Halide Hüseyin: Savaştan sonra Filistinli kadınları ikili bir mücadele bekliyor

Savaştan sona Filistinli kadınların ikili bir mücadeleyle karşı karşıya kalacağını belirten Halide Hüseyin,“Ulusal mücadelenin ortaklarıdırlar ama aynı zamanda siyasi ve ulusal karar alma süreçlerine katılma hakları için de mücadele etmeleri gerekir” dedi

MALVA MUHAMMED

Haber Merkezi- Gazze’de ateşkes çağrılarının yoğunlaştığı bu kritik dönemde, Filistinli kadınlar bombalama anından daha az tehlikeli olmayan yeni bir mücadele aşamasına adım atıyor. Ateşkes, insani bir gereklilik olsa da, bölge halkı için acıların sonu değil; zorluklarla dolu yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor.

Filistinli aktivist Halide Hüseyin ile gerçekleştirdiğimiz bu özel röportajda, savaşın Gazze sakinlerinin toplumsal ve psikolojik yapısı üzerindeki kümülatif etkileri ve kadınların bu zorlu deneyimleri belgelemedeki hayati rolüne odaklandık.

*Gazze’de yaşanan savaş ve sürekli çatışmalar, Filistin toplumunu nasıl etkiledi? Bu dönemde Gazze halkının toplumsal ve psikolojik yapısında ne gibi değişiklikler oldu?

Şüphesiz, Gazze Şeridi’nde yaşananlar sadece konvansiyonel bir savaş değildir; İsrail işgalinin uluslararası hukukun tanıdığı her türlü suçu kullanarak işlediği karanlık bir soykırım sayfasıdır. Bu savaş, tarif sınırlarını aşmış, vahşeti kelimelerle anlatılamayacak bir boyuta ulaşmıştır. Öldürme ve yıkım araçlarını acımasızca kullanmış, doğrudan sivilleri hedef almış, yaklaşık 67 bin şehit, 170 binden fazla yaralı ve 10 binden fazla kayıp vermiştir. Bu eşi benzeri görülmemiş katliamlar, halkımız ve Filistin davası için yıkıcı bir kaybı temsil etmektedir. Aynı zamanda, küresel bilinci yeniden şekillendirmiş ve işgalin gerçek yüzünü dünya halklarına göstermiştir.

Bu suçlar, işgalin giderek artan uluslararası izolasyonuna yol açmış ve dünya çapında kitlesel öfke ile dayanışma devrimlerinin dalgaları şeklinde tezahür etmiştir. Bu devrimler, imha savaşına son verilmesini, İsrail’in geri çekilmesini ve kuşatma altındaki şeride insani yardım ulaştırılmasını talep etmektedir. Gazze’de yaşananlar sadece bir savaş değil; aynı zamanda insan vicdanının ahlaki bir sınavıdır. Çünkü işgal, uluslararası hukuk ve normları açıkça ihlal ederek, insanlara karşı açlık taktikleri kullanmaktan çekinmemiştir. Dolayısıyla, bu iğrenç savaşı durdurmak, kuşatmayı sona erdirmek ve sivillere yardım sağlamak artık yalnızca siyasi bir talep değil; derhal karşılanması gereken acil bir insani yardım çağrısıdır.

Gazze Şeridi’nde yaşanan bu acımasız savaşta hayatını kaybedenlerin yüzde 70’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Bu oran, insani felaketin boyutunu ve kadınlar ile çocukların maruz kaldığı korkunç sonuçları açıkça ortaya koyuyor. Saldırılar sırasında birçok kadın, bombardıman ve kuşatma yüzünden barınaklarını kaybetti; sağlık merkezleri ve barınma alanları yıkıldı; çocuklarının temel ihtiyaçları olan yiyecek ve suyu sağlamakta büyük zorluk yaşadı. En acısı ise annelerin, çocuklarının açlıktan ya da bombaların enkazı altında hayatını kaybedişine tanıklık etmek zorunda kalmasıdır. Bu trajedinin merkezinde, en temel sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılan, halka açık parklarda, mülteci kamplarında ve sokaklarda, tıbbi destek olmadan doğum yapmak zorunda kalan ve birçok kez doğum sırasında hayatını kaybeden 50 binden fazla hamile kadın bulunuyor.

Bu acıya rağmen, bazı kadınlar enkaz altında şehit düştü, ancak çocukları sanki Filistinlilerin yaşamı tüm soykırım girişimlerine rağmen devam edip kendini yeniliyormuş gibi canlı doğdu. Ayrıca mülteci kamplarında yaşayan kadınlar, en temel mahremiyetlerini bile kaybederek dayanılması güç koşullar altında hayatlarını sürdürüyorlar. Birçok kadının çocuklarını kaybettiği katliamlara ek olarak, diğerleri kaçırılma, zorla kaybetme ve bilinmeyen koşullar altında gözaltına alınma gibi durumlara maruz kaldı. Birçok kadın mahkûmun kaderi ise bugüne kadar bilinmiyor. Bu ihlaller, Filistinli kadınların çektiği acıların bir başka boyutunu temsil ediyor.

*Bölgedeki siyasi normalleşme dalgası ve bazı hükümetlerin Filistin davasına yönelik tutumlarındaki değişiklikler durumu nasıl etkiledi? Bu gelişmeler, siyasi ve sahadaki aktörlerin önceliklerini yeniden şekillendirdi mi?

"Siyasi aktörler" terimi halk hareketlerine dahil olanları ifade ediyorsa hem uluslararası alanda hem de bazı Arap ülkelerinde halk sempatisinin her geçen gün arttığına tanık oluyoruz. Ancak normalleşme süreci, Gazze Şeridi'ndeki olaylar konusunda şüpheli bir resmi sessizliğe yol açtı. Bu sessizlik, bölge ülkeleri tarafından hiçbir şekilde dikkate alınmayan veya caydırılmayan İsrail işgalinin suçlarında ısrar etmesinin bir bahanesi haline geldi. Gazze'nin bugün yaşadıkları, onu tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda İsrail işgalinin, ilişkilerini normalleştiren Arap ülkelerine karşı bile yayılmacı projesini ilerletmesine kapı açıyor.

Doha'ya yapılan saldırı da dahil olmak üzere bunun örneklerini gördük; bu, normalleşmenin kimseyi işgalin emellerinden korumadığının bir örneğidir. Bu nedenle, normalleşmeye karşı halk hareketlerini desteklemek acil bir zorunluluk ve Arap bölgesi halklarına düşen bir görev haline gelmiştir. Bazı hareketlerin varlığına rağmen, normalleşmeye karşı daha geniş hareketlerin ve Arap halklarının birliğinin, hükümetlere baskı yaparak bu süreci durdurmaları ve işgalcilerle ilişkilerin kesilmesi, büyükelçilerin geri çekilmesi ve İsrail diplomatik misyonlarının sınır dışı edilmesi gibi somut adımlar atmaları için çaba göstereceğini umuyoruz.

*Peki uluslararası politikalar savaşın dinamiklerini nasıl etkiliyor? Baskı aracı olarak mı yoksa devam eden saldırılar için bir kılıf olarak mı kullanılıyorlar?

Bölgedeki bazı resmi pozisyonlar, bu suçlu koalisyon için doğrudan bir kılıf haline geldi. İsrail işgali, bu resmi sessizlikten yararlanarak, bazı hükümetlerin kararlı bir duruş sergilememesinden faydalanarak, acımasız politikalarını caydırıcılık olmadan sürdürüyor. Halk düzeyinde, Gazze halkının kararlılığı ve kahramanca direnişi, dünya çapındaki halkların bilincinde derin bir değişime yol açarak Siyonist projenin özünü açığa çıkardı. Gerçek doğası açığa çıktı ve tecrit durumu öylesine yoğunlaştı ki, İsrail artık uluslararası toplumun bir parçası olmayı hak etmeyen bir haydut devlet, suçlu bir parya olarak görülüyor. Bu devlet yalnızca Filistin halkı için bir tehdit oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda bir bütün olarak küresel insan güvenliğini de tehdit ediyor.

Bu değişimin en dikkat çekici olumlu sonuçlarından biri, İsrail'e küresel olarak dayatılan artan izolasyon oldu. Bu durum, ablukayı aşan, İsrail vahşetine karşı çıkan ve işgalcilerin Gazze'ye yiyecek ve su ulaşmasını engellemek için kurduğu sembolik gözaltı merkezlerini ihlal eden filolar gibi dayanışma girişimlerinde kendini gösterdi. Bu adımlar yalnızca dayanışma ifadeleri değil; aynı zamanda derin etkileri olan siyasi ve insani duruşlardır. Bu küresel halk hareketi, halkımızın kararlılığı ve direniş cesaretiyle birleşerek, birçok uluslararası kurumu Birleşmiş Milletler'de Filistin Devleti'ni tanımak gibi yeni tutumlar benimsemeye itti. Bu, üzerine inşa edilmesi ve geliştirilmesi gereken bir başarıdır.

*Kadınlar sadece savaştan sağ çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda yaşadıklarını belgeleme sorumluluğunu da üstleniyorlar. Ancak bu süreç, yaşadıkları acı ve kayıpların yanı sıra, doğru dili ve görselleri kullanma konusunda da zorluklar içeriyor. Kadınların savaşı belgelemekte karşılaştığı en büyük zorluklar nelerdir? Sevdiklerini kaybetmek ya da yerinden edilmek, anlatma yeteneklerini nasıl etkiliyor?

Gördüğünüz gibi, İsrail işgali, aktivistlerin, aktörlerin ve etkili kişilerin Gazze Şeridi'nde işlenen suçları belgelemelerine olanak tanıyan tüm kanalları sistematik olarak kısıtlamaya çalışıyor. Basının Gazze Şeridi’ne girmesini engelledi. İsrail, katledilenler ve yaralananlar da dahil olmak üzere 200'den fazla kadın ve erkek gazeteciyi doğrudan hedef alarak özgür sesi susturmaya ve gerçeği bastırmaya çalıştı. Kısıtlamalar yerel gazetecilerle sınırlı kalmadı; işgal güçleri ve ABD yönetimi tarafından uluslararası aktivistlere, özellikle de Gazze'deki kadınlara ve çocuklara yönelik ihlaller hakkında belgesel raporlar sunanlara da yayıldı. Bu medya ablukasına rağmen, gerçek gizlenemez. İşgalin suçlarını açığa çıkaran çok sayıda tanıklık ortaya çıktı ve bunlardan bazıları uluslararası kuruluşlar tarafından iletildi. Örneğin, işgal hapishanelerinde Filistinli kadın mahkumların maruz kaldığı tecavüz ve diğer istismar biçimlerini belgeleyen rapor, uluslararası insancıl hukuka tamamen aykırıdır.

Filistin düzeyinde, feminist bir hareket olarak, tüm kısıtlamalara rağmen belgeleme alanında çalışmaya devam ediyoruz. Hem Gazze Şeridi'nde hem de Batı Şeria'da Filistinli kadınların çektiği acılara dair tanıklıkları ve raporları belgelemek için yorulmak bilmeden çabalıyoruz. Özellikle Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen veya kadın sorunlarını ele alan etkinliklerde, Filistinli kadınların çektiği acıları gündeme getirmek için her fırsatı kaçırıyoruz.

Şu anda, Kadınların Uluslararası Demokratik Federasyonu aracılığıyla Şubat 2026'da düzenlenmesi planlanan büyük bir uluslararası etkinlik olan "Vicdan Mahkemesi" için hazırlıklar devam ediyor. Bu etkinlik, işlenen suçlar hakkında etkileyici tanıklıklar sunmada önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. İhlalleri açığa çıkarmayı, Filistin anlatısını pekiştirmeyi, savaş ve işgalin dehşetiyle yüzleşen kadınlar için sembolik ve ahlaki adalet sağlamayı amaçlıyor. Katılımcılar arasında, kültür ve sanat dünyasının ünlü isimleri, akademisyenler ve kitlelerin güvendiği diğer özgür sesler de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanından etkili isimler yer alacak. Bu etkinlik aracılığıyla, belgelenen suçlar vurgulanacak ve ihlal mağdurlarının etkileyici tanıklıklarına dayanarak, İsrail işgalinin uluslararası forumlarda yargılanması talebi vurgulanacak.

*Dil hiçbir zaman tarafsız değildir; yaşanan deneyimlerden beslendiğinde, özellikle feminist bir dil, ataerkil anlatıları sorgulayıp dönüştürebilir. Feminist bir dil, savaş ve direniş hikâyelerini nasıl yeniden kurabilir? Gazze gibi bir yerde, doğrudan çatışmanın içinden yazıldığında bu dilin hangi özellikleri öne çıkar?

Filistin halkının İsrail'in imha savaşı ortasında maruz kaldığı şey tarif edilemez. Bu durum, sistematik kaçırma ve gözaltı politikalarında ve özellikle kadınları hedef alan çeşitli saldırganlık biçimlerinde kendini gösteriyor. Bu hedef alma rastgele değil; aksine, kadınları boyun eğdirme aracı ve Filistin direnişinin ve kararlılığının iradesini kırma aracı olarak kullanmayı amaçlayan baskıcı bir ataerkil mantıktan kaynaklanıyor. Bir dizi Filistinli kadın tutuklunun tecavüz suçlarına veya cinsiyetlerini sömüren kısıtlamalara maruz kalmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Bu uygulamalar arasında çocuklarını görmelerini engellemek, gözaltı merkezlerinde doğum yaptıktan sonra çocukları annelerinden ayırmak, yeni doğan bebekleri yiyecek ve içecekten mahrum bırakmak ve hatta çocukları annelerinin gözü önünde tutuklamak yer alıyor. Tüm bu uygulamalar toplumun kadınları bir yaşam ve devamlılık sembolü olarak görmesini baltalamayı amaçlıyor. Bunlar, Filistinli kadınların ruhunu parçalamak ve psikolojik ve sosyal uyumunu bozmak için sistematik girişimler.

*Birçok söylemde, kadınların anne ve metanet sembolü olarak imgesi öne çıkarılıyor. Peki, kadınlar siyasi bir aktör olarak kabul ediliyor mu?

Ulusal mücadelenin tarihi boyunca Filistinli kadınlar hiçbir zaman mücadelenin dışında kalmadılar. Aksine, direnişin her biçiminde ve her aşamasında, mücadelenin kalbinde, aktif ve etkili ortaklar oldular. Bu rol bugün başlamadı; Aksine, Gazze Şeridi'nde açıkça görülen, kadınların toplumsal roller aracılığıyla saldırganlığa karşı koymada, toplumsal dayanıklılığı güçlendirmede ve en zor koşullarda destek ağları sağlamada önemli bir rol oynadığı uzun bir tarihsel mücadele yolculuğunun uzantısıdır.

Kadınların rolünün tanınması bahşedilen bir şey değil, aksine bu rolü fiilen yerine getirmeleri yoluyla dayatılan bir şeydir. Savaşın sona ermesiyle birlikte Filistinli kadınlar kendilerini ikili bir mücadeleyle karşı karşıya bulurlar. Ulusal mücadelenin ortaklarıdırlar, ancak aynı zamanda siyasi ve ulusal karar alma süreçlerine katılma hakları için mücadele etmeleri de gerekmektedir. Bu tanınma kolay elde edilmez; ister müzakere komitelerinde ister Gazze gibi bir toplumun bu kadar büyük bir yıkımdan sonra ihtiyaç duyduğu toparlanma ve yeniden inşa süreçlerinde olsun, etkili pozisyonlarda varlıklarını göstermek için çifte çaba gerektirir. Kadınlar, geçmişin acılarına tanıklık etmekle kalmayıp, geleceği şekillendirmenin bir parçası olmak için mücadele etmelidir.

*Son zamanlarda, "Ertesi Gün" olarak bilinen Amerikan planı açıklandı. Bu plan, görüşleri her aşamada ve tartışmada dikkate alınmayan ve görmezden gelinen Filistin halkının taleplerini nasıl karşılayacak?

Bu önerilen plan müzakereye tabidir ve biz bunu, İsrail saldırganlığının durdurulmasının halkımızın acil bir talebi olduğu temeline oturtan ulusal bir bakış açısıyla değerlendiriyoruz. Saldırganlığın sona ermesi, işgalin geri çekilmesi, ablukanın kaldırılması, insani yardımların ulaştırılması ve yeniden yapılanma sürecinin başlatılması yönündeki öneriler, halkımızın çıkarlarına hizmet eden ve ciddiyetle ele alınması gereken olumlu önerilerdir. Ancak, tartışmalı ve kabul edilemez başka öneriler de vardır; bunların başında meşru direniş hakkını ihlal edenler gelir. Bu hak, işgal Filistin topraklarının herhangi bir karışında devam ettiği sürece geçerliliğini korumalıdır. Bu nedenle, Gazze Şeridi'nin işgali devam ederken herhangi bir silahsızlanma önerisi reddedilmiş ve kabul edilemezdir.

Aynı şekilde, Gazze'yi yönetmek için dış otoriteye sahip ulusal bir organ veya yabancı bir liderlik gibi bir yetkiye benzeyen herhangi bir formül kabul edilemez. Tüm bu fedakarlıklardan sonra, Filistin toplumunu yöneten ve işlerini yöneten kişi, dışarıdan dayatılan bir varlık değil, Filistin Kurtuluş Örgütü'ne sıkı sıkıya bağlı ulusal bir organ olmalıdır. Her türlü çözüm, Filistin topraklarının birliği ilkesinden hareket etmelidir. Gazze ve Batı Şeria, bölünemeyecek tek bir varlıktır ve birlikte bağımsız Filistin devletinin geleceğini oluştururlar. Hiçbir öneri Gazze'yi bu bağlamdan soyutlamamalı veya 1967 saldırısından bu yana işgal edilen Filistin topraklarından ayrı bir varlık olarak ele almamalıdır.

Konular tartışma ve müzakereye tabi olmakla birlikte, Filistin düzeyinde, tartışmanın başında da belirtildiği gibi, başta saldırganlığın sona erdirilmesi, işgalin kaldırılması ve ablukanın kaldırılması olmak üzere, ulusal çıkarlara hizmet eden konularda olumlu bir yaklaşım benimseme taahhüdü bulunmaktadır.