Türkiye ‘cezaevi ve işkence’ ülkesi

Ceza içinde ceza sitemi kurulan ve geçmişten günümüze işkence merkezleri olarak kullanılan cezaevleri, Türkiye demokrasisi ve insan haklarının ne boyutta olduğunu gösteriyor. Sansaryan Han’dan günümüze değişmeyen tek şey işkence!

SARYA DENİZ

Haber Merkezi- Türkiye’de cezaevleri geçmişten bu yana işkence, hak ihlalleri, tecrit ve ölümlerle anılıyor. Türk Adalet Bakanlığı’nın 01.12.2022 tarihli verilerine göre Türkiye cezaevlerinde 336 bin 315 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bu kişilerden 65 yaş ve üstünde olan kişi sayısı 5 bin 513 kişi. Bakanlığa göre 277 müstakil kapalı, 88 açık, 4 çocuk eğitim evi, 10 kadın kapalı, 8 kadın açık ve 9 çocuk kapalı cezaevi olmak üzere toplamda 396 infaz kurumu bulunuyor. Bu infaz kurumlarının kapasitesi 286 bin 797. Bu durumda halen 49 bin 518 mahpus kapasite fazlası olarak cezaevlerinde tutuluyor.

Hasta mahpuslar

Neredeyse her gün hak ihlallerinin yaşandığı cezaevlerinde 651’i ağır olmak üzere bin 517 mahpus bulunuyor. Ancak insan hakları örgütleri bu verinin özellikle tespit edilebilen olduğuna dikkat çekiyor. Veriler sanılandan daha fazla, çünkü cezaevleri denetime açık yerler değil. Gerekli sağlık hizmetlerine ulaşamayan mahpuslar cezaevlerinde ölüme terk ediliyor. Cezaevi revirlerinde ağrı kesicilerle gerekli tedavi alamayan mahpusların hastanelere gitme süreçleri de işkence olarak tanımlanıyor. Cezaevinden giriş ve çıkış süreçlerinde çıplak ve ağız içlerine kadar aranan mahpuslar, kelepçeli bir şekilde muayene olmaya zorlanıyor. İnsan hakları savunucuları gerekli düzenlemelerle hasta mahpuslarının tahliyelerinin sağlanmasını isterken, tedavilerinin önündeki insanlık dışı uygulamalara da son verilmesini talep ediyor.

Cezaevlerinden tabutlar çıkıyor

Tüm mücadele alanlarında hasta mahpusların durumu dile getirilse de ‘ceza içinde ceza’ sistemi kurulmaya devam ediyor. Cezaevlerinden sırasıyla tabutlar çıkıyor. İnsan Hakları Derneği’nin verilerine göre sadece 2022 yılında cezaevlerinde 76 kişi yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerinde 35’i sadece hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetti. Diğer mahpusların ölümleri ise şüpheli bulundu. ‘AKP iktidarı döneminde cezaevleri ölüm evlerine döndü’ tespitinde bulunulurken, bu tespit sayılarla da güçlendiriliyor. Cezaevlerinde yaşanan ölümler AKP iktidarı boyunca binlerle ifade ediliyor.

İnfaz yakmalar

Özellikle son yıllarda cezaevlerinde ceza içinde cezalandırma yöntemi olarak mahpusların infazları yakılıyor. Pişmanlık dayatması, şarkı söyleme, halay çekme ya da daha birçok keyfi uygulama ile tahliyeler İdare ve Gözlem Kurulları’nın kararları ile engelleniyor. Türkiye’de yaşamın aynı zamanda bir aynası olan cezaevlerinde 2022 yılında en az 136 kişinin genellikle de siyasi mahpusların keyfi kararlarla infazları yakıldı. 

Tarihten bu yana hukuksuzluk devam ediyor

Tutukluların adeta esir olarak görüldükleri ve her türlü insani haktan mahrum kaldıkları cezaevleri son yıllar da hem kapasite hem de yaşanan ihlallerle sık sık gündeme geliyor. Aslında ülkedeki cezaevleri tarihi bu durumun her zaman aynı olduğunu sorunların katlanarak, şekil değiştirerek, gizlenerek her türlü hukuksuzlukla devam ettirildiğini gösteriyor. 1950’li yıllarda Sansaryan Han ile başlayan işkence tarihine karşı mücadele ve direniş de aynı şekilde gelişiyor.

Sansaryan Han’da başlayan işkence

İstanbul Emniyet binası olarak kullanılan Sansaryan Han, 1950 ve 60’lı yılların işkence merkezlerinden biri. Ruhi Su, Ahmet Arif ve Mihri Belli gibi birçok yazar, şair ve siyasetçinin işkence gördüğü handa 36 hücre bulunduğu belirtiliyor. Özellikle devrimci hareket içinde yer alan muhaliflere işkence edilen yer olan Sansaryan Han, insanların içine konduğu ‘tabutluklarla’ anılıyor. Ruhi Su burada gördüğü işkenceyi “En zoru da ‘Tabutluktur!’ Tabutluk mu? Bir insanın çömelerek sığabileceği kadar küçük bir sandık sanki. Ne kolun uzanır ne kafan kalkar. Bir vakit sonra dayanılmaz ağrılar ve uyuşmalar” sözleri ile anlatırken Ahmed Arif ise anılarında, kimilerinin kaldıkları hücreye akıtılan lağım ve kirli sular nedeniyle bir ay sonra delirerek akıl hastanesine gönderildiklerini belirtiyor. 1971 Askeri Muhtırası ise ülkede başka bir dönemi işaret ediyor. Gözaltına alınan devrimciler Gayrettepe’de gördükleri işkencelerin ardından Selimiye Kışlası ve Maltepe Askeri Cezaevi’nin başta olduğu birçok cezaevine gönderiliyor. Burada işkencede çok fazla insanın katledildiği biliniyor. Örneğin Mahir Çayan Maltepe Cezaevi’nde yaralı halde koğuşunda bulunan kapıya zincirli olarak bekletilirken, ser verip sır vermeyen devrimci İbrahim Kaypakkaya ise Diyarbakır Cezaevi’nde süren dört aylık işkence sürecinin ardından 18 Mayıs 1973'te katledildi.

12 Eylül dönemi

12 Eylül Türkiye’nin önemli dönüm noktalarından biri. Askeri darbe ile işkence somut olarak gün yüzüne çıkıyor. Bu dönemde Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi, Gayrettepe Siyasi Şube, Metris Cezaevi ve Mamak Cezaevi gibi birçok cezaevi başta olmak üzere siyasi tutuklular ağır işkencelerden geçirildi. Bu işkenceler sonucunda resmi kayıtlar işkence sonucu ölenlerin sayısını 171, çatışma süsü verilerek katledilenler 74, intihar denilerek öldürülenler 43, kaçarken öldürülen 16, açlık grevinde ölenler 14, ölümü şüpheli bulunanlar 144 ve eceli ile öldü denilen 229 olmak üzere 491 tutuklunun yaşamını yitirdiğini gösterdi. 12 Eylül aynı zamanda cezaevlerinde direnişin de olduğu ve tarihe geçti zamanları kapsadı. Özellikle tek tip kıyafet dayatmasından işkencelere cezaevlerinde tarihi bir direniş yaşandı.

En çok kayıplar 1990’lı yıllarda yaşandı

1990’lı yıllar Türkiye’de faili meçhul cinayetlerin, kaybettirmelerin zamanı olarak tarihe geçti. Cezaevleri katletme merkezleri haline geldi. İşkencelerle ölümler ile dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın çıkarttığı cezaevleri ile ilgili Mayıs Genelgesi açlık grevleri ile protesto edildi. 2 bin 174 tutuklu açlık grevi ve 355 tutuklu da ölüm orucuna katıldı. İlk açlık grevi Diyarbakır E Tipi Cezaevinde başlatıldı. 12 siyasi tutuklu yaşamını yitirdi.

Hayata Dönüş Operasyonu

Cezaevlerinde işkence ve tutukluluk koşullarının ağırlaşması için yeni politikalar geliştirildi. Bunlardan biri de ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ oldu. F tipi cezaevleri inşa edildi. 2000 yılında bu cezaevlerine karşı aynı anda birçok tutuklu açlık grevine başladı.  816 tutuklunun başlattığı açlık grevi yaklaşık bir ay sonra ölüm orucuna dönüştürüldü. 19 Aralık 2000’de 20 cezaevine “Hayata Dönüş” adı verilen operasyon düzenlendi. Operasyonda kimyasal gazlar, bomba, silah kullanıldı ve cezaevlerine dozerlerle girildi. Operasyonlarda 30 kişi katledildi, tutuklu ve hükümlüler zorla F tipi cezaevlerine sevk edildi. Ölüm oruçlarıyla birlikte 122 kişi hayatını kaybetti.

Açlık grevleri ve ölüm orucu eylemleri

F tipi cezaevlerinin açılıp sevkler ile mahpusların iletişimi kesilmeye çalışıldı. Buna karşı ise 12 Eylül 2012'de PKK ve PJAK'lı 483 tutuklu, Türkiye genelinde 58 cezaevinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi ve tecridin kaldırılması için açlık grevine başladı. Bu grev 68 gün sürdü ve Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile sonlandırıldı. Adil yargılanma talebinde bulunan siyasi mahpuslar dönem dönem açlık grevlerine başladı ve bu grevleri ölüm orucu ile devam ettirdi.  3 Temmuz 2019’da Kırıklar 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde açlık grevine başlayan Mustafa Koçak, yaşamını yitirdi. Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi Avukat Ebru Timtik 27 Ağustos 2020’de ölüm orucunun 238 gününde yaşamını yitirdi. Ayrıca Grup Yorum üyeleri Helin Bölek ve İbrahim Gökçek de ölüm orucu eylemlerinde hayatlarını kaybetti.

Tüm yaşama yayılan tecrit

Bugün Sansaryan Han’dan günümüze cezaevlerinde değişmeyen tek şey işkence ve insanlık dışı muameleler. Neredeyse her muhalif sesin yargı ve tutuklama ile susturulmaya çalışıldığı Türkiye’de cezaevleri kimliksizleştirmenin yanında insanları insanlığından uzaklaştıran hiçleştiren politikaların merkezi durumunda. Ancak bu durumun tek bir merkezden tüm cezaevlerine ve Türkiye toplumunun neredeyse tümüne yayıldığını söylemek mümkün. Bu da her yerde yaşama sirayet eden ‘tecrit.’ Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde devam ettirilen tecrit tüm ülkede yapılmak istenenin bir göstergesi. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve tecrit

Türkiye’de cezaevlerine bakıldığında özellikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Ada Hapishanesine ayrıca bakmak gerekiyor. İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 24 yıldır ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında tutulan Abdullah Öcalan’dan 28 aydır haber alınamıyor. Avukatlar, haftada iki kez görüşme talebinde bulunurken neredeyse tüm başvurular yanıtsız bırakılıyor. “Disiplin cezaları” ile “avukat görüş yasakları” gerekçe gösterilerek Abdullah Öcalan ve diğer tutuklular Veysi Aktaş, Hamili Yıldırım ve Ömer Hayri Konar ile görüşmeler engelleniyor. En son avukatları Abdullah Öcalan’a 9 Eylül 2022’de verilen aile görüşü engeline gerekçe yapılan disiplin cezasının 9 Aralık’ta sona ermesi sonrası, 15 ve 23 Aralık 2022 ile 3 Ocak 2023'te hem cezaevi hem de savcılığa 3 ayrı başvuruda bulundu. Bursa İnfaz Hakimliği, 4 Ocak’ta Abdullah Öcalan ve diğer tutsaklara 3 aylık yeni bir aile görüş yasağı verildiğini avukatlara bildirdi. Avukatların 10 Ocak’ta karara karşı yaptığı itiraz da aynı gün içerisinde reddedildi. Avukatlar, söz konusu karara karşı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuruda bulundu.

AYM’den de yanıt yok

6 aylık avukat görüş yasağının 18 Ekim 2022’de sona ermesinin ardından Bursa İnfaz Hakimliği’ne görüş başvurusunda bulunan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarına yine herhangi bir görüş yasağının olmadığı aktarıldı ama bu süre zarfında da bir görüş yaptırılmadı. Avukatların defalarca yaptığı başvururlar yanıtsız bırakıldı ve görüş sağlanamadı. Avukatların AYM başvurusuna da henüz bir yanıt gelmedi.

Abdullah Öcalan'ın avukatlarından Rezan Sarıca ve Newroz Uysal, müvekkilleriyle 8 yıl aradan sonra en son 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde görüşebildi. Avukatlar o tarihten bu yana ise hala müvekkilleriyle görüştürülmüyor.

Direniş devam ediyor

Devlet en başından beri cezaevlerini ‘savaş hukukuna’ göre yönetti. Adil yargılamadan mahrum bırakılan mahpuslara yıllarca esir muamelesi yapıldı; yapılıyor. Ancak hiçbir zaman direniş bitmedi. Tutuklu ve hükümlüler esir alındıkları cezaevlerinde de mücadele etmekten ve üretmekten vazgeçmedi. Bugün yüzlerce tutuklu Türkiye’nin göreceği güzel günleri umutla bekliyor. Cezaevlerinde bulunan kadın mahpuslar, elbiselerinin renklerinden okudukları kitaplar gerekçesi ile peş peşe cezalar alırken, direnişle her şeye inat şarkı söylemeye ve halaylarını çekmeye devam ediyor. Kamuoyunun desteğini bekleyen mahpuslar, adil yargılama ve insanlık onuruna yaraşır bir yaşam talep ediyor.