve sanatıyla alternatif olabilmiş sanatçıyı ifade ettiğini söyleyebiliriz. Anti-yıldız da sistemin içinde ve bir parçası olarak yer almak durumundadır ve sistemin içinde olduğu için yıldız kadar ünlüdür ancak sinemada yer alışı bir sanat idealine bağlanmıştır. Görünür olmak ve şöhret anti-yıldız açısından sistem içi olmanın getirdiği kaçınılmaz sonuçlardır.
“Seyircinin gönlünde başka türlü yıldızlaşmış”
Buradan Adile Naşit’e geldiğimizde, ticari bağlamdan çok köklü bir sanatçı idealiyle davrandığını, tutarsızlığa düşmeden tüm yaşamını sanata bağladığını ve bu şekilde seyirciyle bağ kurarak “ünlü” olduğunu görüyoruz. Adile Naşit, endüstriyel sinemanın mekanizmaları ve ölçütleriyle ortaya çıkmamış, seyirciyle aracısız bağ kurmuş, alternatif ya da norm dışı bir pratik sergileyerek toplumun tümünü kucaklayabilmiş. Yaşamında şöhret amaç değil, adeta emek süreciyle seyircinin verdiği bir paye olmuş, seyircinin gönlünde başka türlü yıldızlaşmış. “Oyuncu” kitabı, bu “başka türlü”lüğü, Adile Naşit’e karşı hissettiğimiz şeyi anlamaya ve tanımlamaya çalışan bir kitap.
Adile Naşit, “çarpık bacakların ve bücür boyunca asla başarılı olamazsın” diyenlere karşı nasıl bir başarı yarattı?
Adile Naşit, babası Naşit Bey gibi ‘komik’ de olsa, ‘erkek’ dünyasında kadın olmanın zorluklarını yaşamıştır. Naşit Bey için aranmayan güzellik ölçütleri, kendisi için aranmış, ondan yıldız/başrol oyuncusu çıkmayacağına kanaat getirilerek daha on dört yaşından itibaren yaşlı kadınları ya da anne rollerini canlandırması istenmiş, sonra da sergilediği başarılı performans ve Yeşilçam’ın popüler kültüre endeksli mevcut yıldız kalıpları nedeniyle bu roller üzerine yapışıp kalmıştır. ‘Oyuncu’ kitabı, Adile Naşit’in sadece bizden biri, şefkatli rollerin hem ağlatan hem güldüren oyuncusu oluşunun değil, katı yıldız sistemi içinde nasıl yıldızlaşabildiğinin de öyküsü. Adile Naşit beyaz, Türk, Sünni ve erkek sanat kanununa sıra dışılığını, öteki olmayı sanatıyla sıradanlaştırarak kabul ettirmeye çalışmış. Oynadığı naif anne rollerine inat, dönemin yıldız sistemini nasıl bozguna uğratıp kendi yolunda adım adım yürüdüğünün öyküsü biraz da…
Halk ve özellikle kadınlar ve çocuklar Adile Naşit’i neden bu kadar çok sevdi ve neden Adile Naşit’i bu denli kendinden gördü?
Adile Naşit, yaşamı boyunca toplumu güldürmeyi vazife edinmiş olsa da biz onu hatırladığımızda sadece gülümsemiyoruz aynı zamanda hüzünleniyoruz. Çünkü seyirci çok önemli bir değeri kaybettiğinin farkında. Hem ondan aldıklarının hem de yokluğunun ne derece büyük bir kayıp olduğunun farkında. Akademik olarak bu tanımı ortaya koysak da koymasak da seyircinin gönlündeki yeri budur. Adile Naşit bir taraftan Türk, bir taraftan Rum, bir taraftan Ermeni. Ne gibi? Yani Türkiye gibi. Bizim gibi. Böyle olduğu için de onu çok seviyoruz. Çünkü bize benziyor. Onun kadar ünlü olan diğer oyuncularla farkı şu; sahnedeki Adile Naşit ile gerçek yaşamdaki Adile Naşit arasında kesinlikle bir mesafe yok. Bu açıdan da halk tarafından çok seviliyordu. Çünkü o, evimizden biriydi.
Bu soruların dışında sizden kendinizi de kısaca tanıtmanızı rica edebilir miyiz?
1973 yılında İstanbul Üsküdar’da doğdum. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünü bitirdim. Yüksek lisans eğitimini, aynı üniversitenin Sinema alanında tamamladım. İlk öykü kitabım En Çok Seni Bekledim 2006’da yayımlandı (Agora Yayınevi; 2. baskı, Notabene, 2019). Bu kitabı Serçeler Ölürse (Notabene, 2012) ve Yokuş Yukarı İstanbul (Notabene, 2015) adlı öykü kitapları izledi. Kıyıya Vuran Dalgalar (Notabene, 2012), Pabucu Yarım (Notabene, 2013) ve Korkma Kimse Yok (Notabene, 2014) adlı kolektif kitapları hazırladım. 2020 yılında Oyuncu – Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti-Yıldız: Adile Naşit (İletişim Yayınları), Bizim Anti-Kahramanlar serisinden Fakir Baykurt adlı çocuk kitabı (Notabene) ve İsmail Afacan’la birlikte hazırladığımız Arabesk Yeniden (Notabene) adlı kuram kitabımız yayınlandı. 2013 yılından itibaren yaptığım Notabene Yayınevi’nde edebiyat editörlüğü görevini sürdürmekteyim.