‘Sessizlik Zinciri’ Konferansı atölyelerle 2'nci gününde devam ediyor

TJA’nın “Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasi Mahpusların Etrafındaki Duvarları Yıkmak” konferansının 2’nci gününde, cezaevlerindeki sorunların yeteri kadar yansıtılmadığı için kamuoyu oluşmadığına dikkat çekildi.

Haber Merkezi- Tevgera Jinên Azad’ın (TJA) farklı ülkelerden kadınların katılımıyla düzenlediği “Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasi Mahpusların Etrafındaki Duvarları Yıkmak” konferansı 2’nci gününde atölyelerle devam ediyor.

Gazeteciler Öznur Değer ve Esra Çiftçi'nin modaretörlüğünde “Medya ve Basın” başlığı altında düzenlenen atölyede “Kadın siyasi mahpusların savunuculuğunda medya ve basının rolü ve etki kullanımı” tartışıldı. Gazeteci Öznur Değer, cezaevlerinin herkesin yaşamında yer aldığına dikkat çekerek, Kürt sorununun ve tecridin derinleşmesi ile beraber cezaevinin kaçınılmaz bir mekan haline geldiğini belirtti.

‘Cezaevi direniş mekanı’

Öznur Değer, “Savaşa ayrılan bütçenin içerisinde cezaevlerinin inşası da yer alıyor. Sistem cezaevine başka anlam üretiyor. Cezaevleri tecrit etme politikasıdır, orada yeni kimlik yaratıyor. Cezaevi deyince aklına işkence mekanı geliyor, tutsaklarda ‘acınası’ görülür. Ama oranın yaşam alanı olduğu görülmüyor. Yeni yaşam inşa edilmeye çalışılması gölgede kalıyor. Cezaevi direniş mekanı. Bunu görünür kılmak gerekiyor. Orada sürekli kendini yenilemek durumunda kalıyorsun” dedi.

‘İdare ve Gözlem Kurulları özel savaş politikalarını içerde uyguluyor’

29 Aralık 2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan kararla İdare ve Gözlem Kurullarının uygulamaya sokulduğunu aktaran Öznur Değer, şunları ifade etti: “Bu kurul özel savaş politikalarının içeride uygulanmasıdır. Din adamları kurulun içerisinde yer alıyor ve bunlar tahliyeye karar verebiliyor. Yasanın yürürlüğe konduğu süreçte tutsaklar direndi. Tehlike geliyorum diyordu ama biz tehlikeyi göremedik. Kamu muhalefeti oluşsaydı bugün idare ve gözlem kuralları yürürlüğe girmezdi. Müebbet hapis cezası alanlar için bir nevi işkence olarak yürürlüğe girdi. Uygulama biçimleri cezaevinden cezaevine değişiyor. Tutsakların cezaevlerinde yasal olarak kullanabileceği haklar var ama kullanabileceğine dahi kurullar karar veriyor. İçeride komünal bir yaşam var ve dışarıda komünal yaşama nasıl yönelim varsa içeride de yönelimler var.”

 ‘Cezaevindeki sorunlar yeteri kadar yansıtılmıyor’

Gazeteci Esra Çiftçi de cezaevleri sorunun 100 yıllık olduğuna dikkat çekerek, cumhuriyetin 100 yılındaki sorunları tartışırken cezaevlerinin ayrı bir tema olarak tartışılması gerektiğini vurguladı. Esra Çiftçi, şunları ifade etti:

“Cezaevlerindeki sorunlar yeteri kadar yansıtılmıyor, sorunun temeline inmekte sorunlar yaşanıyor. Ana akım medya için demiyorum, çünkü ana akım iktidara göre davranıyor asıl tartışmamız gereken özgür, muhalif basının rolü. Hasta tutsaklar ölüme terk edilmiş durumda. 2022 yılında Aysel Tuğluk cezaevindeydi. Hepimiz bir araya gelerek Aysel için kampanyalar yürüttük. Aysel cezaevinden çıktıktan sonra diğer tutsaklar için neler yapabiliriz dedik ve kampanya başlattık ama Aysel için gösterilen duyarlılık diğerleri için gösterilmiyor. Popüler kültür burada da ortaya çıkıyor. Cezaevlerinde binlerce insan var. Onların sorunlarını görünür kılmıyoruz, daha popüler olanları görünür kılıyoruz. Onlar da kıymetli ama diğer tarafı görmüyoruz.”

‘Yeteri kadar duyarlılık ve kamuoyu oluşmuyor’

Cezaevindeki tutsakların yaşadığı hak ihlallerine karşı yeteri kadar duyarlılık ve kamuoyu oluşmadığı yönünde eleştiriler sunulduğuna işaret eden Esra Çiftçi, “Sincan cezaevinde kadın mahpuslar tekli hücrelere konuluyorlar ve izole hale getiriliyorlar. Duyarlılığın nasıl yaratılması gerekiyor? Bunu tartışmak gerekiyor. 80’ler daha ürkütücüydü ama aileler dayanışma ağı kurdular ve kamuoyu oluştu. 90’lara kadar dayanışma sürdü ama bugün bu dayanışmayı göremiyoruz. Cezaevi sadece 90’ların meselesi değil daha da katmerleşti. O dayanışma olsaydı ihlaller bu kadar olmaz. Cezaevi sorunlarının haberini yapıyoruz ama ayrıntıları, özünü ne kadar yansıtabiliyoruz. Sorgulama meselesini daha sesli dile getirmek gerekiyor. Hepimiz tutsak adayıyız böyle düşünmek gerekiyor” şeklinde konuştu.

 ‘Tecrit kırılmadan yeni anayasa tartışması meşru mudur?’

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekili Çiçek Otlu ve TJA aktivisti Bedia Akkaya'nın moderatörlüğünde “Siyasetin Misyonu” başlığı altında “Kadın siyasi mahpusların savunuculuğunda siyasetçilerin rolü ve misyonu” tartışıldı. Kadın tutsakların tecrit, izolasyon, işkence ve tacize karşı iki aydır açlık grevinde olduğuna dikkat çeken Bedia Akkaya, “Açlık grevine yer bırakmayacak düzeyde bir mücadele nasıl ortaya çıkar, bunu konuşabiliriz. Şu an bir anayasa tartışması var, 2’nci yüzyıl anayasasında varlık ve kimlikler yok mu sayılacak yoksa görünür olacak mı? Bizim bu konuda bir şüphemiz var. Çünkü ilk yüzyıl inkar anayasasıyla geçti, bugün de cezaevlerinde bir tecrit rejimi var. Tecrit kırılmadan yeni anayasa tartışması meşru mudur? Bir torba yasayla infaz yasası çıkarılıyor, siyasilere dikkat edilmiyor, içeriğe çok bakılmıyor. Toplumsal olarak da bir bilinçlendirme olmadığı için bu yasa kolaylıkla geçti. Sonuçları cezaevlerine, ailelerimize ve topluma dönüyor” dedi.

‘Kadınlar olarak ağır hasta tutsaklara dair neler yapabiliriz?’

Bir ‘adli’ tutuklu kadınlar bir de ‘cemaat’ sebebiyle cezaevinde olan kadınlar olduğuna işaret eden Bedia Akkaya, “Bu kadınlar AKP ile yola çıktı. ‘Bizler için de bir şey yapın’ diyorlardı. Belki onlara dair de öneriler gelişebilir” dedi. Cezaevlerinde 672 ağır hasta tutsak olduğunu belirten Bedia Akkaya, “Tüm raporlara ve siyasi girişimlere rağmen bu hasta tutsakların artık cezaevlerinden tabutları çıkıyor. Kadınlar olarak ağır hasta tutsaklara dair neler yapabiliriz? Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın ağır tecrit altında tutulması demek, tüm cezaevlerine bunun yayılması demek. Aynı zamanda cezaevlerinden ailelerimize, topluma yayılan bir tecrit durumuyla karşı karşıyayız” diye konuştu.

‘Dışarıda tecrit olduğu söylemi içerideki tecridi normalleştiriyor’

DEM Parti Milletvekili Çiçek Otlu, ilk tutuklandığında örgütsüz bir genç olduğunu belirterek, “İlk işkencede ‘Burada Allah yoktur’ yazıyordu ama orada insanlık da yoktu” dedi. Çiçek Otlu, HDP’den belediye eş başkanları ve vekillerin tutuklanmasıyla herkesin gözünün birden hapishanelere döndüğü ve orada insanların olduğu gerçeğinin hatırlandığını ifade ederek şu değerlendirmelerde bulundu:

“İçeride ve dışarıda tecrit olduğu söylemi bence içerideki tecridi normalleştiriyor. İmralı’daki tecrit diğer bütün cezaevlerine ağırlaştırılmış tecrit olarak yansıdı. Renkler yasak, mektuplar geç gidiyor ve anı yakalayamıyorsunuz. İnsanları görmek için hastane, mahkemeye gitmeyi bekliyorsunuz. Dışarıda bir ağır baskı, zulüm var ama bunlar normalleşmemeli. İnanılmaz bir yoksulluk var. Adli tutuklular yoksulluktan dolayı doğum yapacakken geliyordu. İçeride de korkunç bir yoksulluk var. Aileler gelemesin diye ta diğer uçtaki şehre yolluyor. Mektubun ücretsiz olması için talepte bulunulmalı mesela. Kitap sınırlı, 10 kitap veriliyor size birçok yerde. Önceden kütüphanemiz vardı ve birlikte yaşamayı daha uygun buluyorduk. Yemekle uğraşmıyorsunuz, temiz su akmazdı, sıcak su akmazdı, su mücadelesi yüzünden infazı yananlar oldu. Hapishaneler erkeklere göre kurulmuş. Temsilciler erkek, muhataplar erkek. 19 Aralık katliamında kadın arkadaşları diri diri yaktılar. Direniş geleneğimizin çok daha güçlü anlatılması gerek.”

‘Unutulmamak bambaşka bir direniş gücü katıyor’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında İmralı’ya götürüldüğünde F tiplerinin kendilerine doğru geldiğinin fark edilemediğini söyleyen Çiçek Otlu, “Mutlak tecridin hapishanelerde nasıl ağırlaştırılmış tecride döneceği anlaşılamadı. İlk infaz yakmalarda ‘yatarız biz’ algısı oluştu. Vekiller ve toplum olarak her gün işlemeliyiz. Tutsak ailelerinin grevine ilgi o kadar az ki ilk bunu kırmalıyız. Türkiye ve Kürdistan hapishanelerinde deneyimler çok güçlü. Uluslararası bir dayanışma ağı güçlenmeli. Aydınlardan çok uzaklaştık, bu kanalları oluşturup arkadaşlara görev vermeliyiz. Avukatı olmadığı için aslında özgür kalabilecekken tutsak edilen öyle çok arkadaşımız var ki. Unutulmamak ve oradakilerin var olduğunu bilmek bambaşka bir direniş gücü katıyor.”

‘Bir arkadaşımız bir yıl içinde 12 defa gözaltına alındı’

Avukat Elif Tirenç İpek Ulaş ve Psikolog Jiyan Ay'ın moderatörlüğünde  “Hukuk ve Hak Savunuculuğu” başlığı altında, “Kadın siyasi mahpusların savunuculuğunda hukuki yollar, hak savunuculuğu ve etkili stratejiler” tartışıldı. İlk olarak söz alan Elif Tirenç İpek Ulaş, görünmeyen bir devlet şiddeti olduğuna dikkat çekti. Kadınların gözaltına alındığı andan itibaren kimliklerinden ve siyasi mahpus olmalarından kaynaklı şiddete maruz kaldıklarını söyleyen Elif Tirenç İpek Ulaş, şunları ifade etti:

“‘Devlettir yapar’ diyorduk ve gündemleştirmiyorduk. Ama bugün artık ihlallerini görünür kılıyoruz. Hak ihlalleri ve nelere maruz kaldığımız üzerinden raporlamalar da artık daha sık yapılıyor. Kadın ve politik kimliğimizden kaynaklı daha çok şiddete ve ihlale maruz kalıyoruz. DÖKH’ten bu yana devletin yargı tacizleri devam ediyor. Kürt kadınları bunu çok yaşıyor. 25 Kasım, 8 Mart, İstanbul Sözleşmesi’nden yargılanıyoruz, Türkiyeli kadınlar aynı şeylerden 2911’den yargılanırken Kürt kadınları ‘örgüt üyeliğinden’ yargılanıyor. Burada da ayrımcılığa maruz kalıyoruz. TJA’lı Kürt siyasetçi kadınlar çok fazla yargı tacizine maruz kalıyor. Ayla Akat bunlara örnek. Attığı her adım iddianameye dönüşmüş durumda. Yine bir arkadaşımız bir yıl içerisinde 12 defa gözaltına alındı, bunun dünyada örneği yoktur.”

‘Çıplak arama, cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddet çok yaygın’

Düşman ceza hukukuyla Kürt kadınlarına yaklaşıldığını belirten Elif Tirenç İpek Ulaş, “Gözaltında çıplak aramalar, cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddet çok yaygın. Tutuklandıktan sonra hak ihlalleri esas orada başlıyor. Tekrar çıplak arama, koğuş yönlendirmesi var, tecrit altına alınma, sağlık, eğitim, haberleşme hakkına erişimi kısıtlanıyor. Bir kişi tutuklu bile olsa maddi ve manevi varlığını geliştirme durumu yasada mevcut ama devlet manevi varlığı geliştirmeyi engelliyor.  İnfaz yakma mevzuları da çok gündemde, infazını dolduran kadın mahpuslar sudan sebeplerle uzatılıyor. Kadın siyasi mahpuslar iyi halden indirimi de artık uygulanmıyor. Bütün her şey Cezaevi Gözlem Kurullarının insafına bırakılmış durumda” diye kaydetti.

 ‘Annesiyle birlikte kalan çocuk sayısının 383’

Psikolog Jiyan Ay da cezaevlerinde bulunan 292 bin kişiden 12 bin 62’sinin kadın olduğunu aktardı. Türkiye’de annesiyle birlikte kalan çocuk sayısının 383 olduğunu belirten Jiyan Ay, şunları dile getirdi:

“Hapishanede kalan kadınların yaş ortalaması 18-43 arası. İşkence ve kötü muamele de birinci sırada. Tecrit konusunda şu an da vurgu yapmamız gereken en önemli şey S ve Y tipleri. Gittikçe sayıları artıyor. Türkiye’de var olan görüntülü görüşme hakkı siyasi mahpuslara uygulanmıyor. Çalışma hakları yok, hayatlarının sonuna kadar hapishanede kalıyorlar. Bazen iki haftada bir çıkarılıyorlar. Görüşe giden ailelerin de çıplak aramaya maruz kalması gibi sorunlar var. Tecride yönelik de çok şikayetler var. Kadınlar birçok ihtiyacını dahi karşılayamıyor, bir ped dahi almakta zorlandıkları zaman oluyor. Kelepçeli muayene ve ağız içi arama dayatılıyor. Kurumlara yaptığımız insan hakları başvurularına yanıt çok düşük 2012'den kalan emsal kararlar mevcut. İç hukuk sürelerinin tamamlanması gerekiyor ki AİHM’e taşınsın.”

‘Direniş formlarını geliştirmeyi unutuyoruz’

Ressam Sevinç Altan ve sanatçı Fatoş İrwen'in moderatörlüğünde “Sanatın Gücü” başlığı altında “Kadın siyasi mahpusların mücadelesini yaratıcı yollarla görünür kılmada sanatın gücü” konuşuldu. Atölyede konuşan Fatoş İrwen, şu deneyimlerini aktardı:

“Direniş formlarını geliştirmeyi unutuyoruz. Sahip olduğumuz beden sonsuz bir direniş alanına dönüşüyor. Hakikaten bir savaş alanıdır. Daha çok cezaevi tecrübelerim hep böyle yaratmak direnmek ve yaşam üzerinden ilerlemeye çalışıyorum. Kendime odaklı beden odaklı çevremdeki her materyali yaratarak çalıştım. Bunların içine arkadaşlarımın saçlarıydı, bir kuşun yumurtasıydı. Her sabah spor yaparken avluda yeni bir şey ile karşılaşırdık. ‘Kütüphanedeki kitapların boş sayfalarını kopararak desenler yapın’ dedim. Şimdi hangi yayınevine gidersem, ‘Her kitapta daha fazla boş sayfa yapın’ diyorum. Herkesin bir gün bu boş sayfalara ihtiyacı var.”

‘Sanat ve politik alanı birbiri ile nasıl oluşturabiliriz?’

Sevinç Altan ise, kolektif çalışmanın önemine dikkat çekerek, “İçerdeki insanların sesini dışardakilerle buluşturan imkanlar nelerdir?” diye sorarak, bu imkanların olması gerektiğini söyledi. En basit malzemeyle en az şeyle bir şey söylemeye çalıştığını belirten Sevinç Altan, “Sanat ve politik alanı birbiri ile nasıl oluşturabiliriz? Politik alanda inanılmaz yaratıcı işler yapılıyor ama aynı zamanda iktidar alanında da yaratıcılık var! Yaratıcılık artık endüstriyel alana dönmüş durumda. Küçük küçük düşünmek, sözünün netliği, ele ele vermek ve büyük büyük konuşmadan bunu yapmamız gerekir” dedi.