TJA Kadın Konferansı'nın sonuç bildirgesi açıklandı

Dördüncü konferansını gerçekleştiren TJA sonuç bildirgesini açıklayarak, savaşa, tecride, işgale, kadın kırımına, sömürüye ve ekolojik yıkıma karşı mücadeleyi büyütecek.

Elih - Tevgera Jinên Azad’ın (TJA) 4'üncü Konferansı, “Em li dijî faşîzmê bi biryar û di azadiyê de bi israr in” sloganıyla Batman'da bir konferans salonunda gerçekleşti. “Kadın iradesini esas alan demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü yaşamı, kadın öncülüğünde inşa etme” amacıyla gerçekleştirilen, Kürdistan ve Türkiye'nin dört bir yanından, Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinden 700 delegenin katıldığı konferansta, iki günün ardından sonuç bildirgesi açıklandı. Sonuç bildirgesinin Kürtçesini TJA aktivisti Devrim Demir, Türkçesini HDP Muş Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit okudu.

Bildirgede şunlar belirtildi:

“Konferansımız, İran’da Jîna Mahsa Amînî’nin katledilmesini kınayıp İran kadın hareketi öncülüğünde açığa çıkan direnişi ve kadın isyanını selamlayarak dayanışma içerisinde olacağını vurgulamıştır. Aynı zamanda konferansımız, mücadelemizin öncüleşen değerlerinden olan ve sürgünde hayatını kaybeden Aysel Doğan şahsında ülke sevdasıyla yaşamını yitirenlere adanmıştır. Kadınların dünyada, Ortadoğu’da, Türkiye’de ve Kürdistan’da yükselerek esaret duvarlarını yerinden eden kadın özgürlük mücadelesi yeni bir direniş dönemi başlatmıştır. Bu süreç varlığı inkârla tehdit edilen ve yok edilmeyle yüz yüze kalan her oluşumun mücadelesini de kendi bağrında taşımaktadır.

“Kazanımlarımız hedef haline getirilmektedir”

Uzun soluklu mücadelemiz her anda kendisini oluşturmaya devam etmektedir. Günlerdir İran faşist rejimine direnen kadınların ülkede ve dünyada açığa çıkardığı tablo bundan bağımsız değildir. Kapitalist modernitenin sacayağı olan ulus devlet dünya genelinde yükselen kadın mücadelesi karşısında bir yandan kazanımlarımızı gasp ederek diğer yandan da var olan kazanımlarımızı yeniden tartışmaya açarak hedef haline getirmektedir. Erkek egemen sisteme cevabımız özgürlük mücadelemizi büyüterek yeni bir yaşamı inşa etmek olacaktır.

“Yeni yaşamı inşa edeceğiz”

Bugün kadınlar açısından açığa çıkan en önemli tespitlerden biri, devletli uygarlıkların kadın sömürüsü olmadan ayakta duramayacağı ve hayatta kalamayacağıdır. Devrimci kadın önderlerden Rosa Lüksemburg'un ‘Kapitalizmin var olması için kapitalist olmayan toplumu sömürmesi, sermaye etmesi gerekir’ belirlemesi bugün de geçerliliğini korumaktadır. Bu bağlamda, erkek egemen sistemin kendini sürdürebilmesi için kadını sömürmesi bugünün koşullarını tespit etmek açısından önemli bir veridir. Toplumu yeniden dizayn etmek isteyen kapitalist erkek egemen iktidarların öncelikli hedefi kadınlardır. Bu nedenle kadınlar olarak erkek egemen sisteme cevabımız özgürlük mücadelemizi büyüterek yeni bir yaşamı inşa etmek olacaktır.

“Kadın özgürlüğü iktidarların sonunu getirecek”

Kadınlar olarak verdiğimiz mücadele ortak olsa da yaşadığımız coğrafyanın stratejik ve de politik koşulları mücadelemizin niteliğini ve de biçimini de belirlemektedir. Erkek devlet zihniyeti beş bin yıldır sistematik olarak örgütlenmiş olsa da Kürdistan ve de Türkiye tarafında açığa çıkan uygulama farklılıkları Kürt kadınları olarak verdiğimiz mücadeleyi daha meşakkatli kılmaktadır. Bugün pratik olarak yüz yüze kaldığımız kadın düşmanı politikalar; kadınların psikolojik, ekonomik ve sosyal olarak şiddeti daha katmerli bir şekilde yaşamasına neden olmaktadır. Kadın olmanın ötekileştirilmiş gerçeğini değiştirmeye çalışırken yaşadığımız toprakların ötekileştirilmesi, kendisiyle beraber derin, kararlı ve de çoklu bir mücadele vermemizi gerektirmektedir. Ötekileştirilmenin yarattığı bir sonuç olarak verdiğimiz cins mücadelesi kendisiyle beraber ulus ve sınıf mücadelesini de dirilten bir gerçekliği açığa çıkarmıştır. Kürt kadınları olarak verdiğimiz tüm mücadeleler başta hak ve özgürlük iddiası üzerinden eşitlenmelidir. İçinden geçtiğimiz süreç, kadınların kazanımları açısından her türlü tehlikeyi kendinde taşısa da esasta yarattığı durum kadın özgürlüğünün erkek egemen iktidarların sonunu getireceğidir ve bu son, hiç de uzakta değildir. Bugün bu konferansta bir arada olma nedenimiz kadınlığımız üzerindeki kırılmaysa, amacımız da mücadeleyi beraber örgütleyip varoluş hakikatimizi yani özgürlüğümüzü beraber inşa etmektir. Hayatlarımız hep kavgayla akarken kendisiyle beraber özgürlüğü de yaratacağı ortadadır.

“Tecrit boyun eğmeyene uygulanan bir politikadır”

Kürt Halk Önderi üzerindeki tecridi kırıp fiziki özgürlüğünü gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Konferansımızın esas tartışmalarından biri de tecrit politikalarıdır. Bugün Türkiye ve Kürdistan’da içinde bulunduğumuz durum derinleştirilen tecrit politikasından bağımsız değildir. Kavramın kendisi salt sözlük anlamını ifade etmediği gibi bu tanım esasında, kapitalist sistemin özgürlük eğilimini ve mücadelesini geliştiren her varlığa karşı uyguladığı sistematik bir işkence halidir. Tecrit, tarihsel olarak devletli uygarlıkların yani erkek egemenlikle sistemin; muhalif olana, iktidara, baskıya ve sömürüye boyun eğmeyene uyguladığı bir politikadır. Amaç, yalnızlığı derinleştirip yaşam, toplum ve insan arasındaki bağı koparmak, teslim olmayı dayatmak ve kişiyi özgürlük iddiasından koparmaktır.

“Cezaevleri toplama kamplarına dönüştürüldü”

Bugün siyaset yapan, muhalif basın faaliyeti yürüten, sendikal haklarını savunan, anayasal haklarını kullanan, doğa talanına karşı mücadele eden muhalif kesimlerin birçoğu soruşturma, gözaltı ve tutuklamalarla yüz yüze kalmaktadır. Cezaevleri bir araç olmaktan çıkarılmış çağın ‘modern toplama kamplarına’ dönüştürülmüştür. Bunun yanında yüzlerce hasta tutsak adeta cesaretin bedelini esaretle ödemeye zorlanmaktadır. Tarihsel ve güncel olarak bakıldığında tecrit politikasının toplumda yöneldiği ilk kesim kadınlardır. Kadının tecrit ile esareti, erkekliğin de cesaretinin dayanağı olmuştur.

“Tecride karşı mücadele büyüyecek”

Bugün Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecridin de amacı geliştirdiği ideoloji ve paradigmaya yöneliktir. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın inşasının toplumun özgürlüğünü yani hakikatini yaratacağı gün gibi ortadadır. Esasta geliştirilen tecridin amacı da bu paradigmayı geriletmek, kişiyi varoluş hakikatinden koparmaktır. Bu politika geliştikçe ve derinleştikçe ahlaki çöküntü büyüyerek yayılmaya devam edecektir. Her güne kadın cinayetiyle ve erkeğin ‘cinnetiyle’ uyanmamızın temel nedeni budur. Bugün ekonomiden, eğitime, bilimden, sanata kadar tutarlı gerilikleri ve de çürümeyi ülke olarak yaşamamızın temel nedeni, tecrit çemberinin genişletilmesi ve bunun bir rejim olarak uygulanmasıdır. Konferansımız bütün bu tespitler ışığında tecride karşı mücadeleyi büyütme ve Kürt Halk Önderi üzerindeki tecridi kırıp fiziki özgürlüğünü gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.

“Kadınları, gençleri ve çocukları düşürmek istediler”

40 yılı aşkındır Kürdistan’da yürütülen savaş Kürt kadınlar olarak verdiğimiz mücadelenin boyutlarını da şekillendirmektedir. Uzun süren savaşların galibi olamayan devletler, kirli ve ölçüsüz politikalarını devreye koyarak uzun vadede toplumun iradesini teslim almayı hedeflerler. Bu açıdan devletin tüm imkanlarını kullanarak özelde kadınları, gençleri ve çocukları hedefleyip düşürmek isterler. Özellikle son 7 yıldır kesintisiz devam eden ve yoğunlaşan savaş gerçekliği Kürdistan’ın özel savaşın merkezinde olduğunu daha net ortaya koymaktadır. Kayyımların özelde kadın kurumlarını hedef alıp kapatması, bunun yanında kolluk kuvvetlerinin tıpkı İpek Er olayında olduğu gibi genç kadınları hedef alması, yine gerici, tekçi, cinsiyetçi oluşumlar olan siyasal İslam’ın kurumlarının yoğun bir şekilde açılması ve toplumun ahlaki politik değerlerinin bunlar eliyle çürütülmesi özel savaşın Kürdistan'daki boyutunu gözler önüne sermektedir.

Savaş politikalarına tepki

Özel alan nasıl ki politikse özel savaş da kirli bir devlet politikasıdır. Aynı zamanda özel savaş politikaları sadece bunlarla sınırlı kalmamaktadır.  Mezarlıklara yönelik gerçekleştirilen saldırılar tam da bu savaş politikalarının bir parçasıdır. Savaşta hayatını kaybedenlerin cenazesine ve mezarlıklara yönelik geliştirilen saldırılar toplum vicdanını ve maneviyatını derinden sarsmıştır. Yaşama karşı saygınlığını yitiren her zihniyet ölüye karşı da insani yaklaşımını yitirmiştir. İnsan olma ve insan kalabilmenin mücadelesini kaybeden, kendi olabilme sürecini yitirmiş, en büyük ihaneti kendine karşı geliştirmiştir. Yıllardır süregelen bu savaş karşısında bir toplumu ölme biçimleriyle terbiye etmeye çalışan bu zihniyet, utanç müzesinde sergilenmekten kaçamayacaktır. Konferansımızda mezarlıklara yönelik saldırılar başta olmak üzere Kürdistan’da yürütülen tüm özel savaş politikalarına asla alışmayacağımız ve bunun karşısında mücadele edeceğimizin kararlığını vurgulamıştır.

“Kadınlar emek sömürüsüne maruz kalıyor”

Her gün yaşanan kadın cinayetlerinin ve kadına kapatılmaya çalışılan kamusal alanların, toplumdan ve de toplumsallıktan dışlanan kadını hedeflediği ortadadır. Kadın emeğini yok sayan, kadınları her türlü emek sömürüsüne maruz bırakan, işyerlerinde mobbing ve şiddete uğratan erkek egemen sistem krize girdiğinde de ilk gözden çıkardığı kesimlerin başında kadınlar gelmektedir. Derin yoksulluğun öznesi de kapitalist düzenin nesnesi de ‘kadın’la somutlaşmaktadır.  Bu haliyle kadın sömürgenin sömürgesi olma gerçekliğini ifade etmektedir. Literatürde ekonomik şiddet bir neden olsa da gerçeklikte açığa çıkan sonuç ekonomik tecrittir.  Konferansımızda kadın emeğinin sömürüsü karşısında kadın emek mücadelemizi de sermayenin tekelinde olan ekonomik alanı da özgürleştirme ve kadın ekonomisini oluşturmayı hedeflemiştir.

“Ekolojik krizin nedeni erkek egemen hegemonyadır”

Kapitalist modernite; kanserleşen kentler, ırkçılık, kadına yönelik şiddet, yalnızlaşan insan toplulukları, gıdaya erişim zorluğu, değişen eko-sistemler, nesli tüketilen canlılar ve iklim krizinin de gösterdiği gibi derin ve çoklu bir krize neden olmaktadır.  Bu krizin temel nedeni erkek egemen hegemonyadır. Kendi varlığını inşa etmek isteyen erkek egemen hegemonyanın kendini sürdürebilir kılma aracı da savaştır. Kirli yöntemlerle sürdürülen savaşlar ciddi ekolojik ve toplumsal yıkımlara yol açmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi Kürdistan’da da yaşanan ekolojik krizin, yürütülen kirli savaş politikalarının bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Ekolojik yıkımın evrende birlikte yaşadığımız tüm varlıklara karşı bir ‘soykırım’ olduğunu, bu yıkıma karşı mücadele öncülüğünün de kadınlarda olduğunu bilmek ve buna göre politika oluşturmak bizler için ivedi bir sorumluluktur. Doğanın insanlığın ortak yaşam alanı olması gerçeğinden hareketle ekoloji mücadelesinin ortak bir mücadele alanına dönüşmesi örgütlü kadın mücadelesi açısından temel bir ihtiyaçtır. Bu anlamda konferansımız doğayı savunmanın insanlığı savunma mücadelesi olduğunu vurgulayarak ekoloji mücadelesini yükseltme kararlığını göstermiştir.

Kadın kırımına karşı topyekun örgütlülük

Konferansımız, örgütlenme sorunlarını ele alırken sistemsel krizin örgütlenme zeminlerini ve kadın özgürlük alanlarına vuran düzlemleri çözümlemeyi esas almıştır. Ulus-devlet sistemleri; toplumsal hakikati atomize eden, ayrıştıran, karşıtlaştıran ve buna göre yönetip eğitmeye çalışan anlayışa sahiptir. Bunun karşısında özeleştirel bir yaklaşımdan hareketle, kadının kendi toplumsallığı ile buluştuğu, temel zorlanma alanlarını eğitimden yoksulluğa, sosyal yaşam alanlarından kültürel sanatsal yaşam alanlarına kadar her zeminde çıkmazlarına çözüm gücü olacak bir örgütlenme hamlesini gündemine almıştır. İlk sömürge olan kadınların makûs tarihini değiştirecek olan da ortak irade ve ortak mücadele hattını beraber örmeleridir. Topyekûn bir kadın kırımına karşı topyekun bir örgütlülük ve mücadele, dönemin temel rengi ve şiarı olmalıdır. Kadın kırımına karşı öz savunma bilincimizin temeline ‘beraber güçlüyüz’ü koyarak, erkek-devlet cephesine karşı birleşik kadın cephesini geliştirmeliyiz. Bu temelde işgal edilen, kadınsızlaştırılan tüm alanlara yeniden dâhil olma zamanıdır diyoruz.

“Yol ve yöntemleri hep birlikte belirleyeceğiz”

‘Kadınlar birlikte güçlü’ slogan olmanın ötesinde, ortak yaşam etrafında demokratik modernitenin paradigmasal ifadesini oluşturmayı hedeflemelidir. Bu anlamda nerede olursak olalım mücadeleyi ortaklaştırmanın yol ve yöntemlerini hep birlikte belirleyeceğiz. Nitekim kadın hasta tutsaklar, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, kadın siyasetçileri dönük baskı ve tutuklamalar, kadın yoksulluğuna ve kadın kırımına karşı ortak mücadele kararlılığının yol ve yöntemlerini çoğaltma kararlılığı açığa çıkmıştır. Konferans delegasyonumuz yeni dönem mücadelemizin ana hatlarını belirleyip aşağıdaki kararları almıştır.

*Tecride Karşı Mücadele

*Erkek-Devlet Anlayışı ve Şiddet Politikalarına Karşı Mücadele

*Kayyım, İşgal ve Sömürgecilik Siyasetine Karşı Mücadele

*Tutsak Kadınların Özgürlüğü

*Kadına Yönelik Özel Savaş

*Paradigmamız Çerçevesinde Ekoloji Mücadelesi

*Demokratik, Ekolojik ve Komünal Kadın Ekonomisi

*Kültür ve Anadil Çalışması

*Kadın Özgürlük Akademisi

*Enternasyonal Kadın Dayanışma Ağı ve Türkiye Kadın Hareketleri Hakkında

*Genç Kadınlar.”

Konferans sonuç bildirgesinin ardından zılgıtlar ile sona erdi.