‘Semsûr’da insanlar göçe mecbur bırakılıyor’

Depremin ardından Semsûr’da dayanışma ile çalışmalarını sürdüren TJA'lı Gülistan Sönük, halkın topraklarından ayrılmak istemediğini ancak ayrılmak zorunda bırakıldığını belirterek, konteynır için herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini belirtti.

MEDİNE MAMEDOĞLU

Semsûr- Mereş merkezli iki büyük depremin ardından binlerce insanın, binaların enkazında kalarak yaşamını yitirdiği, neredeyse hasar almayan evin kalmadığı Semsûr kent merkezinde halk göç etmeye mecbur bırakılıyor. Depremin ilk günlerinde çadır bulamayıp, araçlarda uyuyan, günlerce aç ve susuz kalan yurttaşların bir kısmı çareyi batı illerine gitmekte bulurken, giden yurttaşların bir kısmı ise Semsûr’a geri dönüyor.

Kadınlar ilk günden bu yana alandaydı

İnsanların topraklarından ayrılmaması için depremin ilk gününden bu yana bütün imkânlarını seferber eden Tevgera Jinên Azad (TJA) kentteki çalışmaları devam ediyor. Mor dayanışma ile hijyen kitlerini kadınlara ulaştıran TJA, emek ve demokrasi örgütleri ile kurulan çadırda çalışmalarını yürütüyor.

Önümüzdeki günlerde çalışmalarını daha da sıklaştıracaklarını belirten TJA Aktivisti Gülistan Sönük, demografik yapının değişmemesi için bütün kesimlerin alanda olması gerektiğini ifade etti.

‘Dayanışma ile halkın ihtiyaçlarına cevap olduk’

Depremin ilk gününden bu yana kent merkezi ve köylerde halkla dayanışma içerisinde olduklarını aktaran Gülistan Sönük, ilk günlerde yaşanan gıda sorununun destek çağrısı ile biraz olsun hafiflediğini söyledi. Kentte hem barınma hem de hijyen sorunlarının halen güncelliğini koruduğunu belirten Gülistan Sönük, depremin ilk gününden bu yana yaptıkları çalışmaları şöyle özetledi:

“Biz TJA olarak depremin birinci gününden bu yana kentteyiz. İlk geldiğimiz günden bu yana, halk tarafından şehre gelen herkese bir tepki vardı. İnsanlar bizim devlet kurumundan geldiğimizi düşünüyorlardı ancak daha sonra gönüllü geldiğimizi öğrendiklerinde tepkileri dindi. İlk geldiğimiz gün kendi ellerimiz ile yaptığımız sıcak yemekleri dağıtmaya başladık. Tabaklarımız hiçbir şeyimiz yokken ilk elden bir sıcak yemek dağıtmaya başladık. Hemen akabinde yapılan çağrılar ile birlikte bize yardımlar gelmeye başladı. Ardından bir koordinasyon oluşturduk. Bu koordinasyon ile birlikte gelen yardımları ilk elden halka dağıtmaya başladık. Mobil araçlar ile de köylere yardımlar vermeye başladık.”

‘Yaratılmayan koşullar insanları göçe mecbur bırakıyor’

Gelen talepler üzerine gıdanın ardından barınma sorununa öncelik verip bir çadır kent inşa ettiklerini ifade eden Gülistan Sönük, çalışmalara rağmen kentte eksikliklerin devam ettiğine dikkati çekti. İnsanların kendi topraklarını bırakıp gitmek istemediğine işaret eden Gülistan Sönük, “İnsanların en temel sorunu barınma ve ısınma sorunu. Bizler yardım dağıtıp dayanışma içerisinde olduğumuz bütün insanlarla sohbet etme imkânı da bulduk. Konuştuğumuz herkesin söylediği ilk söz ‘buradan gitmek istemiyoruz’ oldu. İnsanlar burada kendi topraklarını kendi evlerini bırakmak istemiyor. Bu toprağın her karışında anıları ve geçmişleri var. İşte insanların ‘ama’sından sonra o ‘ama’da imkansızlıklar açığa çıkıyor. Yeteri derecede barınma, ısınma ve yiyecek ihtiyacı giderilmediği için insanlar burayı terk etmek zorunda kalıyor” şeklinde konuştu.

‘İmkânların neden sağlanmadığını çok iyi biliyoruz’

Devletin konteynır kentler inşa etme imkanın olduğuna vurgu yapan Gülistan Sönük, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kürdistan’ı boşaltma politikası yürütüldüğünü biliyoruz. Devletin şu anda buralara konteynır kentler kurma imkanı var. Bu imkânların sağlanmamasının nedenini de bizler çok iyi biliyoruz. Bu felaket bir ay iki ay sürecek bir durum değil belki aylar sürecek bir şey. Bizim daha önce ki Van depreminden de tecrübelerimiz var. Yıkımdan sonra kentin kendini toparlama sürecinin ne kadar olduğunu da biliyoruz. O yüzden çadırdan ziyade konteynırların oluşması lazım. İnsanlar temiz su ve tuvalet bulamıyor. Her alanda insanların yaşayacağı temiz alanlar oluşmalı. İnsanların topraklarını terk etmemesi için gereken her şey yapılmalı. Bu noktada herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini söyleyebiliriz.”