Ayla Akat Ata: Kadınların özgürlük mücadelesine olan inancımız tamdır!

Kobanê Davası’nda savunma yapan Ayla Akat Ata “Kürt kadınları olarak ortaya koyduğumuz ‘kadın, yaşam, özgürlük’ iddiasının Suriye ve İran’dan dünya coğrafyasına yayıldığına tanıklık ediyoruz” dedi.

ANKARA- Kobanê Davası’nda savunmasına devam eden Kürt siyasetçi Ayla Akat Ata, "Tarihin ruhu bugün yaşadıklarımızda saklı. Yaşadığımız zorlukları bizden önceki kadın mücadele öncülerinin gerçekliği içerisinde kendimizi bularak aşıyoruz. Ve Kürt kadınları olarak ortaya koyduğumuz ‘Kadın Yaşam, Özgürlük’ iddiasının Suriye ve İran’dan dünya coğrafyasına yayıldığına ve sahiplenilişine tanıklık ediyoruz” dedi. 

DAİŞ'in Kobanê’ye yönelik saldırısı sonrasında 6-8 Ekim 2014 tarihinde yaşanan eylemler nedeniyle Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında olduğu 108 kişi hakkında açılan davanın 36’ncı duruşmasının üçüncü oturumu Sincan Cezaevi Kamüpsü’ndeki Ankara 22’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı.

Duruşmaya, tutsak siyasetçiler Sebahat Tuncel, Ayla Akat Ata ve pek çok kadın siyasetçi katılırken, Yüksekdağ ve birçok tutuklu siyasetçi ile avukatları Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı. Duruşmadaki izleyiciler arasında Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Milletvekilli Adalet Kaya da bulundu.

Duruşma verilen aranın ardından Ayla Akat Ata’nın savunmasıyla devam etti.

‘İtaat etmek yerine itiraz eden, kabul etmek yerine sorgulayan kadınlar’

Kadınlar olarak kendilerine dayatılan dünyada yaşamak yerine itaate itiraz eden, sorgulayan, “nasıl yaşamalı” sorusunun cevabını arayan ve zindanlarda bile arayışı sürdürenler olduklarını dile getiren Ayla Akat Ata, “Biz kadınlar yazık ki, nefes alıyor olmanın bizim için ‘yaşamak’ sayıldığını düşünen, bunu kabul eden, inanan ve hatta savunanların olduğu bir dünyanın parçasıyız.  Peki, böyle bir dünyada yaşamak istiyor muyuz? Aramızda ‘Evet’ cevabını verenler her zaman oldu. Bu gerçek yadsınamaz. Aldığımız sorumluluğu ve taşıdığımız yükü artırdığının farkındayız ama iste bizler gibi ‘Hayır’ diyenler de var.  İtaat etmek yerine itiraz eden, kabul etmek yerine sorgulayan kadınlar. ‘Nasıl yaşamalı?’ sorusuna insanlık değerleriyle buluşarak doğru ve yerinde cevabı bulabilmek için asırlardır verilen mücadelenin bir parçası olan kadınlar. Cinsin köleleştirilmesi ve tutsak edilişini bir toplumun tutsaklığı olarak gören kadınlar. Sınıfsız toplum ile sağlanacak barış ve refahın cinsler arası eşitlik ve özgür iradeyle mümkün olacağına inanan kadınlar. Erkek egemenliğine karşı cesaret ve kararlılıkla karşı duran, boyun eğmeyen kadınlar. Bugün tutulduğumuz zindan koşullarında dahi arayışı devam eden kadınlar” dedi.

‘Eşit ve özgür bir yaşam bizim için hayal değil.’ 

Bugün burada yargılanan kadınların anlamlı bir örnek ortaya koyduğunu belirten Ayla Akat Ata, “Hakikatimiz emek vermeyi, fedakarlıklarda bulunmayı ve bedel ödemeyi kaçınılmaz kılıyor. Farkındayız. Bugün bu dosyada, bu salonda yargılanan kadınlar bunun anlamlı örneklerinden birini ortaya koyuyor. Eşit ve özgür bir yaşam bizim için hayal değil. Gerçekleşebilir ve gerçekleşecek. Bir cadı olarak yargılanan; işkence, itiraf, itirafı geri alma ve yeniden yargılanma süreçlerinin ardından hayatta kalmayı başaran tek kadın olan ve davası düşen Anna (Schwegelin) gibi direneceğiz. Hareket ettikçe zincirlerimizi fark ettik. Kırmak için Rosa Luxemburg’ dan güç alıyoruz.  Bu anın kötülüklerinin ötesine bakabiliyorum ve çamurlu sulardan durulacak zamanı olmadan berraklaşmasını beklemiyorum’ diyen Mary Wollstonecraft’ nin sabrıyla hareket edeceğiz. Ve başaracağız! Bunun için dönüp yaşam alanlarımıza bakmamız ve bu alanlarda ‘insan’ olabilmek ‘var olabilmek’ için verdiğimiz savaşı; evet mücadeleyi demiyorum ‘savaşı’ görmemiz çözümleyerek gücümüzü fark etmemiz yeterli” sözlerini kullandı. 

‘Keşke Munzur 'dan, Zilan’dan dinleyebilseydik sularının nasıl kırmızı aktığını.’ 

Ayla Akat Ata savunmasını şöyle sürdürdü: “Evde, okulda, is yerinde sokakta, gözaltında, cezaevinde, savaşta ve barışta aldığımız sorumlulukları yaşadığımız gerçekliği ve gösterdiğimiz fedakarlıkları bir düşünün. Ne kadar da acı değil mi? Kötülüğün sıradanlığı işte. Çoğu zaman farkında bile değiliz. Hakikatimiz ‘yeni yaşam’ için ihtiyacımız olanın fark etmek, fark ettirmek ve fark yaratmak olduğunu ortaya koyuyor. Bu tespiti yapabiliyoruz ve bir iddia sahibiyiz. Yaşama karşı saygımız sonsuz:  Özgürleşmenin güzelleşeceği bilgisiyle seveceğiz yaşamı ve anlamlı kılmak için mücadele edeceğiz. ‘Mülk’ değiliz ve mülkiyet ilişkilerinin konusu olmayacağımız gibi gerçekleşmesine de izin vermeyeceğiz. Toplumda yerleşik erkek egemenliğini ve kurumsallaşmış halini görüyoruz. Bedeli ne olursa olsun eleştireceğiz. Değiştirip dönüştürmek için emek harcayacağız. Leyla Kasım'ı duydunuz mu Hakim Bey? Aramızdaki ardıllarını bilir misiniz?  Ya Şirin Elemhuli’yi? İçimizdeki Şirin’lerle mahkeme salonları dışında karşılaştınız mı hiç? Arin Mirkan'ı dosyamız dolayısıyla duymuşsunuzdur ama! Peki ona karşı bir kadın olarak duyduğum minneti, kendimi borçlu hissettiğimi anlayabilir misiniz?  Keşke Malabadi Köprüsü 'nün dilli olsaydı ve Rindexan’ı ondan dinleyebilseydik. Keşke Iksor Uçurumu dile gelip kendini boşluğuna bırakan kadınların hakikatini anlatabilseydi bize.  Keşke Munzur 'dan, Zilan’dan dinleyebilseydik sularının nasıl kırmızı aktığını. Keşke Tujik Dağı 'nın, Feri Palaxine mağarası anlatsaydı bize Zarife’yi. Keşke duyabilseydik Diyarbakır Surları'nın Zekiye için attığı çığlığı.

‘Bu bir siyası karar ve projedir. Biliyoruz!’

 Sayın Heyet, iddia makamının dosya sanıklarının yaptığı savunma ve söz aldıklarında yaptıkları açıklamalarla ne kadar ilgili olduğunu ortaya koyan, bir gaf olarak gördüğüm ve niyet beyanı olarak kabul ettiğim, dosyamızın yakalamalı/ yakalanamamış bir kısım sanığını kastederek ‘birlikte yargılanmaya itiraz etmediler’ yönündeki beyanının altını çizerek bir kadın aktivist olarak bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Birey her şeyden önce kültürel, inançsal ve siyasal anlamda içinde bulunduğu toplumun ürünüdür. Bizler de öyleyiz! O zaman bir bakalım; Ne göreceğiz? 1980 darbesi; Diyarbakır zindanında teslim alma ve yok etme amacıyla yapılan işkence zulüm ve yaşatılan vahşet gerçeği, 1984 ten bu yana PKK gerçeği ve bu gerçek içerisinde de kadın gerçeği. Anlayabiliyor musunuz? Hayır! Bizleri bu dosyada, siyasi kimliğimizi ve seçimlerimizi bile bile KCK ve KJK yöneticileriyle birlikte yargılamayı siz tercih ettiniz. Tabii ki bu bir siyası karar ve projedir. Biliyoruz! Fakat bizler de ne isek ancak oyuz. Daha fazlası değil. 

‘Legal siyasetin içinde çözüm arayan insanlarız’ 

Bir kadının dağlara çıkması, eline silah alması, çatışmalarda yer alması, son kurşununa kadar direnmesi, teslimiyet dayatmalarına karşı tavizsiz tutumuna karşı gözlerimiz kapalı ve kulaklarımız sağır değildi. Bu sosyolojik gerçeklik tabii ki bizleri etkiledi. Bu gerçeğin toplumsal yapıda meydana getirdiği alt-üst oluşa, yaşanan değişim ve dönüşüme tanıklığı olan insanlarız aynı zamanda. Bunu çok iyi biliyorsunuz. Ama yine de ‘HDPKK’ demeyi ya da ‘PKK bir kadın hareketidir’ diyerek tüm çalışmalarımızı illegalize etmeyi tercih ettiniz. Kendini bilen, tanıyan, ne istediğini ifade edebilen bunun için örgütlenen, legal siyasetin içinde çözüm arayan insanlarız. Bugün artık herkes Kürt Kadınlarının öz bilinç, öz irade ve öz örgütlülükleri ile açığa çıkardıkları gelişim ve büyümeyi görüyor, hakkını teslim ediyor. Başardıkça kendimize olan güvenimiz arttı ve sık sık ifade edildiği üzere daha ‘cüretkâr’ olduk. Birlikte yaşadığımız ve birlikte çalıştığımız erkeği de değiştirerek yol aldık. 

Eril zihniyete karşı amansız bir mücadele verdik

Tabii ki bu erkeğin gerçeği de sisteme ve topluma hâkim olan iktidarcı genel zihniyetten bağımsız değildi. Hâkim olan feodal kültür ve bakış açısıydı. Feodal değer yargıları ve dinin yanlış yorumunun etkisi çok güçlüydü. Yaşama cinsiyetçi bir bakış açısı vardı. Yani işimiz çok zordu. Doğal olarak ailelerimizden ve Kürt kimliğimizden kaynaklı yaşadığımız sorunlar ve ortak kaygıların bizleri bir araya getirdiği başta siyasi parti olmak üzere, kurumlarımızdan başladık işe. Beş bin yıllık erkek egemen sistemin makro ve mikro kurumları olarak ifade ettiğimiz ‘devlet’ ve ‘aile’ içerisinde gerek kadın gerekse de erkek için belirlenen rol ve yapısallaşmış erkekte egemen olmanın kadında ezilen olmanın kanıksandığı ve normal kabul edildiği eril zihniyete karşı amansız bir mücadele verdik, veriyoruz. İşimiz hala çok zor. Eşitsizlik, sömürü ve tahakküm var oldukça da bu mücadele devam edecek.

‘Eşbaşkanlık Sistemi’ne olan tahammülsüzlüğe son verilecek mi?’

Sayın heyet, yargı sopası ile susturulmaya çalışılan bir siyasetçi ve kadın aktivist olarak siyasi iktidar tarafından sıkça dile getirilen ‘Türkiye Yüzyılı’nda, kadının yeri ne olacak diye ben de düşünüyorum tabi. Üç yıldır bizi yargılıyorsunuz. Dolayısıyla dinlediniz. Aklıma gelen soruları siz de tahmin edebilirsiniz. Kadın cinayetlerine karşı yokmuş gibi davranan sorumsuz yaklaşım devam edecek mi mesela? Yasal kazanımlarımız İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi hukuken tartışmaları devam eden bir kararla bir gece ansızın elimizden alınacak mı?  Kürt Sorunu 'nun çözümü ‘beka’ söylemi ile gölgelenerek, çözümsüzlükte ısrar devam edilecek mi? Sayın Öcalan'a uygulanan ve hukuki bir açıklaması olmayan tecrit politikası sürdürülecek mi? ‘Jin, Jiyan, Azadi’, ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ iddiasını ortaya koyan kadınları bekleyen yine gözaltı ve tutuklamalar mı olacak? 1980 darbesi ve sonrası uygulamalarının ülkede nelere mal olduğu bilindiği halde cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve özellikle ‘infaz uzatma’ hukuksuzluğu devam ettirilecek mi? Eşit temsil iddiasının somut hali olan ‘Eşbaşkanlık Sistemi’ne olan tahammülsüzlüğe son verilecek mi? Yerel yönetimler bünyesinde açılan tüm kadın kurumlarının kapatılmasını da mümkün kılan kadın düşmanı kayyum politikası sürdürülecek mi?  ‘Kız çocuklarına ayrı okul’ tartışmaları başlatılarak artık gizlenme gereği dahi duyulmayan, eğitim kurumlarında cemaat ve tarikat hâkimiyetine son verilecek mi? Temel hak ve özgürlüklerin kullanımı açısından Darbe Anayasası’nı savunur hale getirildiğimiz gerçeklik içerisinde, ‘Darbe Anayasası’ndan kurtulalım’ söylemiyle ısıtılan Yeni Anayasa tartışmaları izliyoruz. Yeni Anayasa yapım sürecinde kadınlar yer alacak mı? Anayasa'nın aynı zamanda bir kadın anayasası olması için çaba harcanacak mı? Tabi bu sorular çoğaltılabilir.  Gençlerimiz, çocuklarımız yani geleceğimiz için bu soruları sormak zorundayız.

Her kadın tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya

İddianameye karşı beyanda bulunurken, insanlık tarihi içerisinde toplu öldürmelerin gerçekleştiği katliamlar arasında sayılan ‘cadı avları’ndan bahsetmiştim size. Bu süreçte her kadın her an tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü tutuklanmak için tek bir kişinin ihbarı yeterlidir. Fazla dua eden kadın çok günah işlediği, gündüz uykusu gelen kadın geceleri şeytanla ayin yaptığı için, fazla güzel olan kadın, çirkin kadın, yara beresi olan kadın, hepsi bir şekilde cadı sayılmıştı. Sorguda cadıların varlığını kabul etmek cadı olmak, inkâr etmek ise yalan söylemek anlamına geliyor, yani sorgulamaya tabi tutulan kişi her koşulda cadı olarak suçlanıp mahkûmiyetine karar veriliyordu. Ve bu arada ‘Cadı Avcıları’,  kadınların yakalanmalarına, sorgulanıp işkence görmelerine ve sonunda öldürülmelerine neden olan kişiler, aslında iyilik yaptıklarına ve masum insanları koruduklarına inanıyorlardı. Yazık ki Kürt kadınları, gerek sahip oldukları cins bilinci, kadın kurtuluş ideolojisi yürüdükleri kadın özgürlük çizgisi ile gerekse de ulusal talepleri dolayısıyla günümüz egemenleri tarafından ‘cadı’ olarak kabul edilmektedirler.

Dünya kadınlarının özgürlüğü için başlatılan kampanyayı selamlıyorum

Tarihin ruhu bugün yaşadıklarımızda saklı aynı zamanda. Bunu bilmek bizi güçlü kılıyor. Yaşadığımız zorlukları bizden önceki kadın mücadele öncülerinin gerçekliği içerisinde kendimizi bularak aşıyoruz. Ve Kürt kadınları olarak ortaya koyduğumuz ‘Kadın Yaşam, Özgürlük’ iddiasının Suriye ve İran’dan dünya coğrafyasına yayıldığına ve sahiplenilişine tanıklık ediyoruz.  TJA’da 15 Eylül'de kamuoyuna yapmış olduğu açıklama ile ‘… Rojhilat’da başlayan ve Kürdistan' ın diğer parçaları başta olmak üzere, bütün dünyaya yayılan ‘Jin, Jiyan, Azadi’ toplumsal devrimine tanıklık ediyoruz. Tanıklık ettiğimiz bu devrimin ruhuyla ve kadın mücadelesine olan inancımızla bu devrimi büyütme sözü veriyor ve bütün dünya kadınlarının özgürlük mücadelesini selamlıyoruz’ diyerek, "Bi Jin Jiyan Azadi’ye ber bi Azadiye ve’ şiarıyla bir kampanya başlatmıştır. Buradan kampanyayı selamlıyor ve açıklamanın son kısmı ile sözlerimi tamamlıyorum. 21. yüzyılda bir tutam saçı ile ‘Jin, Jiyan, Azadî’ isyanının sembolü haline gelen Jîna Emînî’nin direnişi temelinde başlattığımız kampanyamızla birlikte yeniden ifade ediyoruz: Kadınların özgürlük mücadelesine olan inancımız tamdır! Bu inancı büyütmek için başta Kürt kadınlar olmak üzere; Türkiyeli kadınları, feminist örgütleri, kadın aktivistleri ve bütün dünya kadınlarını kampanyamızı sahiplenmeye, güçlendirmeye ve kadın varlığına yönelmiş bütün saldırılara karşı kadınlar öncülüğünde toplumsal özgürlüğü büyütmeye çağırıyoruz. Gelin hep birlikte, her yerde, her zaman haykıralım: Bi Jin Jiyan Azadi ye Ber Bi Azadi ve!”