Suriye’de iki çizginin savaşı: Ya ‘Jin jiyan azadi’ ya da ‘Erkek devlet şiddet’- ANALİZ

Türkiye ve çetelerinin kadın düşmanlığı, Suriye’de iki çizginin savaşına işaret ediyor. Halklar Önderi Abdullah Öcalan, 21’inci yüzyıl için “Ya Sosyalizm ya barbarlık” diyor, bugün bunu “Ya jin jiyan azadi ya erkek devlet şiddeti” olarak da okuyabiliriz.

ZİLAN KOÇGİRİ  

Ortadoğu merkezli üçüncü dünya savaşının seyrine dair senaryolarda hegemon güçler, 27 Kasım itibariyle Suriye’de yeni bir plan devreye koydu. Yerel kaynaklardan gelen bilgilere göre yaz aylarından itibaren İdlib ve Reyhanlı’da eğitim kampına alınan çeteler, ‘eğit donat’ın yeni versiyonu ile eğitilerek, Suriye’de yeniden sahaya sürüldü. 2024’ün son günlerinde baş döndürücü hızla yaşanan bu gelişmeler 2025’in nasıl geçeceğinin de habercisi olacak gibi görünüyor. Kuşkusuz bu yeni planda hegemon güçlerin her birinin ayrı bir planı var. Bunun karşısında Suriye hatta Ortadoğu’da halkları, kadınları, kültürü, doğayı ve geleceği koruyacak güçler ne durumda? Bu soruya daha sonra geleceğiz ancak şimdi sadece toprağı değil beyinlerimizi kalplerimizi işgal etmeye çalışan hegemonların tasavvuruna bir bakalım.

Bu kimin savaşı?

Biz bu coğrafyada yaşayan kadınların çok iyi bildiği bu erkek ordusuna akıl veren, sahaya süren kim ve ne istiyorlar? Bugün adını artık herkesin telaffuz ettiği, ataerkil hegemon devletlerin birinci dünya savaşından yüz yıl sonra Ortadoğu’yu yeniden paylaşmak için giriştiği üçüncü dünya savaşının başlangıcı olarak 2011 Suriye iç savaşına işaret ediliyor. Paramiliter güçlerin sahaya sürüldüğü vekalet savaşlarıyla, çatışmaların boyutları ve savaşın biçimleri de değişti.

Yenildikçe isim ve kılık değiştirdiler

Savaşın başladığı günden bu yana, emperyalist devletlerce sahaya sürülen DAİŞ’in işlediği insanlık suçları tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşti. El Kaide uzantısı El Nusra ve sonraki adıyla Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) ve DAİŞ’in YPJ/YPG tarafından yenilgiye uğratılmasının ardından, DAİŞ’in ve HTŞ’nin artıkları hamileri olan Türkiye’ye sığındı ve aynı zihniyette oldukları çete gruplarıyla birleşti. Yenildikçe isim ve kılık değiştirdiler. Hegemon güçlerce ‘eğitilip donatılıp’ sahaya sürülen Türkiye güdümündeki ‘Özgür Suriye Ordusu’ (ÖSO) ve sonraki adıyla ‘Suriye Milli Ordusu’ (SMO), otuza yakın çete grubunu bünyesinde barındırıyor.

Kadın bedeni üzerinden savaş yürütülüyor

Bu cihatçı çete grupları, girdikleri her alanda kadın bedeni üzerinden işgale girişti. Savaşın hala sürdüğü ülkede kadınlara yönelik suçların istatistiğini tutmak pek mümkün değil.  Ancak hem Suriye devletinin hem de bu grupların kadınlara yönelik işlediği suçlar korkunç boyutlarla ifade ediliyor. Birleşmiş Milletler 2018’de yayınladığı bir raporda; ülkede süren iç savaşta binlerce kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildiğini duyurdu. İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Mart 2018 itibarıyla 106 bini sivil 353 bin 900 kişinin ölümünü belgeledi. Bu sayılara kaybolan ve öldüğü sanılan 56 bin 900 kişi dahil değil. Kuruluş, 100 bin kişinin ölümünün belgelenmediğini tahmin ediyor. Öldürülenlerin yüzde 40’ının kadın ve çocuklar olduğu belirtiliyor. Mülteci durumuna düşen Suriyelilerin de yarısını kadınlar oluşturuyor. Kadınların gittikleri Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi ülkelerde fuhuşa zorlandıkları ve para karşılığı eş olarak satıldıkları biliniyor.

Onlar ölüm kadınlar yaşam götürdü

Girdikleri her şehir, köy ve kasabada arkalarında kafası kesilmiş insanlar, ganimet diye alıkonulan, tecavüz edilen kadınlar, talan edilmiş doğa, yağmalanmış evler bırakan bu çetelerin önüne kimse ‘dur’ diye çıkmadı. Karşılarına çıkan ve dur diyen tek güç Kürtler oldu. Bu, bütün halklar ve kadınların karşı çıkışıydı. Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmasının düşünsel ve eylemsel gücüyle, PKK’nin 40 yıllık direnme kültüründen, kadın özgürlük çizgisinin 30 yıllık mücadelesinden beslenen Kürtler, bu güçler karşısına hazırlıklıydı. Aynı zamanda savaştığı her cephedeki kazanımlarıyla Ortadoğu’nun bu karanlık güçlere mecbur olmadığının müjdesini de vermiş oldu.

Çeteler ve çetelerin hamileri gittikleri her yere ölüm ve katliam götürürken, kadın özgürlük çizgisi gittiği her yere yaşamı ve özgürlüğü götürdü. Adına Rojava Devrimi denilen ve aslında Rojava Kadın Devrimi olarak anılan yaşam felsefesi, dalga dalga gelişti ve eşit temsiliyetten eşbaşkanlığa, öz savunmadan, yaşama bağımsız öz gücüyle katılımına kadar dünya kadınları için bir model olarak anılmaya başladı.

Suriye iç savaşında dış güçler ve anti demokratik Suriye rejimi arasında seçim yapmayan Rojava Kürdistan’ında halk, Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Özerklik’ ve ‘Demokratik Ulus’ paradigması ekseninde üçüncü yolu benimseyerek, 2012’de Rojava Devrimi’ni gerçekleştirdi. Adım adım Suriye rejimini şehirlerinden çıkararak, kendi kendini yönettiği kantonları ilan etti. Özsavunma ve özyönetim sistemlerini oluşturdu. Kadınların oluşturduğu özsavunma gücü Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) de bu süreçte, 4 Nisan 2013’te kuruluşunu ilan etti. Rojava devrimi, Ortadoğu’da alternatif bir model olarak kendini geliştirdi.

Direniş ekseninde eşit temsiliyet ve özsavunma bilinciyle halkların bir arada yaşamına örnek olan Rojava tüm dünyanın sahiplendiği, halkların ve kadınların kelebek etkisiyle umudu oldu. Rojava’da uçan özgürlük kelebeği Rojhılat’ta ‘jin jiyan azadi’ sihirli formülü ile 21’inci yüzyıla damga vuran özgürlük nidasının evrenselleşmesini sağladı. Bu sihir kadın özgürlük çizgisinde anlamını buldu ve 21’inci yüzyılın kadın yüzyılı olacağının işaretlerini vererek, Endonezya’dan Hindistan’a Kenya’ya, Katalanya’dan Abya Yala (Latin Amerika) halklarına sömürgeciliğe karşı mücadelede bir yöntem olarak anılmaya başladı.

Rojava modeline karşı çete ihracatı

Ortadoğu’da bir çizgi haline gelen Rojava modelinin karşısına ise kapitalist modernitenin cinsiyetçi, milliyetçi ve dinci ideolojisi çıkarıldı. Bu ideolojinin temsilini gönüllü olarak üstlenen Türk devleti, kadın düşmanı, siyasal İslamcı ve ırkçı faşizan politikaları Suriye zemininde uygulamaya koymak için hem içerde hem dışarda çeteleri devreye soktu. Ki bu sadece Suriye içinde geçerli değil, Libya, Nijer, Sudan, Somali dahil dünyanın birçok noktasına çete ihraç ederek, halk ve kadın düşmanı politikalarını küreselleştirmeyi hedefledi. Konumuz olmadığı için girmiyoruz ama merak edenler Afrika’da hangi noktalarda Türk devleti çetelerinin konumlandığını ve halklara karşı nasıl suçlar işlediğini araştırabilirler. Suriye iç savaşının en büyük finansörlerinden ve destekçilerinden birinin Türkiye devleti olduğu biliniyor. Ortaya çıkan petrol ve benzeri ekonomik bağlantılar ve cihatçı ideolojik bağlantılar birçok uluslararası kuruluşun belgelerinde de yer alıyor.

YPJ’nin yendiği El Nusra, HTŞ olarak geri döndü

Bugünlerde Halep’in işgal edilmesi ardından başlayan süreçte, Batı dahil birçok kesimin Suriye yönetimine ‘ılımlı’ bir aday olarak lanse ettiği HTŞ, El Kaide menşeili El Nusra’nın şimdiki adı. Bu cihadist örgütün Serêkaniyê üzerinden Rojava’ya yönelik saldırıları, YPJ’nin de içinde yer aldığı özsavunma güçleri tarafından yenilgiye uğratılmıştı.  Emperyalist devletler ve bölgesel hegemon güçlerin desteğiyle Suriye iç savaşında sahaya sürülen DAİŞ, Ekim 2014’te Rojava kantonlarından biri olan Kobanê’ye saldırdığında da YPJ, örgütlü özsavunma gücü olarak, Kobanê savunmasında yer aldı. Kobanê işgalden kurtarıldığında ilk dikilen bayrak YPJ’nin bayrağıydı. Binlerce kadını özsavunma gücü olarak bünyesinde taşıyan YPJ, Minbic, Tabqa, Rakka ve Derazor’da DAİŞ’e karşı savaşarak, bu kentlerin kurtarılmasında aktif rol aldı.

Efrin’de kadın özgürlük çizgisi hedef alındı

Türkiye devleti, hegemon güçlerin onayı ile 20 Ocak 2018’de Rojava kantonu Efrin’e saldırdı. Türkiye devletinin Suriye’de savaştırdığı paramiliter gruplarla yaptığı iş birliğinin açıkça ortaya çıktığı yer Efrin işgal saldırılarıydı. Saldırıda aralarında DAİŞ’lilerin de bulunduğu 25’e yakın cihatçı grup Özgür Suriye Ordusu adıyla yer aldı. Bir devletin küçük bir kente yönelik akıl almaz yöntemlerle giriştiği bu saldırıyı, tüm dünya izledi.

Efrin 18 Mart’ta, Türk devleti ve cihatçı gruplar tarafından işgal edildi. Her yerde olduğu gibi işgalin ilk hedefi kadınlardı. YPJ savaşçısı Barin Kobanê’nin cansız bedenine yapılan işkenceyi kayda alan Türk devleti ve ona bağlı grupların öfkesi örgütlenen ve kendini savunan kadına yönelikti. Efrin’de sayıları net olmamakla birlikte çok sayıda kız çocuğu kaçırıldı. Kadınlar tecavüze uğradı. Kentteki kadın kırımına her gün bir yenisi ekleniyor.

Efrîn İnsan Hakları Örgütü, kentteki ihlallerin yüzde 30’unun kadınlara dönük olduğunu açıklarken, ihlallere maruz kalanların çoğunluğunun ise kız çocukları olduğunu kaydediyor. Raporda 500 kadının farklı şekillerde katledildiği belirtilirken, 60 kadının ise cinsel saldırıya maruz kaldığı vurgulanıyor. Rapora göre; Türk devletine bağlı sözde ‘askeri polis’lerce kaçırılan binlerce kadının akıbeti bilinmezken, kaçırılan kadınların bir kısmı da ancak fidye karşılığında serbest bırakıldı. Kent işgal edildikten sonra 500 bin kişi ki bunların yarısına yakını kadındı çetelerin kadın düşmanı pratiklerini bildikleri için kenti terk ederek, Şehba-Til Rifat bölgesindeki kamplarda yaşamaya başladı. Özellikle Sultan Murat çete gruplarının kentte Kürt kadınlara yaşattıkları uluslararası insan hakları raporlarına girdi. Demografyası değiştirilen, kadınsız ve Kürtsüz bir hale getirilen kentte binlerce kadın tecavüze maruz kaldı, kadınlar erkeklerin izni olmadan sokağa çıkamıyor ve çetelerin suç dosyası her geçen gün kabarıyor.

Hevrîn Xelef’in katilleri Halep’te

9 Ekim 2019’da Türkiye devleti ve denetimindeki DAİŞ’te dahil cihatçı örgütlerden oluşturduğu ‘Suriye Milli Ordusu’ (SMO) Rojava’nın Serêkaniyê ve Girê Spî kentlerine yönelik işgal saldırıları başlatmıştı. Yüzlerce kadına yönelik savaş suçu işleyen Türkiye devleti ve ona bağlı grupların suçlarından birkaçını hatırlayalım. İşgalcilerin yine ilk hedefi kadınlar olmuştu. 12 Ekim’de Suriye Gelecek Partisi Eşbaşkanı Hevrîn Xelef M4 karayolu üzerinde aracından indirilerek katledildi. İşlenen insanlık suçunu cihatçılar sosyal medya hesaplarından yayınladı. Hevrîn Xelef’i, Ahrar Şarkiye çete grubunun katlettiği BM raporlarına da yansıdı. Türk devletine bağlı bu çete grubu, bugün Halep savaşına katılıyor.

YPJ savaşçısı Amara Renas’ın cansız bedenine 26 Ekim’de Türk devletine bağlı cihatçı gruplar tarafından işkence edildiği kameralara yansıdı. Cenazeye işkenceyi kameraya kaydeden gruplar yine dijital medya hesaplarından yayınladı. Cizre Bölgesi İnsan Hakları Örgütü’nün eline ulaşan verilere göre; Girê Spî’nin köylerinden birçok kadın kaçırıldı. Ayrıca kentte kadınlara zorla kara çarşaf giydirildiği öğrenildi. İşgal öncesi halkların bir arada yaşadığı Serêkaniyê'de insan hakları örgütleri raporlarına göre; 2019-2022 yılları arasında 5 Çeçen, 50 Arap, 120 Kürt kadın işgalci Türk devletinin çeteleri tarafından kaçırıldı.

Kurt ile yiyip, çoban ile ağlayanlar

İnsan hayatların pazarlık konusu yapıldığı Suriye’deki güçler sebebi oldukları savaşın bilançolarını da sözde insan hakları adı altında zaman zaman yayınlıyor. Aynı güçler eskilerin tabiri ile ‘Kurtla kuzuyu yiyip, çobanla ağlamak’ misali bir ikiyüzlülükle yayınladıkları raporlarda bile coğrafyanın nasıl bir cehennemi yaşadığı görülüyor. BM Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Serêgio Pinheiro, 2023 yılında verdiği demeçte Türk devleti ve ona bağlı çetelerin ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bölgeleri hedeflediklerini şu cümlelerle itiraf etti: “Efrîn, Rasulayn (Serêkaniyê) ve çevresinde Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) rehin alma, zalimce muamele, işkence ve tecavüz gibi savaş suçu kategorisine giren suçlar işlemişler. Havadan ve karadan yapılan bombardımanlar sonucu çok sayıda insan öldü. Çoğunlukla Kürt bölgelerinde yağma ve mülklere el konulması, yerinden edilme yaygın bir biçimde devam ediyor. Buradaki tüm topluluklar ve kültürler saldırı altında. UNESCO miras alanları buldozerlerle yağmalandı.”

Bu coğrafyada kolay at koşturamazlar

Şunu açıklıkla söylemek gerekiyor ki yukarıda buz dağının görünün yüzü misali vermeye çalıştığımız kronolojik istatistik çalışmaları Suriye’de bugün kimlerin kimlere karşı savaştığını anlamamız açısından birer veridir.  Bütün saldırılara, işgal girişimlerine, yerinden etme, demografya değiştirme, tecavüz, katletme, kadını kapatma, kadını yaşamdan koparma, kadını kendi savunmasından kopararak erkeğin yedeğine alma saldırılarına rağmen Rojava Devrimi ayakta kaldı. Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Ortadoğu’da erkek-devlet-şiddet üçlüsünün kader olmadığını ispatladı. Bu direniş hattının bir parçası olarak 6 yıldır Kürdistan dağlarında verilen mücadelenin elbette ki bu halklar ve kadınların savunması hattıyla ilgisi büyüktür. Türk devleti ve onun arkasındaki güçler, Kürdistan başta olmak üzere bu coğrafyada öyle kolayca at koşturamayacaklarını bir kez daha anlamış oldular.

7 Ekim ve şiddetin meşrulaştırılması

Tam da bu noktada tüm dünyada faşizan erkek-devlet iktidar güçleri, egemen erkek aklıyla şiddetin sınırsızlığı ile yeni bir paylaşım savaşında sıralarını almış durumdalar. Hegemonyanın Ortadoğu’daki bekçisi Türk devleti eliyle bu coğrafya yeniden şiddetin kör düğümde tutulmaya çalışılıyor. Aslında bu sürecin fitili 7 Ekim’de Hamas-İsrail savaşı ile yakıldı ve artık insan onurunu ayaklar altına alan sınırsız şiddet daha fazla meşrulaştı. Kısaca egemenler, danışıklı dövüşte birbirine örtülü destekle ‘halklara ve kadınlara ne yapsanız yanınıza kar kalacak’ zimmi uzlaşmasına gitti. Bu uzlaşmanın bir diğer yanının erkekliğin yüceltilmesi olduğu görülüyor. Sistem güçlerinin hem doğrudan dahil olduğu hem de çete örgütleri aracılığıyla yürüttüğü vekâlet savaşlarıyla, hiçbir kural tanımayan şiddet anlayışıyla insanlık dışı, tüm değerlerden boşalmış erkeklik yüceltilmeye çalışılıyor.

Kadınlar ‘o imajlı’ çetelerin ciğerini biliyor

26 Kasım’da Halep’e yönelik başlatılan ve ardından Hama, Humus’un işgali ve bugün Şam kapılarına dayanan savaşın gerçek yüzünü şok olmadan, anlamak gerekiyor. Hegemon güçler kendi elleriyle yeni bir imaj verdikleri HTŞ’yi ve SMO’yu yeniden sahaya sürdü. Cehenneme çevirdikleri coğrafyada kadınların bin bir emekle ördükleri Rojava Devrimi’ni boğmak istiyorlar. “Savaşlarda ilk önce gerçekler vurulur” diye bir tabir vardır. Bu günlerde de tozun, kıyametin ortasında haritalar üzerinde toprak kapma yarışı, o haritalar üzerinde ekran başlarında elinde çubukla o nokta halinde alınması için talimat verilen yerlerin içinde yaşayan milyonlarca insanın durumu, kadınların durumu çok da egemen erkek aklının umurunda değil. Varsa yoksa kazanılması gereken toprak ele geçirilmesi gereken ganimet, bu toprakların en eski belleği ve en eski hastalığı olarak, iştahları kabartıyor. Suriye iç savaşının başladığı günden itibaren yabancısı olmadığımız bu tablo bugünlerde sakalları biraz daha kesilmiş, imaj çalışması yapılmış, erkek sürülerinin sahaya sürülmesinin yeniden canlandırılması olarak her gün karşımıza çıkıyor. Oysa ne kadar imaj çalışması yapılırsa yapılsın bu coğrafyanın özellikle kadınları tabiri caizse ‘ciğerini’ bildikleri bu erkek sürüsünün, zihniyetindeki kadın düşmanlığını yaşadıkları tecrübelerle biliyor.

Geçmiş ve gelecek şimdide çarpışıyor

Suriye ve dahi dünyada bugün yaşanan üçüncü dünya savaşının siyasi okumasında güncel, ekonomik ve çıkarların yanı sıra, asıl hedefin iki yaşam felsefesi arasında olduğu görülüyor. 2011 yılındaki tablo neyse yeniden başa dönülmeye çalışılıyor ve gelişmeler gösteriyor ki, sahada halklar ve kadınlar lehine hareket edebilecek Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve Demokratik Suriye Güçleri ve YPJ dışında bir güç görünmüyor. Bunu binlerce yıllık tarihsel direniş damarının bugünkü vücut bulmuş hali olarak da değerlendirebiliriz. Geçmiş toplumsal hafıza ve geleceğe yönelik hedeflenenler ‘şimdi’ de büyük bir çarpışma halindedir. Zira bu topraklar Tel Halaf’ta tarımcı kadın kültürü ile El Ubeytteki çoban erkek kültürünün bin yıllar öncesinde çarpıştığı coğrafyadır. Eşitlikçi toplumun da köleci iktidarların da çıktığı mekan olan bu coğrafyada bugün yaşananlar, dünün iyi anlaşılmasıyla yarına olumlu yönde evrilebilir.

‘Ya barbarlık ya sosyalizm’

Halklar Önderi Abdullah Öcalan “21’inci yüzyıl için ya barbarlık ya sosyalizm kazanacak” diyor.  Bunu biz ‘Ya jin jiyan azadi ya erkek, devlet şiddeti’ olarak da okuyabiliriz. Hegomanya savaşlarında her zaman esas olan şey erkek egemen zihniyetine dayanan sermaye ve iktidarın kendisidir. Bu zihniyete göre para ve iktidar, insan bilincini, söylemini ve her türlü iradesini temsil eden esas öznedir. İktidar dışında kalan gruplar, kadınlar ve halklar ise her türlü değerlendirilecek nesnelerdir. Milyonlarca insanın yerinden, yurdundan edinilmesi, toplumsallığından, kültüründen kopartılması, umutlarının kırılarak dünyanın dört bir yanına savrulması, bir konsept temelinde uygulanıyor. İnancı, umudu ve maneviyatı yok olan birey ve toplumlar her türlü kötülüğe açık hale getiriliyor. Bugün Suriye’de yaşanan savaşta bize gösteriyor ki, yaşanan trajediler, savrulan toplumsallık, yitirilen tarihsel geçmiş böylelikle tüm öfke ve çaresizliğiyle karşıtına dönüştürülmek istenmekte ve toplumsallık dağıtılmak istenmektedir.

Tarihi her zaman direnenlerin yazdığının bilinciyle bu kaostan çıkışın demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma eksenli paradigmasal temelde özgürlük hareketinin olacağının işaretleri ise şimdiden bellidir.