Newroz ateşini direnişle harlayan kadınlar-2

Kürdistan’da serhıldanlara dönüşen Newroz, kadın direnişleriyle yeni anlamlar kazandı. “Newroz oldum, Mazlum oldum” diyen direnişçiler bugünlere büyük özgürlük mirası bıraktı.

DELAL SARI

Haber Merkezi- Kürt halkı açısından direnişin, başkaldırının yükseltildiği gün olan Newroz, her yıl 4 parça Kürdistan ve dünyanın birçok ülkesinde yakılan ateşlerle kutlanarak, özgürlük sözleri yenileniyor. Dün yayınladığımız dosyamızda bedenleri ile Newroz ateşini harlayıp, mücadeleyi büyüten, Zekiye Alkan, Rahşan Demirel’e yer vermiştik, dosyanın ikinci bölümüne Bedriye Taş (Ronahi), Nilgün Yıldırım (Berivan), Binevş Agal (Berivan), Sema Yüce, Elefteria Fortulaki’nin mücadelelerini işleyeceğiz.

“Newroz oldum, Mazlum oldum” diyen direnişçi Kürt kadınları eylemleri ile bugün yaratılan kadın özgürlükçü devrim ve mücadeleye miras bırakırlar.

Ronahi ve Berivan eylemi yurt dışında yankılandı

Direnen kadınlardan Ronahi (Bedriye Taş) ve Berivan (Nilgün Yıldırım) aynı eylemde buluştu. Ronahi, 1972 yılında Mereş'ın Elbîstan ilçesinde dünyaya gelir. Yurtsever bir ailenin kızı olan Ronahi, 1979 yılında ailesiyle birlikte İsviçre'ye göç eder. Ailenin en küçük çocuğu olan Rohani, İsviçre'de üç erkek kardeşiyle birlikte bir müzik grubu oluşturur. Kürt özgürlük mücadelesini anlatan şarkılar seslendiren kardeşler, babalarının vefatından sonra müzik grubu çalışmasına son verir.

Kara kalem çalışmalarına doğa ve kız çocukları yansır

Kara kalem çalışmaları da yapan Ronahi’nin çizimlerine hep kız çocukları ile doğa resimleri yansır. Özgürlük mücadelesine katılmaya karar veren Rohani’nin, önce gençlik çalışmalarına ardından aldığı 20 günlük bir eğitim devresinden sonra basın faaliyetlerine düzenlenmesi yapılır. Bir süre basın çalışması yürüttükten sonra kadın örgütleme çalışmalarına geçen Ronahi’nin, kadınları örgütlemek için yoğun çabaları olur. Elif Ronahi, çalışmalara katıldığı ilk dönemden itibaren tanıdığı Ronahi'yi şu sözlerle tanımlar: “Ronahi çalışmalara ilk dahil olduğu zamanı ‘Mücadelede ben ne yapabilirim’ sorgulaması içerisine girdi. 'Bir kadın nasıl olmalıdır' sorusuna yoğunlaşıyordu. Kadın özgürlük arayışı çok güçlüydü"

Ronahi ve Berivan aynı eğitim devresindeydi

Ronahi ve Berivan'ın temel eğitim devresinde birlikte olur. Bu eğitimlerinin ardından Ronahi Manheim'daki kadın çalışmalarında, Berivan ise Frankfurt'aki çalışmalarda yer alır. Elif Ronahi, beraber katıldıkları konferansta Ronahi ve Bêrivan’ın kendisini çağırıp tartışmak istediklerini aktararak, şu bilgileri verdi:

“1994'ün Ocak ayıydı. Tartıştık, 'karar aldık dağa gitmek istiyoruz. Önce Önderlik Sahasına sonra ülkeye gitmek istiyoruz’ dediler. Ronahi 'Avrupa beni tatmin etmiyor, Avrupa'da kadın çalışmaları da diğerleri de beni tatmin etmez. Ben ancak dağa gidersem kendimi daha güçlü katabilirim. Önderliğin birçok perspektifi var, Avrupa kitlesine çağrı yapıyor, bizim de cevap olmamız gerekiyor' dedi. Bu önerilerini kabul etmedik ama her ikisi de ikna olmadı. Çünkü Ronahi ve Bêrivan içi içine sığmayan insanlardı, arayışları vardı. Konferansa ara verdiğimizde ikisi gidip saatlerce tartışırlardı. Tartışmalarının farklı olduğunu hissediyordum, ama ne olduğunu tam bilemiyordum"

Bedenlerini ateşe veren Ronahi ve Berivan ‘Newroz Şehitleri’ ilan edildi

22 Mart 1993 tarihinde Almanya’nın Mannheim kentinde gerçekleştirdikleri eylemle bedenlerini ateşe veren Ronahi ve Berivan, 'Newroz Şehitleri' olarak ilan edilir. Eylemleri hem Kürdistan'da hem de Almanya'da büyük bir etki yaratır. Alman devleti cenaze törenine katılanları engellemek ister. Şiddet uygulayan polis, onlarca kişiyi gözaltına alır. Binlerce kişi polisin engellemesini aşarak büyük bir cenaze töreni ile Ronahi ve Berivan'ı uğurlar.

Eylemlerinin amacını bıraktıkları mektupta yazdılar

Ronahi ve Berivan'ın eylemi yapmadan önce birlikte kaleme aldıkları mektup şöyle: "Alman devleti son aylarda düşmanlığını açık açık ilan etmiştir. Derneklerimiz kapatılmış, ulusal renklerimiz, ulusal bayraklarımız gasp edilmiş, onlarca yurtseverimiz tutuklanmış, gözaltına alınmıştır. Almanya, Türk ırkçılarının peşinden gitmektedir. Demirel-Çiller-Güreş kliğinin ya bitecek ya bitecek sözlerini ellerini ovuşturarak desteklemekte, kirli savaşın sürmesi ve Kürt halkının imha edilmesi için her türlü desteği sunmaktadır. Kürdistan'daki katliamlar, Almanya'nın verdiği silahlarla gerçekleşmektedir. Son olarak 1994 Newroz yürüyüşünde Almanya'nın çeşitli kentlerinde Kürt yurtseverlerine Hitler'i geride bırakacak uygulamaların gerçekleştirilmiş olması, bizim için bardağı taşıran son damla olmuştur.”

‘Yaktığımız özgürlük ateşi, daha büyük ateşlerin yanmasına neden olacaktır’

Cizre'de, Şirnak'ta, Diyarbakır'da uygulanan vahşette Alman devletinin çok büyük sorumluluğunun olduğunu anlattıkları mektubun devamında şu değerlendirmeler yer alır:

“Alman devleti bu yaptıklarıyla insanlık suçu işlemiştir ve bunun hesabını mutlaka verecektir. Diyarbakır zindanlarında üç kibrit çöpüyle Kürt halkına çıkış yolu gösteren Mazlum Doğan'ı, bu anlamlı çıkışa bedenlerini tutuşturarak cevap veren Ferhat'ları, Newroz, Newroz ateşi yakılarak kutlanır diyen ve Diyarbakır surlarında bedenini tutuşturan Zekiye Alkan'ları, özgürlük mücadelesinin neferleri olarak saygı ve minnetle anıyoruz. Onlardan devraldığımız bayrağın burçlara dikileceğinin çok yakın olduğunu görüyoruz. 'Ateşi söndürmeyin' diyen Necmi'lerin yolundan kendi özgür irademizle giriyoruz. Emperyalizme ve sömürgeciliğe en büyük yanıt, bedenleri tutuşturularak verilir. Dün akşam İçişleri Bakanı Manfred Kanther'in 'Bundan sonra PKK'ye karşı tavrımız çok daha sert olacaktır.  PKKliler şunu anlamalılar ki, her yerde serbest hareket edemezler' sözleri, kararımıza bizi bir adım daha yaklaştırdı. Biz biliyor ve inanıyoruz ki, yaktığımız özgürlük ateşi, daha büyük ateşlerin yanmasına neden olacaktır. Bedenlerimiz, düşüncelerimiz Kürt halkına ve bütün insanlığa armağan olsun."

‘Hedefimiz insani bir yaşam’

Ronahi yalnız yazdığı mektubu ise şöyle: "Newroz'unuzu candan kutlarken, hedefimiz olan insani bir yaşam için, sizlerin daha çok direnmeniz gerektiğini Parti Önderliğimizin de vurguladığı gibi kendimizden çok az da olsa başlatıyoruz ve sizlere devretmek istiyoruz. Özellikle Avrupa'daki halkımızın da Parti Önderliğimizin belirttiği gibi, devrimi Kürdistan'a taşırmaları vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Bu temelde kadınlarımıza da böylesi büyük görevler düştüğünden dolayı, tam ayakta durmalarını, Parti Önderliğimizin de yol göstericiliği ile becerebilmelidirler. Sizlere, yüce halkımıza içten inanıyoruz ve güvenimiz sonsuzdur."

‘Eğer özgürlük bu kadar kolay olsaydı Berivan ve Ronahi kendilerini yakmazlardı’

Bıraktıkları mektupları ve eylemlerini değerlendiren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Ronahi ve Berivan için “ateşin sırrına erenler” tanımını yapar. Abdullah Öcalan’ın değerlendirmesinin bir kısmında şu ifadeler yer alır:

“Berivan (Nilgün Yıldırım) ve Ronahi (Bedriye Taş) yoldaşlar, bu Kürdistan kızları, anlamlı mektuplar bırakmışlar. Ben bazı röportajlarına da tanık olmuştum. Yine herhalde epeyce mektupları, bazı değerlendirmeleri ve raporları da vardır. Bazılarını ben de gördüm. Eğer özgürlük bu kadar kolay olsaydı Berivan ve Ronahi kendilerini yakmazlardı. Bu arkadaşlar anlamı hayli büyük olan mektuplar bırakmış oluyorlar. Büyük saygı duymamak, gerçekten mümkün değil. Oldukça bilinçli ve çarpıcı değerlendirmeleriyle dolu dolu yaşadıkları anlaşılıyor.”

Sema Yüce üniversiteyi bırakarak PKK’ye katılır

Sema Yüce (Serhildan-Leyla)1971 yılında Agirî'nin Tutax İlçesi Aşağı Kargalı köyünde doğar. Ailesi Ağrı isyanına katılmıştır. Sema'nın kişiliğinin oluşmasında medrese eğitim alan ve Kürdistani entelektüel yönleri güçlü olan dedesi etkili olur. Ailede ona Leyla Qasım diye hitap edilir. Üniversiteye kadar Ağrı'da okuyan Sema Yüce, 1989 yılında ODTÜ Sosyoloji bölümünü kazanması üzerine Ankara'ya gider. Sema Yüce, burada yurtsever öğrencilerle tanışır ve YCK gençlik çalışmalarında yer alır. 1991 yılında üniversiteyi bırakarak PKK'ye katılır.

Cezaevinde kaldığı sürece her bir kadın arkadaşıyla ayrı ayrı ilgilenir

İlk çalışma sahası olan Mardin bölgesinden daha sonra Bekaa Vadisi'ne PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın yanına gider. Burada bir süre eğitim gören Sema Yüce kısa bir süre sonra Serhat alanında çalışmalara başlar. 1992 yılında bir ihbar sonucu gözaltına alınan Sema Yüce, tutuklanır. Cezaevinde kaldığı süre boyunca kadın bilinci ve özgülük bilinci üzerine derinleşmesi dikkat çeker. Cezaevinde her bir kadın arkadaşıyla ayrı ayrı ilgilenen Sema Yüce, kendisiyle birlikte onları da cins bilinci edindirmeye çalışır. Çanakkale Cezaevi'nde sorumlulardan biri olan Sema Yüce, aynı cezaevinde kalan tasfiyeci çizgi ile mücadele eder.

‘Bedenimi 8 Mart’a köprü yapmak istiyorum’

Sema Yüce, Çanakkale Cezaevi'nde 21 Mart 1998 tarihinde Newroz akşamı “Bedenimi 8 Mart’tan 21 Mart’a köprü yapmak istiyorum” diyerek bedenini ateşe verir. Eylemi sonrası İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 80 gün tedavi gören Sema Yüce, tedavi sırasında 17 Haziran’da yaşamını yitirir. Hastanede yaşamını yitirmeden önce son sözü “Ben Newroz oldum, Mazlum oldum” olur.  Sema Yüce’nin eylemi Kürt kadın hareketi için bir sıçrama noktası olur. Arkasında bıraktığı mektuplarda, şu satırlar yer alır:

"Nasıl ki gökyüzünde iki güneş yoksa ve olmayacaksa, bir insan için, özgürleşmek isteyen bir kadın için, iki yaşam seçeneği, iki moral merkezi olamaz. Bu satırları yazdığım an kendimde düşünsel, moral ve yaşamsal açıdan Başkan Apo'yu tek merkez haline getirdiğim, kendimdeki tüm iç engelleri aştığım An'dır. Özgürlük hepimiz içindir ve özgürlüğe adım adım ulaşılabiliriz."

‘Yüreğin görmesi önemlidir’

Aynı dönemde Çanakkale Cezaevi’nde kalan Hediye Aksoy, Sema Yüce ile 1 Aralık 1995 tarihinde tanıştığını anlatır. Hediye Aksoy, Sema Yüce’yi şu sözlerle anlatır:

"Sosyal olarak ilişkileri müthişti, etrafını tamamlayabilen bir kadındı. Mesela ben Çanakkale'ye giderken okuma yazma bilmeyen, Sema'nın durduğu yerden çok çok geri bir noktadaydım. Ve büyük bir emekle bana yaklaştığını gördüm. Hep şunu diyordu bana, 'Hediye heval zorluklar olabilir ki kolay bir hayat bir devrimcinin seçemeyeceği bir şeydir. Bir devrimci her zaman zoru başarabilmelidir, zoru aşabilmelidir'. Bu şekilde bana yaklaşıyordu. İdeolojik olarak da, politik olarak da bir çaba bir diyalog içerisindeydi. Bana, 'Senin gözlerinin görmemesi önemli değil yüreğinin görmesi önemlidir' diyordu. Sema'nın bu yaklaşımını kendim için bir hayat felsefesi olarak belirledim. Gözün görmesi güzel bir şey ama yüreğin görmesi çok daha güzeldir. Onunla yaşayabilmek, onunla hayatı hissedebilmek, yoldaşları duyumsayabilmek çok daha güzel bir şeydir. Sema'nın benle kurduğu diyaloglarından ve Sema'nın yaşamdaki duruşundan bunları öğrendim. Mesela bir gün bana kitap okuyordu, kitabı okurken bir yerde durdu ve bana sordu 'Nerede kalmışız' diye, ben heyecandan duraksadım ve bana dedi ki 'Evet heyecan güzel bir şey ama heyecanın seni kendine tutsak etmemesi gerekiyor, seni kendine kapatmaması gerekiyor. Eğer bu heyecan senin önünü tıkıyorsa o heyecanı atmalısın onu aşmalısın'. Yani Sema sana verdiğini senin zihninde diri olmasını istiyordu."

‘Hayatı gürül gürül akan bir kadındı’

Sema Yüce’nin durağan bir hayatının olmadığını söyleyen Hediye Aksoy, "Yaşama gürül gürül akan bir kadındı” der.  Hediye Aksoy, 1998'in 8 Mart’ında bir tartışmasında Sema Yüce’nin şu sözleri söylediğini hatırlatır: “Kadının kurtuluş ideolojisi, kadının kendi küllerinden yaratacak bir ideolojidir. Kadının bu ideoloji ile var olması ve bu ideolojiye tutulması ve onunla özgür yaşamı var etmesi çok önemlidir.”

‘Sema olmamalıydı Sema yaşamalıydı’

Hediye Aksoy, Sema Yüce’nin eylemini gerçekleştirdiği güne dair ise şunları aktarır: “21 Mart'ın heyecanı coşkusu her arkadaşta dorukta yaşanıyordu. Havalandırmada yaptık kutlamayı, ateş yaktık, ateşten atladık. Eylemini yapacağını kimseye hissettirmedi. Hep halayın başını çekti en ufak bir belirti bile göstermedi. Hepimiz ateşten atlarken o atlamadı. Bu ateşi ‘kendi bedenimle tutuşturacağım’ düşüncesi vardı demek ki. Akşam her şey bittikten sonra herkes yorgundu herkes yataklarına geçti, ancak Sema Heval yatmadı. Kendi masasında oturuyordu yine. Bana her zaman Xalé Heso diye takılıyordu. Yine bana 'Xale Heso yatacak mısın' dedi. Ben de evet dedim. Ranzama geçtim uyudum o hala çalışıyordu. Saat sabahın 5'iydi. Gece uykudan çığlıkla uyandık, herkeste Sema diye bağırıyordu. Ben de göremediğimden koşamadım onlar gibi. Ayaklarım tutuldu ve içimden 'Hayır hayır olmamalı, Sema olamaz, Sema bunu yapmamalı yapmamıştır' diyordum. Duyduğum seslere inanmak istemiyordum, slogan sesleri geliyor. Herkes Sema'ya doğru koştuğu için ben de sesleri takip edip o yöne koşuyordum. Herkes orada toplanmış, işte Sema Heval kendini yakmış. O an ki duygular nasıl anlatılır bilemiyorum. Ben de diyordum ki hangimiz olsaydı olurdu ama Sema olmamalıydı, Sema yaşamalıydı. Sema'nın bize, hayata, etrafına daha öğretecek çok şeyi vardı. Ben hala da kabullenemedim.”

‘Görememenin en büyük acısını o gün yaşadım’

Sema Yüce’nin ateşi söndürmesinler diye kapılı kilitlediğini anlatan Hediye Aksoy, şöyle devam etti: “Ateşi söndürmesinler diye kapıyı kilitlemişti. Herkesi çağırdılar görevliler geldi kapıyı kırmaya çalıştılar. Kapıyı kırıp Sema'yı çıkardılar. Yanmıştı battaniyeye sardılar. Hayatım boyunca görememenin en büyük acısını o gün yaşadım. Ne olup bittiğini sadece seslerle algılayabiliyor, öğrenmeye çalışıyordum. Sema 'niye ateşi söndürdünüz söndürmeyin, ateşi söndürmek ihanettir. Ben söndürmeniz için bu ateşi yakmadım' dedi. Onu hastaneye götürmeye çalışıyorlardı koridorda götürürken elleri yanmıştı, beyaz olmuştu ve Sema ellerine bakıp 'Benim ellerim kuşun kanadına benziyor' dedi, en son bunu duydum ondan..."  Sema Yüce duygularını, yazdığı bir şiirde şu şekilde dile getirir:

Ben bu gün doğdum

Tam yedi yüz otuz gün önce 1 Nisan 91'de

İlk nefesimi Amed'de aldım Mardin kapı burçlarında

Ebemin adına Zekiye Alkan dediler

Buram buram memleket kokuyordu

Yanık memesi

Anam acı çekmesin sancıları artmasın diye

Yunanistanlı Elefteria Fortulaki Kürtlere yönelik zulme karşı bedenini ateşe verir

Kürt kadınların özgürlük direnişi Yunanistanlı Elefteria Fortulaki’da da yankısını bulur. 23 yaşındaki Elefteria Fortulaki, Yunanistan’ın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen komplodaki rolüne ve Kürtlerin maruz kaldığı zulme karşı 24 Mart 2006 tarihinde Yunanistan'ın başkenti Atina’daki Aios Agios Milanos Kilisesi’nin bahçesinde bedenini ateşe verir. Yaralı olarak Kat Hastanesi’ne kaldırılan Elefteria Fortulaki, tedavi gördüğü hastanenin yoğun bakım servisinde 27 Mart 2006 tarihinde yaşamını yitirir.

‘Kürdistan’ı da kendi yurdum gibi seviyorum’

Yunanca’da “özgürlük” anlamına gelen Elefteria, eylemi gerçekleştirdiğinde evli ve iki çocuğu vardı. En büyük çocuğu olan oğlu Ernesto 23 aylık, kızı Clara ise henüz 13 aylıktı. Elefteria Fortulaki eylem öncesinde yazdığı mektupta şu sözleri yer alır:

“Değerli çocuklarım, güzel kızım ve oğlum, arkadaşım Şiwan, anne ve babacığım, dostlarım, bu eylem yerini seçmemin nedeni; heval Rohat da bundan birkaç yıl önce bedenini burada ateşe vermişti. Annem bana Yunanistan’ı sevmediğimi, bu yüzden Kürtçe konuştuğumu söylüyor. Anneciğim ben Yunanistan'ı seviyorum, burası benim memleketim. Kürdistan’ı da kendi yurdum gibi seviyorum. Ben Yunan dilini çok seviyorum ama ben Kürtçeyi de anadilim gibi seviyorum. Anne, anneciğim, halkların kardeşliği çok güzel bir şeydir. Kürt halkı halkların kardeşliği için mücadele ediyorlar. Kürtler anadilleri ve eğitim hakkını istiyor. İnsan gibi yaşamak istiyorlar. Bu nedenle anneciğim Kürdistan’ı dört parçaya bölen güçler, Kürtleri öldürüyorlar. Üniversite’de Yunan dili ve eğitimi var. Bizim devletimiz de var. Ama Kürtlerin yok. Çocuklarımız iki dili öğrenmeli, anneleri Yunan, babaları Kürt’tür. Yüzde elli Yunan, yüzde elli Kürt’tür. Biliyorum bu eylemim iyi bir eylem tarzı değil. Tüm Kürdistan ve Ortadoğu şehitlerine selam. Bu yıl Newroz’u kutluyorum ama biraz geç, Zekiye Alkan gibi, Sema Yüce gibi, Ronahi, Berivan ve Rahşan Demirel gibi ve diğer yüce eylemlerde bulunanlar gibi. Kararlılıkları Kürt halkı ve Kürdistan’ı yüceltti. Kürtlerin tarihini büyüttü. Şehit aileleri ve Barış annelerinin ellerinden öpüyorum.”

Bitti…