Newroz Uysal: Türkiye’nin iki yüzlülüğünü teşhir etmeliyiz

Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırılarının meşruluğunun olmadığını söyleyen HEDEP Şırnex Milletvekilli Newroz Uysal “Bu ikiyüzlülüğü teşhir edecek yöntemler bulmak gerekiyor” diyerek saldırılara karşı ortak ses çıkarılması gerektiğini belirtti

MEDİNE MAMEDOĞLU

Amed- Ankara’da İçişleri Bakanlığı’na dönük,1 Ekim'de gerçekleşen eylemin ardından Türkiye Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. 5 Ekim’den bu yana süren saldırılarda okul, hastane, baraj, su, elektrik, petrol istasyonu, gıda deposu gibi birçok hizmet binası hedef alındı. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin yaptığı son açıklamaya göre, Türkiye’nin saldırılarında 150’den fazla bölge hedef alındı, bu saldırılarda çok sayıda sivil, iç güvenlik güçleri ve QSD’li yaşamını yitirdi.

Saldırıların ilk olmadığını belirten Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Avukatlarından ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) Şırnex Milletvekilli Newroz Uysal ile bu saldırıların amacını ve Ortadoğu’da yürütülen savaş politikalarını konuştuk.

Saldırıların adım adım organize edildiğini ve herhangi bir tehdit oluşturmamasına rağmen Türkiye’nin “meşru müdafaa” gerekçesi ile bu saldırıları meşrulaştırmak istediğine dikkat çeken Newroz Uysal, “Rojava’da hem insanlık hem de savaş suçu işleniyor” diyerek savaş karşıtı bütün kesimlerin bu saldırılara ses çıkarması gerektiğini ifade etti.

*Rojava’da tamamen sivil halkın yaşadığı alanlara dönük saldırılar geliştiriliyor. Saldırıların arkasında neler var? Amaçlanan nedir?

Rojava’ya dönük yapılan saldırıları sadece bu bir hafta ile sınırlandıramayız. Kuzey Doğu Suriye ve Rojava’da devrimin başladığı günden bugüne kadar ortaya çıkan yeni yaşam ve statü Türkiye tarafından bir tehdit olarak algılandı. Buna dönük geçmiş dönemlerde oluşturulan Özerk Yönetim ve politik temsilcilerin, ‘Bizler Türkiye için bir tehdit değiliz’ açıklamasına rağmen Türkiye ilk andan itibaren orayı bir tehdit olarak görüp hem askeri hem de politik anlamda saldırılar gerçekleştirdi. Son yıllarda belli aralıklarla havadan birçok saldırı gerçekleşti. Öncesinde yapılan kara harekâtlarını ve yine Efrin ile Serekaniye işgallerini biliyoruz. Son bir haftada yaşananlarda Türkiye’nin siyasi ve askeri olarak almış olduğu geçmiş dönem kararlarından ayrı düşünemeyiz.

Özerk Yönetim’in açıklamasına rağmen Türkiye’nin Ankara’yı bahane ederek saldırmaya çalışması hem de Ortadoğu’da giderek yükselen bu savaşlara dair gizli bir plan yürütüldüğü birçok kesim tarafından öngörülüyor. Bu konuda Rojava’ya dönük saldırıların bütünsel bir politika olarak ilmek ilmek örüldüğünü söyleyebiliriz. Bu sadece Rojava ile sınırlı bir tutum değildir. Kürdistan’ın diğer parçalarında da bir ayaklanma var. Bunların yarattığı etki de ciddi anlamda yoğun. Yine Rojava’ya dönük saldırılardan bir gün sonra Gazze’de başlayan bu savaşın yaratmış olduğu bir tablo da var. Bu tek başına Türkiye siyaseti ile okuyabileceğimiz bir şey değil. Genel dünya siyasetinde Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşı yaşandığını biliyoruz. 2011-2012 yıllarından bu yana Ortadoğu’nun birçok ülkesinde ayaklanmalar, direnişler ve köklü değişimler yaşanıyor. Bunların içerisinde aynı zamanda Rojava’nın nasıl bir etki yaratacağının belirlenebileceği bir süreçte var. Her dönem kritik ve önemliydi. Ancak şu an hem Türkiye açısından hem de Ortadoğu açısından birçok etkenleri ve sonuçları olan bir süreci bizler hala canlı bir şekilde yaşıyoruz.

*Türkiye’de derinleşen ekonomik kriz, özgürlüklerin ihlali, fikir ve düşünce özgürlüğünün ortadan kaldırılması gibi ciddi toplumsal sorunlar söz konusu. İmralı’da ağırlaşan tecrit bugün tüm topluma sirayet etmiş durumda. Tecride dönük seslerde her yerden yükseliyor. Saldırıların zamanlamasının bu durumla bağı nedir?

Şu an Ortadoğu’nun yaşadığı kriz dünyada kapitalist sistemin yaşadığı krizden ayrı olarak değerlendirilemez. Kapitalistlerin Ortadoğu’da dizayn ettiği milliyetçilik, ulus-devletçilik ve din üzerinden ortaya çıkarmış olduğu mezhepçilik gibi kavramlar üzerinde Ortadoğu yüzyıllardır bir savaş alanı halindedir. Ortadoğu hiçbir zaman gerçek anlamda huzurun, barışın ve özgürlüğün hâkim olduğu bir topluluk halini alamadı. Kapitalist sistemin dünyada kendini var etmesi için en önemli nedenlerden biri de bu savaş alanının devam ettirilmesi. Ortadoğu’da çıkabilecek açmaz ve kriz hali, bu sisteme de bir itiraz anlamına gelmektedir. O nedenle Ortadoğu’nun belli bir sistemde durması kapitalist sistem için olmazsa olmazdır. Sayın Öcalan’ın ortaya çıkarmış olduğu bir arada yaşam paradigması ya da Demokratik Ulus Paradigması tam da bu kapitalist sistemin Ortadoğu’ya farz ettiği ulus-devletçilik yine mezhepçilik gibi durumların tam aksine bir çözüm üretiyor. Bu paradigma bu nedenle dünya sistemleri tarafından bir tehdit olarak görüldü. Bu kadar demokratik bir biçimde, bir arada yaşam pratiğinin her anlamda hayat bulduğu bir formun ısrarla kabul edilmeyip, statüye büründürülmemesinin nedeni de budur bu tehdit olgusudur. Bugün Rojava’da yaşanan saldırılara ve savaş haline bu nedenle bir tepki gösterilmiyor. Bu durum tek başına Suriye’nin bir meselesi olsaydı çok daha rahat bir biçimde çözülecekti. Ancak Rojava’nın iddia ettiği yaşam ve ortaya koyduğu pratik hem Türkiye hem de Ortadoğu’daki despot ülkeler için birer tehdit olarak görülüyor. Bu tehdidi kabul edecek belli bir noktaya çekme siyaseti de devam etmektedir. Bu nedenle çok yönlü bir etkiden bahsedebiliriz.

Yürütülen siyaset tecritten bağımsız değil

Türkiye’nin çerisinde bulunduğu ekonomik kriz, ekolojik kriz yine yönetememe krizinin olduğu bir dönemde bütçenin halkın ihtiyaçlarına, emeğine harcanabilecekken savaşa harcanmasının bu devlet açısından kabul edilebilir tek yanı bir düşman, düşmanla savaş kavramı üzerinden açıklanabilir. Türkiye Rojava’ya saldırırken sadece Kürt düşmanlığı üzerinden değil aynı zamanda kendi iç siyasetinin dinamiğini de domine etme aracı olarak görerek saldırıyor. Bu savaş ve milliyetçilik ne kadar körüklenirse, insanlar da hayatının her alanına dokunan iç politikalardan o kadar uzaklaşacaktır. Bugün televizyonlara baktığımızda her alanda var olan saldırıların abartılıp bir düşman kavramının oluşturulduğu ve milliyetçiliğin körüklendiği görüyoruz. Bu fikir ve beka sorunu açıklamalarına karşı baktığımızda, Özerk Yönetim’in Türkiye’yi tehdit ettiği tek bir açıklama veya saldırı yok. Onların da buna vereceği cevapları yok. Bu sisteme göre fiili olarak bir saldırı yaşanmasa bile orada ortaya çıkan yaşam formunun kendisi bir tehdittir.

Türkiye’nin kendini konumlandırma biçimi hem uluslararası sistem ve siyasette bunun bir parçası, hem de aynı zamanda iç siyasetin var olacak toplumsal tepkileri dizginleyebilecek ideolojik bir manevra alanı olarak görmektedir. Bunu böyle okur, böyle görürken uluslararası sistemin Ortadoğu’daki siyasetini konuşurken, Sayın Abdullah Öcalan’ın kendisini, içerisinde bulunduğu tecrit koşullarını es geçemeyiz. Bu sistem ne kadar Rojava’ya dönük bir siyaset üretiyorsa aynı zamanda Sayın Öcalan üzerindeki tecrit siyasetini de sürdürerek bunu 25 yıldır yürütüyor.

*Saldırılarda halkın yaşam alanları hedef alındı. Uluslararası düzeyde bu suçların yaptırımı nelerdir? Herhangi bir yargılama söz konusu olur mu?

Bu soruyu çok geniş bir şekilde ve ayrı ayrı ele almak gerekiyor. Savaşı gören bu dünya savaşların hukukunu artık yaratmaya başlamıştır. Bunları oluştururken bir savaş hali varsa, uluslararası hukuka göre bu savaşın meşruiyeti kabul ediliyorsa, savaşma halinde savaşan tarafların birbirini hedef alması ama sivil alanlara dokunmamasına dönük sözleşme, ilke ve kurallar vardır. Bunların kimisi Birleşmiş Milletler kimisi Avrupa Konseyi’nde yer alıyor. Bu noktada ortaya çıkan birçok statü ve sözleşme söz konusu. Bunu tartışabilmemiz için öncelikle şunu sormak lazım; Türkiye Rojava’ya saldırırken meşru ve haklı mıdır?

Uluslararası sözleşmeler bu saldırıya ne kadar izin vermiştir? Şu an Türkiye Rojava’ya saldırırken sözleşmelerde yer alan meşru müdafaa maddelerini kendine gerekçe gösteriyor. Ama bu gerekçenin pratikte olan bir durumu yok, çünkü ortada Türkiye’yi tehdit edecek bir saldırı yok. Türkiye’nin yürütmüş olduğu bu savaşın meşruiyeti söz konusu değildir. Uluslararası sözleşmeler bir ülkeye kendi sınırlarından çıkıp diğer ülkenin sınırına girip, orayı asimile edip kendi şehri olarak görme hakkı vermiyor. Biz bu örneklerin en somut halini Efrin’de gördük.

Hem savaş hem de insanlık suçu işleniyor

Bu durum hem teknik hem de hukuki olarak böyledir. Türkiye’nin tek başına yapmış olduğu savaşın sivil alanı ve ana kaynakları hedeflemesi hali hukuken savaş suçları arasında yer alıyor. Bu insanlığa karşı bir suçtur ve her alanda öyledir. Bugün Suriye’de çözüm ve barış arayışlarında bulunan birçok platform kuruldu. Bu noktada saldırılarda sivillerin hedef alınması hem savaş suçu hem de özüne bakıldığında insanlığa yönelik ağır savaş suçu kapsamına girmektedir. Anlık değil genel açıdan bakıldığında da bu durum böyledir.  Bunların tamamına baktığımızda Türkiye’nin işlemiş olduğu bu savaş suçları belgeli mi, belgeli. Hatta dünyanın gözü önünde yapılıyor. Türkiye’de bunu saklayarak değil aksine bilerek yapıyor ve bu durumu ısrarla meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu haliyle Türkiye’yi yargılayabilecek bir irade beklenir mi, hayır.

*Son olarak bu savaş ısrarı ve saldırılara karşı hem Türkiye hem de uluslararası arenaya bir çağrınız olur mu? 

Türkiye’deki insanların da bu durumu açıktan teşhir edip, Kürt halkının özgürlüğü için ve demokrasi için mücadele eden siyasi partilerin de bu savaş yürütücülüğüne açıktan karşı çıkıp, sesini yükseltmesi gerekiyor. Türkiye’de Ortadoğu’da kendine barış rolü yüklerken, Rojava’da savaşan taraf olduğunu ve açıktan ikiyüzlülüğünü teşhir edebilecek yol, yöntemler bulmamız lazım. Bununla ilgili bizler birçok çalışma yaptık. Bu çalışmalarımız da hala devam ediyor. Barış ve çözüm yanlısı olan siyaset bu savaşı sonlandırabilir. Türkiye bu saldırılarla sadece dışarıyı değil iç siyaseti de etkilemektedir. Belki Kobane ruhu, belki ortaya çıkabilecek bir serhıldan ve bir ses bu saldırı siyasetine etki eder. Bundan çok önce 2019 sürecine dair Sayın Öcalan’ın bir belirlemesi vardı. ‘Artık Rojava Türkiye’nin iç meselesi kadar, Türkiye’nin politikasını belirleyebilecek bir etkiye sahiptir. Ancak Türkiye bilmelidir ki, Rojava onun için bir tehdit ya da tehlike değildir. Çünkü Kürtler bulunduğu coğrafyada her zaman demokratik ve onurlu bir barıştan yana olmuştur’ bu gerçeklik ortadayken aksini savunup, terörize etmek ve bu kılıf üzerinden savaşı meşrulaştırmayı bizler kabul etmeyiz. Uluslararası kamuoyunun da kabul etmemesi yönünde mücadele etmeye devam edeceğiz.