Bilimciliğin kötülüğünün sınırsızlığı: Venüs Noire
Kadın bedeninin teşhiri, siyahilerin aşağılanarak köleleştirilmesi ve sömürgeciliğin bir bedene neler yapabileceği Sarah'nın bedeninde tek tek sergilendi. Erkek egemen tahakküm 5 bin yıllık geçmişiyle Sarah'nın bedeninde karşımızda duruyor.
HİRA AHLAT
Pozitivist bilimciliğin merkezi bir üniversite anfisinde beyaz yakalı ‘bilim adamları’ merakla bir perdenin ardındaki bilimsel buluşu bekliyor. Derken beyaz saçlı bir doktor içeri girer ve ‘büyük’ buluşunu sunmak için perdeyi kaldırır. Perdenin arkasında siyah bir kadının çıplak mumya heykeli teşhir edilir. Mumyalanan bedenin cinsel organı ise kesilmiş ve bir kavanoz içinde salonda elden ele dolaştırılmaktadır.
Cesedi teşhir edilen kişi öldükten sonra bile ‘beyaz bilim adamı’nın işkencesinden kurtulamayan Saartjie (Sarah) Baartman’dır. Hikayesi doğduğu topraklar olan Afrika’nın hikayesine benzeyen Sarah 1789 yıllında, Güney Afrika'da Cape Kolonisi yakınlarındaki Gamtoos nehrinde Khoikhoi kabilesinde dünyaya geldi. Kabilesinde, Sarah gibi vücut hatlarıyla doğan kadınlar tanrıça olarak kutsanırdı. Ailesini kaybettikten sonra Pieter Cesars adındaki siyahi bir tüccar onu vesayetine aldı ve Cape Town'daki çiftliğinde hizmetçi olarak çalıştırdı. Sarah 21 yaşındayken, sömürgeci Hollandalıların ilgisini çekti. Alexander Dunlop adındaki doktor asker, Sarah’ın vücut hatlarıyla İngiltere'de hem eğlence alanında hem de bilimsel çevrelerde ilgi çekeceğini söyler ve zengin olacağına inandırır. Ve bir bedenin sömürgeleştirilerek tüketilmesi ruhun ızdırap içinde kalışı böyle başlar.
Kadın bedeninin teşhiri, siyahilerin aşağılanarak köleleştirilmesi ve sömürgeciliğin bir bedene neler yapabileceği Sarah'nın bedeninde tek tek sergilendi. Erkek egemen tahakküm 5 bin yıllık geçmişiyle Sarah'nın bedeninde karşımızda duruyor.
Sarah, ait olduğu kabilenin genetik özelliklerini taşıyordu. Kabile kadınları tarlada çalışırken bebeklerini kalçalarında taşıyordu. Bu vücudun eğlence ve bilim analında ilgi göreceği fikrine sahip olan Hollandalı subay, onu ilk olarak Londra'ya götürdü. 1800'lerin modası olarak bir ucube gibi müzelerde ve sirklerde sergilenen Sarah Baartman, kısa sürede çok ilgi çekti. Avrupalıların iştahını kabartan vücudunu teşhir etmek için tüm bedenini kaplayan dar bir kıyafet giydirilir, yüzü boyanır ve tüyler takılır ve Afrika halk şarkıları söylettirilerek dans ettirilir. Para karşılığı yapılan gösterilerde büyük kalçalarını ve cinsel organını izleyenler ona hakaret eder, taciz eder, -kalçasının gerçek olup olmadığını anlamak için- ellerindeki cisimlerle dürter, iğne batırır…
Sarah’ın kabilesine Avrupalılar "Hottentot" adını verir; vücudundan dolayı da şehvetin sembolü olan Venüs'e (Afrodit) benzetilir ve Londralı seyirciler için iki mitin bileşimi olur Sarah: "Hottentot Venüsü". Londra'da Sarah efsanesi yayılır. Kendi vatanından kopartılan kimsesiz bir köleden ülkenin en çok konuşulan ünlüsüne dönüşüverir. Posterleri asılır, adına operalar düzenlenir, baladlar yazılır, karikatüristlerin favori malzemesine dönüşüverir. Ama hepsinde incelenecek merak uyandıran bir ucubedir. Onun bir ruhu bir kalbi yoktur beyaz adam için...
Londra'daki gösterilerinin ardından Paris'te bir vahşi hayvan bakıcısına satılan Sarah, burada da aşağılama ve bedenine yönelik her türlü hakarete maruz kalır. Paris'te kendisine hakaret eden beyaz adamların karanlık fantezilerinde kullanılır. Para karşılığı erkeklere satılmaya başlanır. Kendinden farklı her türlü canlıya işkence edilen kötülük mekanı olan sirklerde sapkın erkek cinselliğinin nesnesi haline getirilir. Burada Afrikalı ile cinsel ilişki yaşamak isteyen birçok erkeğin sıraya girmesi gerçekliğiyle de yüzleşir.
Sarah’a yapılanların durdurulmasını isteyen insanlar çıkmaya başlar. Bir devlet meselesi haline de gelir ancak Sarah’nın başına gelen felaketlerin sorumlusunun kendisi olduğu, gönüllü olarak böyle bir hayatı seçtiği, bakıcısıyla anlaşma imzaladığı söylenir. Burjuvazinin gece eğlencelerinin vazgeçilmez unsuruna dönüşen Saraha, Londra'daki dört yılından sonra Paris'e götürülür. Burada gezici bir sirkin vahşi hayvan terbiyecisinin ellerine düşer. Vücudu pozitivist bilimci akademisyen erkekler tarafından incelenir. Onun vücudu üzerinden değerlendirmelerle Avrupa ırklarının üstünlüğünü öven bilimsel makaleler yazılır.
Aradan geçen onca zaman içinde vatanını özleyen Sarah, Avrupa'da tıkılıp kalır. Beyaz adamın merakı azalmaya başlayınca fahişelik yapmaya başlayan Sarah, uğradığı aşağılamalar ve tacizlerin üstesinden gelebilmek için alkole bağımlı hale gelir. Henüz 26 yaşındayken 1815 yılında alkol komasına girerek yaşamını yitirir.
Ne yazık ki Sarah’ın ölümüyle yaşadığı işkence, teşhir ve cinsel saldırı bitmez. Avruplı uygar insanlar bedeninden ölünce de yararlanmak istedi. Ölümünün üzerinden 24 saat geçmeden vücuduna doğa bilimci ve zoolog George Cuvier tarafından neşter vurulur. Genital bölge ve beyni çıkarılarak Musee de l'Homme'da (İnsanlık Müzesi) sergilenir ve vücudunun içi doldurularak 1974'e dek halka açık bir şekilde sergilenmeye devam eder. Bir mezarı bile olmayan Sarah’ın vücudu beyaz adamın işi bittikten sonra ise mumyalanarak Fransa’da bir depoya kaldırılır.
1950’lerinde başında itibaren, Güney Afrika’nın yerli halkı ve Sarah’ın da bir üyesi olduğu Griquas kabilesi Fransa’dan Sarah’ın bedenini talep eder. Fransız yasasına göre, Fransız müzelerinde sergilenen tüm eserler Fransa’ya aittir. Talep bu nedenle geri çevrilir. Irkçı Apartheid rejiminin yıkılmasının ardından 1994 yılında Nelson Mandela, Sarah’ın ait olduğu topraklarda gömülmesi için kendilerine teslim edilmesini bir kez daha ister. Ancak 2002 yılında Sarah’ın bedeninden geriye kalanlar doğduğu topraklara geri getirilerek halkının gelenekleriyle gömüldü.
Gerard Badou tarafından 2000 yılında yayınlanan Hotanto Venüsü isimli kitaptan Abdellatif Kechiche tarafından Venüs Noire (Siyah Venüs) ismiyle uyarlan film erkek egemenliği, ırkçılık ve bilimciliğin oryantalist kötücül merakının vahşiliğini şok edici şekilde yansıtıyor. Doğduğu toprakların tanrıça kalıntısı/kıymetlisi olan bir kadının sömürgeciler tarafından nasıl seyirlik bir gösteri metasına dönüştürüldüğünü çaprıpcı ve rahatsız edici bir gerçeklikle anlatan filmi kapitalist hırsın ve bilimciliğin kötülüklerinin sınırsızlığını anlatıyor.