Demokrasi ve toplumsal cinsiyete karşı mücadele hikayesi: The Lady
Asya ülkesi Myanmar’da demokrasi mücadelesi yürütmek isteyen ülkenin kadın öncülerinden Aung San Suu Kyi’nin hikayesine odaklanan 2011 yapımı The Lady filmi, iktidarlara ve toplumsal cinsiyete karşı mücadeleye de yer veriyor.
LEYLA CAHİDE
2011 yılında gösterime giren ve yönetmenliği Luc Besson tarafından yapılan The Lady filmi, Asya ülkesi Birmanya’da (Burma veya Myanmar olarak da bilinir) demokrasi mücadelesi yürütmek isteyen ülkenin kadın öncülerinden Aung San Suu Kyi’nin hikayesini anlatıyor. Filmde işlenen hikaye gerçek olaylara dayanıyor.
Film, 1962 yılında ülkede gerçekleşen askeri darbe ile başlar. Bu sıralar babası bir asker olan Aung San Suu Kyi henüz küçük bir çocuktur. Babasının cuntacı askerler tarafından öldürülmesinden sonra ülkesini terk eden Suu Kyi’yi filmin ilerleyen sahnelerinde olgun yaşlarda görüyoruz. Filmde, babası öldürüldükten sonra İngiltere’ye gidişi, burada okuması ve evlenmesi ile bu ara süreçler hızlı bir şekilde işlenir.
Hikaye Suu Kyi’nin annesinin ölümü ile farklı bir evreye geçer. Annesinin ölümü sonrası ülkeye sadece cenaze töreni için gider. Fakat bu sıralar ülkesinde iç savaş yaşanmaktadır. Öğrenciler ve demokrasi yanlıları tarafından askeri rejime karşı ayaklanmalar, hikayenin öncüsünü etkiler. Hareket içerisinde yer almasını öneren teklifleri kabul ederek ülkesindeki askeri rejim sisteminin kalkması temelinde mücadeleye başlar.
Çeşitli halk örgütlenmeleri için ülkesini baştan başa dolaşır. Demokrasi için Ulusal Birlik Partisi’nden doğru ülkede ilk defa yapılacak genel seçimler için başbakan adayı olur. 1990 yılında partisinin seçimleri kazanmasına rağmen askeri dikta onu ev hapsine mahkum eder. Filmin ilerleyen sahnelerinde Suu Kyi’nin 15 yıllık ev hapsi sürecine, bu süreçte aldığı Nobel Barış Ödülü törenine, askeri rejime karşı ayaklanan Budist rahiplerin Safran Devrimi olarak adlandırılan yürüyüşlerine tanık oluyoruz. Suu Kyi’nin 2010’da serbest kalmasına kadar devam ediyor film.
Filmde kadın imgeleri de kaçak bir şekilde tartışmaya sokuluyor. Ne yazık ki kadın ana temalı filmin yönetmenliği ve senaristliği bir erkek tarafından yapıldığı için çok fazla kadın eksenli tartışmalara tanık olamıyoruz. Fakat kadın öncülüğü de göz ardı edilemeyeceğine göre klasik imgelerle kimi konular ele alınmaya çalışılmış. Evli ve 2 erkek çocuğu annesi olan Suu Kyi’ye askeri rejim tarafından klasik kadın rolü dayatılmakta. Çocukları ve eşi Birmanya vatandaşı olmadıkları gerekçesiyle sınır dışı edilir. Hatta ölmek üzere olan kocasının İngiltere’den yanına gelebilmesi için vizeye başvurur. Askeri yetkililer ona bir ikilemi dayatır: ‘Eşin mi vatanın?’ Eşini görebilmesinin tek şartı olarak ülkeden çıkışı dayatırlar. Suu’nun seçiminin ne olacağını da artık filmi izlemeye bırakalım. Yine kahramanın ailesinin yanında olmaması, çocuklarını annesiz bırakması, kocası ölüm döşeğindeyken bile mücadele etmesi süreçleri ona karşıt kimi çevrelerce ‘kötü anne’ imajı yaratmak için kullanılır. Yer yer Suu’nun erkek çocukları tarafından yansıtılan veryansınlar da klasik anne beklentilerinin göstergesi. Film kahramanın demokrasi mücadelesinin yanı sıra bu toplumsal cinsiyet kalıplarıyla mücadelesine de tanık olmaktayız.
Michelle Yeoh tarafından iyi bir oyunculuk performansıyla canlandırılan Suu Kyi’nin hem faşist rejimlere hem de toplumsal cinsiyetçiliğe karşı mücadelesinin bir kesitini sunan The Lady, izlenmeye değer bir film. En azından dünyadaki tüm kadınların ulusu, rengi, ülkesi ne olursa olsun yürüttükleri mücadelede sırf kadın olmalarından kaynaklı yüz yüze kaldıkları gerilikleri çözümlemek ve görmek açısından öğretici yanları var.