Cinsiyetçi-sömürgecilik anlatısı olarak Dolunay Katilleri
Gerçekçi sinemanın duayenlerinden Martin Scorsese’nin 2023 yapımı Dolunay Katilleri filmi, kırımdan arta kalan Osage yerlisi kadınların sömürgeci erkek sistemi tarafından nasıl teslim alınıp yok edildiğini anlatıyor.
HİRA AHLAT
Soykırımdan arta kalan Amerika kıtasının en kadim halklarından Osage halkına mensup bir grup insan çadırda güneş ışınlarının kırık yansıması altında yas tutuyor. “Wah-kon-tah’nın bize armağanı bu çubuğu artık gömeceğiz. Artık çocuklarımız başka yollar öğrenecek. Onları beyaz adam eğitecek ve bizim dilimizi bilmeyecekler. Bizim çocuklarımız bizim kültürümüzü bilmeyecek...” diyor yaşlı bilge. Ağıtları eşlik ediyor bu bilgenin konuşmasına. Bir genç kızın kaybının yası bu. Ama ölüm yok, cinayet yok, Osage’nin kaybı daha çok manevi bir kayıp. Büyütüp yetiştirdikleri kıymetli bir ruh, köklerinden koparılıp sezgileriyle bildikleri kötücül bir düşman tarafından teslim alınmış. Aslında Osageliler kadim bilgelikleriyle biliyor ki hepsinin ölümüne sebep olabilecek ve özünde hırs, aç gözlülük ve bitmek bilmeyen servet tutkusu yatan gerçekliği belirsiz bir gidiş o genç kızın beyaz adamla evlenmesi. Film böyle başlıyor uçsuz bir toprağın ortasındaki çadırdan çıkan kadınlar ağıtlarla bir tahta çubuğu toprağa gömüyorlar. Sahnenin devamında ise Osage halkının kültürünü temsil eden çubuğun gömülmesinin ardından, topraktan petrol fışkırmaya başlıyor ve insanlar petrolün siyahına bulanıyor.
Hakikatin maktülün gözüyle anlatısı
Gerçekçi sinemanın duayenlerinden Martin Scorsese'nin son filmi Dolunay Katilleri, bire bir yaşanmış gerçek bir hikayeden beyazperdeye aktarılmış 1920’ler Amerika’sında, kıtanın asıl sahipleri olan yerlilerin topraklarından fışkıran petrol ve bu muazzam servetin üstüne oturmak isteyen muktedir Amerikalı erkeklerin yaptığı, tarihe kara bir leke olarak geçen bir katliamdan. Aynı adlı David Grann’ın kitabından uyarlanan film Osage halkına yönelik sistematik kırımı FBI yetkililerinin gözlerinden değil, direkt olarak sistemin maşası olan aç gözlü sömürgeci katiller ve kırımdan geçen yerli halkın gözünden anlatmayı tercih ediyor.
Soykırımdan arta kalan halkın anatomisi
Filmin arka planında tarihsel bir gerçeklik filmde ara ara yerlilerin anlatımından veriliyor. 1870’lerde sömürgeciler tarafından soykırımdan geçirilen yerli halklardan Osageliler verimsiz bir arazi olan Oklahama’ya sürgün ediliyor. 1920’lerde ise topraklarında petrol çıkmaya başlıyor. Petrol çıkarda beyaz adam bunu yerlilere bırakır mı hiç? Bölgedeki Amerikan vatandaşları ile beraber yaşayan yerliler arasındaki denge, yerlilerin topraklarından çıkan petrolle bir anda değişiyor. Zenginleşen yerliler üst sınıf olurken, ABD hükümeti enteresan bir kararla bu parayı doğru şekilde yönetecek ‘yasal vekiller’ atanması şartı koşuyor. Çünkü yerlilerin hayatlarında ihtiyaç duymadıkları aç gözlü paraların beyazlara geçmesinin sağlanması gerekiyor. Sağlık harcamalarını bile devletin görevlisinin izni ile karşılamak zorunda kalan yerlilerin serveti başkalarının da gözlerini kamaştırıyor.
İlk sömürge ile ilk sömürenin savaşı
Filmde odağında ise iki taraf var. İlk sömürge kadın ve ilk sömüren kurnaz adamın arasındaki mücadelenin kapitalist çağa uyarlanmış halini anlatıyor. Bir tarafta teslim alınmaya çalışılan ama kırımdan geçmiş olmasına rağmen yaşam bilgisi ve deneyimi ile beyaz adama alaycı bakışları ve yüzüne ‘çakal’ diye gerçeğini haykıran Osageli kadınlar, diğer tarafta ise kadın şahsında bir halkın toprağını, kültürünü yok etmeye çalışan kurnaz erkek güruhu.
‘Kanımız fazla beyazladı...’
Aç gözlü kapitalist beyaz adamın kötülüklerinin sınırlarını bilmeyen Osageli Mollie ve annesi ve dört kız kardeşinin Minne, Reta, Anna ve Mollieher biri bir kadın direnişini temsil ediyor. Anne kızlarına asi olmayı ve beyaz adama başkaldırmaya davet ediyor. “Biz muhteşem bir hayatımız olsun demedik, sadece hayatımız olsun istedik, bizim tanrımız mütevazidir, hırsları yoktur” diyor bilge kadın. Çünkü onun dünyasında ana soylu, bilgelik düzeni geçerli bu yüzden kurnaz beyaz adamın kötülüklerinin sınırsızlığını aklı almıyor. Ama kadim sezgisel bilgeliği ile biliyor, kurnaz adamın ördüğü tuzakları ve uyarıyor. “Kanımız fazla beyazladı bu iyi değil...”
Hasta ettiği toplumu ilaçla ölüme mahkum etmek
Ataerkil kapitalist tarihin en eski öğretisidir, erkeği teslim alıp erkek şahsında da kadını teslim almak. Sömürgecilik ve dincilikle, soykırımdan arta kalan bir avuç toplumu, kadın şahsında nasıl çaresiz kıldığının ve teslim aldığının hikayesini anlatıyor Dolunay Katilleri. Kuzey Amerika yerlisi Osage halkının topraklarında petrol çıkmasıyla ikinci bir kırımı nasıl yaşadıklarına odaklanan filmin akışında ise sömürgecilerin sadece bununla yetinmediğini aynı zamanda Osagelerin dincilik, bilimcilik ve cinsiyetçilikle nasıl esir alındığına tanık oluyoruz. Önce ellerine bol bol para tutuşturulan Osageliler, coğrafik ve kültürel olarak bünyelerinin alışık olmadığı oranda şeker ve alkole bağımlı hale getiriliyorlar. Üstüne üstlük tepede kurtarıcı olarak beliren beyaz adam onlara ‘iyilik’ olsun diye doktor ve ilaç getiriyor. Gel gör ki kurnaz adamın ilaç diye verdiği zehir, bir kadın şahsında bir halkı ölümcül bir umutsuzluğa mahkum ediyor. Diğer yandan ise bütün kadınların başına küçük askerleri asalak beyaz adamı musallat ediyor.
‘Bir nefret doluyor içime...’
Dolunay Katilleri içinde bolca yan hikaye barındırmasına rağmen özünde aynı bitiş çizgisine varma amacında. Tarihin en acımasız katliamlarından birinin nasıl göz göre göre kurgulanıp hayata geçirildiği, devletin buna göz yumduğu, aradan geçen on yıllarda pek bir şeyin değişmediği ve ‘öteki’leştirilenin bir türlü adaletle buluşamadığı, farklı karakterler üzerinden tekrar hatırlatılıyor. Tüm bunların merkezinde ise kırımdan geçmiş sömürgeciliğin teslim almaya çalıştığı kadın hikayelerini görüyoruz. “Kötülük sarmış her yanımı. Çoğu kez bu kötülük ağladığımda gözlerimden çıkıyor. Gözlerimi kapatıp iyi olanı orada tutuyorum. Bir nefret doluyor içime. Ailemi öldüren bu beyaz adamları öldürmem lazım diyorum...” Ama nefret duyduğu beyaz adama ‘aşk’ adı altında çaresizlikle sarılması kötülüğe karşı mücadelesinde güçsüz kılıyor Mollie’yi.
Dolunay’ın yeryüzünün katilleri...
Ataerkil ve sömürgecilik arasındaki ontolojik bir birin tamamlayan toplum ve kadın karşıtlığını filmin her sahnesinde satır araların da okumak mümkün. Osageli kadınların elinden, doğaya, insana, evrene olan sonsuz bağlılık inançlarını alıp onların eline bir haç tutuşturuyorlar. Onların elinden emeğe dayalı eşitlikçi yaşamlarını alıp, para tutuşturuyorlar. Onların elinden doğanın insana verdiği şifanın bilgeliğini alıp ellerine ilaçlar tutuşturuyorlar. Onların elinden doğal yaşamın kaynağı olan sonsuz güven ve sevgiyi alıp, sömürgecilik aldanışı ‘aşk’ı yani köle efendi ilişkisindeki çaresizliği tutuşturuyorlar.
Filmin isminin hikayesini ise yaşamın, toprağın, insanın, kadının katillerine Osagelilerin verdiği isimden geliyor. Minik çiçekler, kara meşe ovalarını sardığında buna dolunay diyorlar. O kadar çoklar ki Wah-kon-tah (Osage Tanrısı) yeryüzüne bakıp da gülümsemiş ve akide şekeri serpmiş gibi. İşte yeryüzüne inen bu dolunayın bütün renkleriyle beyaz adam tarafından katledilmesine atıfta bulunuyor: Dolunay Katilleri.
Eksik olanı tamamlamak
Sözün özü merak edenler için iyi bir sömürgeci-cinsiyetçilik anlatısı olarak izlenecek film bize kendi hikayemize dair çok şey anlatıyor. Ne de olsa ilk sömürge kadının düşürüldüğü günden bu yana sömürgecilerin ve sömürgelerin hikayesi üç aşağı beş yukarı birbirine benziyor.
Tabi filimde eksik olan yön umudun ve direnişin cephesinden bakmak yerine var olanı kara gerçeklik içinde sunması. Biz gerçekliğin kara halini bilelim ama bizim hikayemizdeki dünyayı saran umudu ve direnişin gücünü de ekleyelim...