Sosyolog Havjin Beqali: ‘Jin jiyan azadî’ ayaklanması siyasi İslam’a karşı indirilmiş darbedir
Kürt sosyolog Havjin Beqali, kadınların zorunlu başörtüsüne karşı ayaklanmasının yalnızca kadınların ezilmesine karşı bir protesto değil, aynı zamanda siyasal İslam ideolojisinin kalbine indirilmiş bir darbe olduğunu söyledi.
ŞEHLA MUHAMMEDI
Haber Merkezi- “Jin, Jiyan, Azadî” ayaklanmasının 3’üncü yıldönümünde kadınlar, nerede olursa olsun birlikte mücadelenin önemine değiniyor ve birlik çağrılarında bulunuyor.
Sosyolog ve Kürt kadın hakları savunucusu Havjin Beqali, ayaklanmanın 3’üncü yıldönümünde ajansımızın sorularını yanıtladı. Ayaklanmanın İran ve Kürdistan’da kadınlarla ilgili toplumsal dönüşümlerle bağlantısını anlatan Havjin Beqali, bölgesel ve ulusal deneyimleri, kazanımları ve zorlukları dile getirdi.
*“Jin, Jiyan, Azadî” ayaklanmasını nasıl okuyorsunuz? Sizce bu ayaklanmanın ne gibi kazanımları oldu ve daha etkili ilerlemesini engelleyen ne tür eksiklikler veya engeller vardı?
“Jin, Jiyan, Azadî” hareketini anlamak için İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluş köklerine dönmek gerekir. Bu sistem en başından itibaren farklı toplumsal grupları dışlama ve yok etme siyaseti üzerine kuruldu. Bu dışlama, özellikle kadınları ve ezilen halkları hedef aldı ve tarih boyunca devam etti. Daha ilk günlerden itibaren aile hukukuna sınırlamalar getirildi, zorunlu başörtüsü dayatıldı. Aynı zamanda Kürdistan’da 24 günlük Sine savaşı gibi askeri baskılar başladı, ardından Huzistan, Belucistan ve diğer bölgelerde de benzeri uygulamalar görüldü.
Bu dışlama siyaseti yalnızca kadınlarla ve ezilen halklarla sınırlı değildi; sol güçler ve diğer siyasi akımların bir kısmı da bununla karşılaştı. Ancak bu gruplar, eğer rejimin mekanizmalarını kabul ederlerse yeniden “bizden olanlar” arasına dönebiliyorlardı. Oysa kadınlar ve ezilen halklar için böyle bir ihtimal yoktu; onların dışlanması köklü ve yapısaldı.
Jina’nın (Mahsa Emini) toplumsal konumu –bir Kürt kadın olarak– son 45 yılda dışlanan gruplar arasındaki bağı ve dayanışmayı sembolik olarak açığa çıkardı. “Jin, Jiyan, Azadî” hareketi bu grupları tarihi bir anda yan yana getirdi ve yeni bir ortak kader duygusu yarattı. Ancak bu dayanışma kalıcı hale gelmedi, kurumsallaşmadı. Bunun en önemli nedeni, bu grupların siyasi ve ekonomik kırılganlığıydı. Kadınlar İran’da en çok yoksullukla ve imkânlara erişimde kısıtlamalarla karşı karşıya.
Hareketin en önemli kazanımlarından biri zorunlu başörtüsüne karşı mücadele oldu. Başörtüsü, İslamcılığın simgesel otoritesini ve kadın bedeni üzerindeki denetimi temsil ediyordu. Kadınların buna karşı ayağa kalkması, aslında İslamcılığın ideolojik kalbine karşı bir direniş ve onun sembolik hâkimiyetine son verme ilanıydı. Başörtülerin yakılması gibi sembolik ama radikal eylemler dünya çapında yankı uyandırdı ve bu itirazın önemini ortaya koydu.
“Jin, Jiyan, Azadî” hareketi sürecinde asla geriye gitmedi, sürekli ileriye doğru adım attı. Bugün, ayaklanmanın başlamasından üç yıl sonra, bunu kadınların ve ezilen halkların en önemli toplumsal ve tarihsel kazanımlarından biri olarak görmek mümkündür; korunması ve güçlendirilmesi gereken bir kazanım.
*Kürdistan deneyimini ve kadınların IŞİD'e karşı mücadelesini düşündüğümüzde, “Jin, Jiyan, Azadî” ayaklanması kadın bedenini kontrol eden faşizm ve İslamcılığa karşı bir savaş ilanıydı. Ancak bugün bölgede hem Şii İslamcılık hem de radikal Sünni versiyonları yeniden güçleniyor. Böyle bir ortamda bu ayaklanma yoluna nasıl devam edebilir?
İran’ın çeşitli şehirlerinde “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı yeniden sokaklara döndü. Farsçaya çevrilerek “Zan, Zendegî, Azadî” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) biçimini aldı ve yeni bir anlam kazandı; bu da hareketin her yerel bağlamda yeniden tanımlanabileceğini ama aynı özü koruduğunu gösteriyor.
“İslamcılığın sonunun başlangıcı” derken kastettiğim şey, söylem düzeyindeki bir değişimdi. 20. yüzyıldan bu yana kolektif zihnimizi şekillendiren ve hatta din algımızı yeniden tanımlayan İslamcı söylemde yeni bir kırılma anı ortaya çıktı. Bu, uzun zaman alacak bir süreçtir ama eninde sonunda siyasette de karşılığını bulacaktır.
Cihatçı akımlar hâlâ bir güç olabilir, ancak bu değişimlere uyum sağlamak zorunda kalacaklar. Aksi takdirde zamanla ortadan kalkacaklardır.
Halk hareketleri, özellikle direnme kapasitesi olanlar, cihatçılığın ve İslamcılığın önünde bir engel olabilir ve onların büyümesini sınırlandırabilir. Örneğin Afganistan’daki kadınlar yalnızca İranlı kadınları desteklemekle kalmadı, çok zor koşullarda kendileri de cesurca mücadele ettiler.
Bu tür halk hareketlerinin geleceği ne olacak? Böylesi zorlu koşullarda etkilerini nasıl sürdürebilecekler? Bunun kesin yanıtını vermek zor, çünkü bölgedeki siyasal gelişmeler çok hızlı ve yoğun ilerliyor. Yine de halkın rolü ve bu hareketlerin önemi inkâr edilemez.
Katılımcıların çoğu sıradan yurttaşlardı, profesyonel aktivistler ya da politikacılar değil. Ancak yine de bu kişiler daha büyük hareketlerin zeminini yaratabiliyorlar. Örneğin bir kadının başörtüsü nedeniyle saldırıya uğraması, kolektif bir tepkiyi tetikleyerek bir hareketin doğmasına yol açabiliyor.
Günlük hayatın sorunları –su kesintisi, pahalılık, işsizlik– insanların direncini şekillendiriyor. Bunlar, sosyal aktivistlerin hayalleri ve talepleriyle birleşerek daha kalıcı bir hareketi besliyor. Örneğin 2017’de çiftçilerin su krizi nedeniyle camide kıbleye sırt çevirip halka dönmeleri, basit ama sembolik bir eylemdi; günlük sorunları rejim ve ideolojiye bağlayan bir örnekti.
Afgan kadınların Taliban’a karşı cesareti de böylesi kademeli ama sürekli ilerlemelerin bir örneğidir. Taliban Kabil’e girdiğinde birçok insan evine saklanırken kadınların sokağa çıkması unutulmaz bir andı.
*Kürdistan ve Belucistan gibi bölgelerde hareketler oluşup daha sonra kenara itilmeye çalışıldı. Ayaklanmanın Kürdistan’da başlaması ve Belucistan’ın desteği göz önüne alındığında, bu yol nasıl devam edebilir?
“Jin, Jiyan, Azadî” tekdüze bir deneyim değildi. Algılar ve anlatılar, toplumsal konuma, cinsiyete ve yaşanılan yere göre değişiklik gösterdi. 2022’de bu hareket aynı anda farklı bölgelerde yaşandı ve her bölgenin kendine özgü deneyimleri ve kazanımları vardı.
Kürdistan, ezilen bir halkın sembolüydü; buna karşılık Tahran iktidar sisteminin temsilcisiydi. Kürdistan’da halk kendi gerçeklikleri ve ihtiyaçları üzerinden taleplerini yeniden tanımlayabildi, gelişmeleri talep odaklı biçimde ilerletti; üstelik Tahran’ın bakışına bağlı kalmadan. Bu deneyim, merkezle Kürdistan arasındaki ilişkinin karşılıklı güçlenmesini sağladı ve ezilen halkların sesi duyuldu.
Kürdistan’daki olaylar, ağır baskı altındaki bölgelerde bile hareketin etkili, model oluşturucu ve değişime yol açıcı olabileceğini gösteriyor.
*“Jina Akademisi”nin amacı nedir? Yaklaşımı, eğitimi ve bireylerin güçlendirilmesini nasıl farklı ve yenilikçi biçimde ilerletebilir?
“Jina Akademisi”nin kuruluş fikri uzun zamandır gündemde. Temel hedefi kadın bakış açısıyla bilgi ve sömürgecilik karşıtı bilginin geliştirilmesidir. Bu bilgi, kadınlar ve ezilen halklar için hayati önem taşır. Akademi, bilginin sınırlandırıcı tanımlarını kırmayı, onu eleştirmeyi ve yeniden tanımlamayı mümkün kılmayı amaçlıyor.
Nasıl ki sermaye birikimi mülksüzleştirme ile birlikte yürüyorsa, bilgi birikimi de çoğu zaman başkalarından mülksüzleştirme ile gerçekleşir. Jina Akademisi, bilginin sahipliğini ve erişimini asıl sahiplerine iade etmek, ezilen grupların sesini duymak, kaydetmek ve yaymak istiyor.
Akademinin bir diğer hedefi katılımcı öğrenmeyi geliştirmektir; yani öğrencileri öğrenmeyi kolektif bir süreç olarak anlamaya yönlendirmek ve feminist, sömürgecilik karşıtı bilgiyi aktif ve sürekli biçimde uygulamak. Böylece akademi, eğitim ve güçlendirme için farklı ve yenilikçi bir alan sunmaktadır.