Zulme karşı bir direniş hikayesi: Şükrüye Yıldız

“O kadar gencin yaşamını yitirdiği bir yerde ben oturamam” diyerek Yüksekova’dan İstanbul’a giden Barış Annesi Şükrüye Yıldız, 25 Mayıs’ta yaşamını yitirdi. Şükrüye Yıldız, ardından ise mücadele dolu bir yaşam bıraktı.

MEDİNE MAMEDOĞLU

Colemerg - Barış Annesi 70 yaşındaki Şükrüye Yıldız, sokağa çıkma yasaklarında Yüksekova (Gever)’dan göç etmek zorunda kaldığı İstanbul’da yaşamını yitirdi. 25 Mayıs günü sağlık sorunları nedeniyle tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren Şükrüye Yıldız, her Kürt kadını gibi yaşamına koca bir mücadele hikâyesini sığdırdı. Annesinin yaşamı ve mücadelesini anlatan Hacer Yıldız, sokağa çıkma yasaklarından sonra İstanbul’a göç eden annesinin doğup büyüdüğü topraklara, “O kadar gencin yaşamını yitirdiği topraklarda nasıl kalırım” diyerek yıllarca memleket hasreti çektiğini söyledi.

Baskı, işkence ve göç altında geçen bir yaşam…

Yüksekova’da doğup büyüyen Şükrüye Yıldız, eşinin cezaevinde olduğu 90’lı yıllarda 8 çocuğunu tek başına büyüttü. Faili meçhul cinayetlerinin kol gezdiği yıllarda her sabah evlerine yapılan baskınlarla uyanan Şükrüye Yıldız, bu baskınların çoğunda çocuklarının gözleri önünde zorla panzere bindirilip götürüldü. Devlet zulmü altında yıllarını geçiren Şükrüye Yıldız, eşinin cezaevinde olduğu yıllarda çocuklarını yaptığı el işi ve tatlılardan kazandığı parayla büyüttü. Her sabah camların, kapıların kırılmasıyla güne başladıklarını ve çocuk yaşta devletin zulmü ile tanıştıklarını ifade eden Hacer Yıldız, annesinin her panzere bindirilip götürüldüğünde kendilerinin de ağlayarak panzer peşinde koştuklarını belirtti.

“Baskınlarda annemi panzere bindirip götürürlerdi”

Babasının 20 yılla kadar cezaevinde kaldığını ve kendilerinin de anneleriyle büyüdüğünü dile getiren Hacer Yıldız, “Annem sadece bizim değil hepimizin annesiydi. Ben kendimi bildim bileli annem hep tek başına ayakta kalmaya çalışıyordu. Babam cezaevindeyken 8 çocuğunu annem büyüttü. Tek başına bir mücadele verdi. Sürekli devletin baskısı altında yaşıyordu. Annemin iki çocuğu bu baskılara dayanamayıp gittiler. Her sabah saatin dördü beşinde kapı ve camlarımız kırılır içeri girerlerdi. O zamanlar çocuktuk ve bu bize çok korkunç gelirdi. Annemizi alır götürürlerdi, biz panzerin arkasını kovalar annemizi isterdik. Hem devletin baskısı hem de toplumun devlet korkusundan bizden uzaklaşması ile annem kendi elleriyle bizi büyüttü. İki erkek kardeşim gördükleri karşısında dağlara çıkıp mücadeleye katıldılar” şeklinde konuştu.

“Annem devlet zulmüne baş eğmedi”

Annesinin devletten gördüğü işkence ve zulme rağmen asla yılmadığına dikkat çeken Hacer Yıldız şunları dile getirdi: “Annem fiziki olarak çok işkence gördü ama bize hiç anlatmadı. Psikolojik açıdan da çok büyük işkence gördü. Ben her sabah polisin baskınlarıyla uyanırdım. Ben daha küçükken polisler beni görüp zorla götürmeye çalıştılar o zaman ki annemin feryatları hep kulağımda. Annem benim için ‘Götüremezsiniz’ diye direniyordu. Şu an ne kadar anlatsam da boş. Annem o acılara ve iki çocuğunu kaybetmesine rağmen her zaman ayakta durdu. Gördüğü zulümlere karşı asla yılmadı ve boyun eğmedi.”

“O acıya dayanamam deyip buralara gelemiyordu”

Sokağa çıkma yasaklarında evlerinin yakıldığını ve annesinin İstanbul’a göç etmek zorunda kaldığını dile getiren Hacer Yıldız, annesinin 7 yıl boyunca memleketine hasret bir yaşam sürdüğünü ifade etti. “O gençlerin yaşamını yitirdiği yerde ben nasıl yaşarım” sözleriyle annesinin doğup büyüdüğü Yüksekova topraklarına gelemediğini belirten Hacer Yıldız, “Onun en büyük acısı evinin yıkılması ya da farklı bir şey değil en büyük acısı o yıkılan evlerde yaşamını yitiren gençlerdi. Yıllarca o gençleri, buraları düşündü. En büyük yarası burası ve buradaki anılarıydı. O acıyı tekrardan yaşamamak için buraya gelemiyordu. O kadar gencin yaşamını yitirdiği bir yerde ben oturamam, kaldıramam diyordu. O yüzden yıllarca toprağından buradan uzak kaldı. Buraya hasret yaşamını yitirdi” sözlerini kullandı.

“Mücadeleye inanarak ayakta durdu”

Gelini Kamile Yıldız ise 11 yıl birlikte yaşadığı ve “Aba (anne)” olarak seslendiği Şükrüye Yıldız’ı şu sözlerle anlattı: “Her yönüyle mütevazı ve dik duruşlu biriydi. Ne desem kelimeler yetersiz ve eksik kalıyor. Çok uzun seneler beraber yaşadık. Onla beraber güldük, sevindik ağladık. Çok mücadeleci bir aileydi. Her yönüyle hepimizin kanadıydı. Çok acı çekti ve hayata hep kırgındı. İki çocuğunu kaybetti ve eşi sürekli cezaevindeydi. Anne bu mücadeleye inanarak ayakta durdu.”