Gulbahar Kavcu, “Rû” ile yeniden müzikseverlere ‘merhaba’ dedi

Yeni albümü Rû ile müzikseverlere merhaba diyen Gulbahar Kavcu’nun albümünün ilk klibi Eyşê’ye çekildi. Gulbahar Kavcu, “Rû çok zor bir dönemin, telaşsız ve sıkıntısız bir hale dönüşmeye başladığı zamanların sonucu benim için. Yaşadığı her şeyi kabullenen, kucaklayan, onlarla barışan ve yeni olabilecek olanlara da kollarını, gönlünü açan bir ben var Rû da.” diyor. 

ZEYNEP AKGÜL 
Gulbahar Kavcu ile yeni albümü Rû’yü, müzikle yollarının nasıl kesiştiğini, Kürt diline yönelik kısıtlamaların ve yasakların müziğini nasıl etkilediğini, geleneksel Kürt klamlarını evrensel-çağdaş müzikle nasıl harmanladığını konuştuk.
•  Çok renkli ve aynı zamanda yüreğe sirayet eden bir ses tonunuz var öncelikle bunu söylemek istedim. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Gulbahar Kavcu kimdir?
Ben de öncelikle güzel sözleriniz için teşekkür ederek başlamak isterim söze. Bazen kendimi Mardinli bir İstanbullu olarak tanımlıyorum. Doğduğum, büyüdüğüm ve hâlâ yaşadığım bu şehrin bana verdiklerini yok saymamak adına belki de. Doksanlarda boşaltılan köylerden biri olan köyümüzle bağlantımız o zamanlar biraz kopmuş doğal olarak. O yüzden benim de kendi topraklarımı tanıma şansım pek olamadı maalesef. O bağı çok daha sonraları kurmaya başladım. Tabii ki ailemin de bizi dilimizden, kültürümüzden uzaklaştırmamış olması da en büyük avantajdı ki İstanbul gibi bir yerde bu çok zordur herkesin tahmin edebileceği gibi. 
• Ve biraz da Ortadoğu kokusu aldım müziğinizde… Yanılıyor muyum?
Hiç yanılmıyorsunuz, çok doğru. Özellikle ilk albümüm “Sebep”te, kendimizin de bir parçası olduğumuz doğu müziğinin etkileri çok büyük. Hatta etki de diyemem aslında, bile isteye, üzerinde durup çalışarak ortaya çıkarılmış bir iş. Müziğe ilk başladığım zamanlarda batı müziği yoğunluklu bir eğitim aldım herkes gibi. Evrensel metotların müzik eğitimini daha rahat hale getirdiği herkesçe aşikâr zaten. Hatta aldığım ilk şan dersleri batı şan tekniği ile olmuştu. Şan dersi dendiğinde bizim de aklımıza gelen ilk yöntem oydu ve başka da bir şansımız yoktu açıkçası, öyle sanıyorduk. Aslında başka bir yöntem olduğunu da bilmiyorduk. Ama daha sonra tam da öyle olmadığını görüyor insan, sesi eğitmek demek sadece batı şan tekniği ile olmuyormuş meğer o inanış da artık çok değişti. Bu da tecrübe, farklı disiplinlerde çalışan yeni insanları, onların müziklerini tanımak ve yeni metodları denemeye başlayarak mümkün oluyor. Yoksa hayatında nezle olmamış kadar parlak, güçlü, inanılmaz bir manevra kabiliyetine sahip “Şakiro”nun sesini hangi batı kalıbına sığdırabilirsiniz ki mesela? Önceleri makamsal müziğimizin ve sesimizin, kendine has özelliklerini çok uzun yıllar kötüymüş gibi algılamamıza neden olan bir bakış açısı hâkimdi. Üzülerek söylemeliyim ki bu kendini sevmeyen hâl, hâlâ hayatımızın birçok alanında yoğun bir biçimde kendini hissettiriyor. Bu durum, üzerine çok düşündüğüm bir şey haline geldi ve nedense bana hep bir terslik varmış gibi hissettirdi. Neyse ki kendimle, kendi kültürümle barışığım, seviyorum ve hiçbir şeyin arkasına sığınmadan yapabileceklerimin, elimden gelebildiği kadarını yapmaya gayret ediyorum.  Dinlediğim muhteşem müziklerin, yazılan onca güzel şiirin, o şiirlerin ve müziklerin harika ahenginin etkisi çok büyük üzerimde.
Ben doğu müziklerini çok erken yaşlarda dinlemeye ve tanımaya başladım. İlk günden beri üzerimdeki tesiri aynı şekilde sürüyor, belki de daha fazla.  Doğal olarak müziğime olan etkisi de çok büyük, neyse ki ben bu etkiden çok memnunum. 
“Koma Asmin hayatıma çok şey kattı”
•  Türkiye’deki ilk Kürt kadın grubu olan Koma Asmin ile sahne hayatına başlamışsınız. Peki, müzik ile olan hikâyeniz nasıl başladı? 
Aslında ilk olmasa da, ilk görünür olan diyelim. Müzik ile olan hikâyeyi bazen çok uzun anlatmak gerekebiliyor. Çünkü “şu tarihte başladım” demenin çok ötesinde şeyler yaşıyor insan aslında. Daha önce başka zamanlarda söylediğim gibi, 1996 yılı benim kendi kişisel resmi tarihimde, müziğe başladığım tarih. O tarih, yolculuğun “başladım” dediğim kısmıydı, içsel olarak yaşadıklarım ve beni başlamam için tetikleyen duygular çocukluğuma dayanır hâlbuki. Klasik gitar eğitimi ile başladığım yolculuğun üzerinden, yirmi beş yıl geçmiş bile. Küçük yaşta başlamanın avantajlarını yaşıyorum şu anda da. Daha sonraları hayatıma giren “kamança” ile başka bir serüven, bugünüme şekil veren, başka bir yolculuk başladı diyebilirim. 
Bu arada Koma Asmin’in sadece müzikal ve sahne tecrübesi dışında da hayatıma kattığı çok şey var, bunu söylemeden geçmemeliyim. Koma Asmin müzik yolculuğumun hâlâ gelişmekte olan bütün aşamalarına zemin oldu diyebilirim.
• Klasik gitar ve kamançanın yanı sıra başka enstrüman da çalıyor musunuz? 
Zaman zaman denediğim şeyler ya da yokluktan çalmak zorunda kaldığım sazlar oldu, ama başka enstrüman çalmıyorum. Klasik gitarı sadece evde kendime eşlik için kullanıyorum. Onun yanı sıra yeniden kamança derslerine başladım ve son zamanlarda kendim için yaptığım en güzel şey de bu oldu. 
“Sebep, hâlâ “iyi ki yaptım” dediğim bir albüm”
•  İlk solo albümünüz ‘Sebep’ ile çok dilli bir albüme imza attınız. Albüme dair nasıl dönüşler aldınız?
Dinleyenlerin çoğunlukla çok sevdiği ve farklı bulduğu bir albümdü “Sebep”. Amacı çok dilli olmaktan daha derindi aslında benim için, çünkü çok dilli olsun diye yaptığım bir çalışma değildi. Bunu çok eleştirenler de oldu, olacak da zaten. Ama yapmak istediğim şeyden o kadar emindim ki içim hep rahattı o yüzden. Melayê Cizîrî ve Ahmedê Xanî’den, Mevlana ve Pir Sultan Abdal’a kadar, bu toprakların en önemli şair ve düşünürlerine yer verdim bu albümde ve bunlar çok bilinçli tercihlerdi. Hangi dilde olursa olsun, dönemin aydın ve bilge insanlarının anlattıkları o kadar aynıydı ki, aynı dile çevirseniz sadece birisi yazmış gibi hissedebilirsiniz. O şiirlerde anlatılanlar geçerliliğini yitirmemiş ve bence yitirmeyecek de. Bu benim için çok etkileyici bir şeydi, insan denen varlık yüzyıllar da geçse aynı hataları yapmaya devam ediyor ve bunların hepsi toplumsal belleğimize kazınıyor.
Ama bizlerin şöyle bir sorunu var maalesef. Bir şeyin neden yapıldığını anlamaya çalışmadan, dinlemeden hüküm vermek… Okumadan, bakmadan hemen eleştirmek. Anlatmak istediğim şey bambaşka, çok manevi ve ruhani bir şeyken, daha biçimsel ele alınıp değerlendirenler oldu. Bunda da bir sorun yok zaten, sonuçta insanlar sizden kafalarında oluşturdukları şeyleri bekliyorlar. Bu da çok doğal bir durum. Zaten nasıl tepkilerle karşılaşacağımı az çok tahmin edebiliyordum, o yüzden de hiç canım sıkılmadı, anlamaya çalıştım. Dönüp baktığımda, hâlâ “iyi ki yaptım” dediğim bir albüm. 
Albümün aranjörü Harûn Elkî
• Şimdi de müzikseverlere ‘Rû’ ile yeniden merhaba dediniz. İlk klibinizi de Eyşê’ye çektiniz. ‘Rû’ye dair neler söylemek istersiniz? Kimlerle çalıştınız bu yolculuk ne kadar sürdü?
“Rû” çok zor bir dönemin, telaşsız ve sıkıntısız bir hale dönüşmeye başladığı zamanların sonucu benim için. Yaşadığı her şeyi kabullenen, kucaklayan, onlarla barışan ve yeni olabilecek olanlara da kollarını, gönlünü açan bir ben var “Rû” da. Her çalışma kendi döneminde, insana kendini iyi ve özel hissettirir tabii, üretiyor olmanın eşsiz keyfi bu bence. Yaptıklarımla bu bağları kurmayı, onlara birer canlıymış gibi davranmayı seviyorum. Sonradan dinlediğimde, baktığımda, okuduğumda “evet kendimi yansıtabildim” demeyi, eksikleriyle, yanlışlarıyla “ne olursa olsun ben yaptım” diyebilmeyi seviyorum. 
Pandemi süreci beni hem çok yordu hem de kendimle yüzleşmeme vesile oldu. Yeni bir şeyler yapmam gerektiğini uzun zamandır biliyordum ama açıkçası bu çok da istediğim bir şey değildi. Ama artık bazı duygular kendini dayatmaya başladı tabii. O noktada ben de hissettiklerimin karşısında durmadım, içimdekilerin dökülmesi gerekiyordu ve buna izin verdim, bir müzisyen olarak başka ne yapabilirdim ki! Yakın çevremle de bunu paylaştım ki zaten onlar da yıllardır beni motive edip yeni bir şeyler yapmaya teşvik etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Böylelikle çalışmaya geçtiğimiz yaz başlamış bulundum. Sonbaharda yayınlamayı düşündüğüm albümüm, kovidin getirdiği sıkıntılardan kaynaklı bu zamana kaldı. Onun dışında çok büyük bir sıkıntı olmadan bu zor dönmede, kendimi bir nebze de olsa ifade edebildiğim “Rû” albümü çıkmış oldu.
Albümün aranjörü, ilk albümümün de aranjörü olan sevgili Harûn Elkî, ayrıca benim yazdığım bir söze de (Biharperest) çok güzel bir beste yaptı ve güzel sesiyle de Eyşê’ye eşlik etti. Sevgili eşim İbrahim Ekinci ise her aşamada yanımdaydı ve aklınıza gelebilecek her işi yaptı. Ona desem az gelir. Klibimi ise sevgili dostum Erkan Eryiğit yönetti ve ortaya sonucundan çok menûn olduğum bir çalışma çıkardı. Kamaçayı kendim çaldım. Bass gitar; Hogir Uğur Nazlıer, lavta, çöğür; Hüseyin Canpala, çello; Ruşen Arslanargun, perdesiz gitar, kopuz; Lütfücan Kapucu, elektro, akustik gitar ve mix; Harûn Elkî, mastering; Özgür Yurtoğlu, albümü şekillendiren müzisyenler. Hepsine ayrıca buradan da çok teşekkür ediyorum.
•  Dengbêjlerin dilinde gelişen ve bugüne kadar ulaşan klam’lar, günümüz Kürt müzisyenleri için de önemli bir kültürel zemin oluşturdu. Yaptığınız müziklerde hem geleneksel Kürt klamlarını hem de evrensel-çağdaş müziği harmanladığınızı görüyoruz. Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz?
Aslında kendi solo çalışmalarımda daha çok yeni şarkılar söylemeyi tercih ediyorum. “Eyşê” bunca yıldır, profesyonel bir kayıtta okuduğum tek geleneksel şarkı diyebilirim. Beslendiğim geçmiş, bugün, yeni bir şey üretme ortamını, çok güzel bir biçimde hazırlıyor zaten. Yeni bir şeyler üretmekle aramızda hiçbir mesafe veya zorluk yok bence. İhtiyacımız olan da zaten yeni üretimler diye düşünüyorum. Arada çok sevdiğim şarkıları söylesem de yeni bir şeyler yazmayı tercih ediyorum her zaman. Özellikle bugünün elli yıl, yüzyıl sonrasını şekillendireceği düşüncesi, beni yeni şeyler yazmaya daha çok teşvik ediyor. Bence biraz da bugünden bakıp insanın kendine bir pencere açması daha doğru. 
Müziğimi tanımlamaya gelecek olursam da, şu anda tanım yapmak bana pek doğru gelmiyor açıkçası. Tek bir kalıp üzerinde çalışıp onu yaptım diyemem ama sevdiğim, dinlediğim müziklerin renklerini barındıran müzikler yapıyorum doğal olarak. Kendi yolunda, kendini oluşturmaya çalışıyor yaptığım müzik, sanırım böyle tarif etmek benim için daha doru.
“Kendimi anadilimde ifade etmeye gayret ediyorum”
• Kürt diline yönelik kısıtlamalar, yasaklar müziğinizi nasıl etkiliyor?
Kendini Kürtçe ifade etmeye çalışmak çok zor tabii. Her şeye rağmen de bunu yapmaya çalışıyoruz. Ama bazen gelecek pek aydınlık görünmüyor. O yüzden daha fazla uğraşmak, üzerinde durmak gerekiyor zaten.  Köklü bir biçimde dilinizle bağ kuramamak, geliştirememek, günlük yaşamınızın dili haline getirememek, üretirken de çok zor, ifade ederken de. İfade alanı bulmak ve yaratmak konusu da ayrıca büyük bir sorun olarak kendini gösteriyor bu. Sizin yeni bir şeyler yapma girişiminizi de daha fazla zorlayan bir durum haline getirebiliyor. Ama sadece geleceği düşünerek bile olsa üretmekten vazgeçmemek gerekiyor tabii. Kendi adıma elimden geldiğince, kendimi ana dilimde ifade etmeye, yazdıklarımı ana dilimde yazmaya ve üretmeye gayret ediyorum. Keşke daha farklı olabilseydi tabii, kendi dilimizde eğitim alıp, bütün hayatımızı kendi dilimizle yaşayabilme şansımız olsaydı. O zaman üretimlerimiz de daha güçlü, daha çok kendi rengini taşıyan ve yansıtan üretimler olurdu muhtemelen. Var olan bu karmaşa olmazdı belki de. 
Kürtçe konuşmaktan, okumaktan çok büyük keyif alıyorum, o yüzden keşke dediklerim ve hüznüm biraz daha artıyor galiba. Elli yıl sonrasını düşününce, özellikle Türkiye Kürtleri için, içim acıyor maalesef. Ama bizler de bunun için varız, bu dili biz yaşatmayacaksak, kimse altın tepsi de bize bir şeyler sunmayacak.
“Yaşama müzikle motive oluyorum”
• Gulbahar Kavcu’nun hayattaki dinamikleri ve bir müzisyen olarak beslendiği noktalar neler?
Edebiyatı çok severim, şiir okumaya, roman okumaya bayılır ve okuduklarımın da çoğunlukla Kürtçe olmasına büyük özen gösteririm. Doğayı gözlemlemek, bazen yaradılışı düşünmek, insanlığın içinde bulunduğu durum gibi şu an hayatımızı etkileyen her şey beni motive eden dinamikler. Bunun yanında insan bazen harika zamanlar bazen de çok ağır zamanlardan geçiyor ve bu da yaratıcı enerjiye direk sirayet ediyor. Bütün bunlar ve belki de daha fazlası sizin dinamikleriniz haline geliyor ve hepsiyle sakin sakin akmayı öğreniyorsunuz. 
Sabahları uyandığımda yaptığım ilk şey müzik açmak olur mesela. Müzik yapmadığım dönemlerde de öyleydi hâlâ öyle ve sanırım hep öyle olacak. Ya sevdiğim bir şey, ya yeni çıkmış bir çalışma ya da dinlemem gerektiğini düşündüğüm bir şey mutlaka vardır. Kitap okurken, yemek yaparken, yolda yürürken veya yolculuk yaparken, bana eşlik eden şey hep müziktir. Yaşama müzikle motive oluyorum kısacası. Gerçi bazen kafam karışıyor, bu kadar yaşam enerjisiyle dolu olmak mı beni müzik yapmaya itiyor yoksa müzik mi beni yaşam enerjisi ile dolduruyor? İkisi de yanlış değil galiba.
“Nisan ayında Biharperest”in klibi yayınlanacak”
• Son olarak üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı?
Nisan ayında ikinci şarkım “Biharperest”in klibi yayınlanacak. Önümüzdeki aylarda çıkacak olan birkaç çalışma daha var ama onları da o zaman konuşuruz diyelim. Umarım planladıklarımızı hayata geçirebileceğimiz güzel bir yıl olur diyerek tamamlayayım.