Gazze'de savaşın ve yıkımın ortasında kadınlara dayatılan ‘annelik’
Savaş, yoksulluk ve yerinden edilmenin ortasında Gazze’de pek çok kadın, istemedikleri gebeliklere zorlanıyor. Sağlık hizmetlerinin çökmesi, gıda yetersizliği ve psikolojik yıkım içinde kadınlar, kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olamıyor.

RAFIF ESLEEM
Gazze- Gazze’de savaşın, açlığın ve sürekli bombardımanın gölgesinde, kadınların yaşamı her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kadınlar hem bombalara, açlığa, ölüme karşı direnirken aynı zamanda erkek egemen zihniyete karşıda büyük bir mücadele veriyor. En büyük mücadeleleri ise kadınlara karşı dayatılan ‘annelik’ algısı oluyor. Bu durum, kadının kendi bedenine ve yaşamına dair karar verme hakkını elinden alıyor. Annelik, bir hak olmaktan çıkıp, toplumsal baskı ve erkek egemen geleneklerin bir dayatması haline geliyor.
Gazze’de, kadınlar istemedikleri halde defalarca hamile kalmaya zorlanıyor. En temel neden ise toplumun "erkek çocuk doğurmamış olma" gerekçesiyle baskı yapması ya da erkeklerin çok sayıda çocuk istemesi. Sağlık hizmetlerine erişimin neredeyse tamamen yok olduğu, temel gıda ve vitaminlerin bulunmadığı bir ortamda, bu gebelikler kadınların fiziksel ve ruhsal sağlığını tehdit ediyor.
‘Ya hamile kalırsın ya da boşanırız’
Gerçek adının haberde kullanılmamasını isteyen Samia Muhammed, bir sağlık merkezinde sırasını beklerken karnını tutuyor. Altıncı çocuğuna hamile olduğunu söylüyor. Dört küçük kız çocuğu ve bir erkek çocuk sahibi olduğunu anlatıyor, fakat evli olduğu erkek ısrarla bir çocuk daha istemiş. “İstemediğimi söyledim, şehir bombalanıyor, yiyecek yok. Ama o ‘ya hamile kalırsın ya da boşanırız’ dedi. Seçeneğim yoktu” diyor.
Samia, önceki hamileliklerinde kullandığı vitamin ve besin desteklerinin artık hiçbirine ulaşamadığını belirtiyor. Vücudunun, özellikle dizlerinin dayanamadığını, yürüyemediğini anlatıyor. Dişleri çürümüş, ama tedavi masraflarını karşılayacak durumda değiller. Samia “Her geçen gün bedenim daha çok ağrıyor, tahammülüm tükeniyor. Çocuklarıma bağırdığımda suçluluk duyuyorum ama artık dayanacak gücüm kalmadı” diye belirtiyor.
Samia, toplumun genç kadınları zorla evlendirdiğini, ailelerin masraflardan kurtulmak için kızlarını istemedikleri evliliklere zorladığını anlatıyor. Samia, “Beş çocukla kendi aileme geri dönemem. Mahkemeler çalışmıyor, nafaka ödenmiyor. Kadınlar sistematik biçimde yalnız bırakılıyor” diyerek yaşananlara dikkat çekiyor.
‘Sağlığım umurumda değil artık’
Güvenlik gerekçesiyle gerçek adını kullanmayan Samar Abdüsselam da, istemediği bir gebelikle karşı karşıya. Oysa doktorlar, bu hamileliğin onun için riskli olduğunu söylüyor. Samar, “Sağlığım umurumda değil artık. Eşimle her tartışmamızda ölmeyi tercih ediyorum” diye anlatıyor yaşadıklarını.
Samar, ilk çocuğunu beş yıl önce dünyaya getirmiş. Sonraki gebelikleri düşükle sonuçlanmış. Tekrar hamile kalabileceğini söylüyor ama eşi bir anda on çocuk sahibi olmak istiyor. Samar ise önce fiziksel ve sonra ruhsal olarak iyileşmek istiyor. Savaşın içinde çocuk büyütmenin imkânsız olduğunu, sağlık, oyun, eğitim gibi hiçbir temel hizmetin olmadığını dile getiriyor: “Çocukları bu koşullarda dünyaya getirmek, onlara işkence etmekten farksız” diyor.
‘Kadınlar kendi hayatlarının kararını verebilmelidir’
Gazze’de sosyal meseleler üzerine çalışan gazeteci ve araştırmacı Hanan Şebat, 2023 savaşından sonra bölgede artan doğum oranlarının çelişkili bir tablo sunduğunu belirtiyor. Ona göre bu artış, bir yandan kadının direniş gücünü simgelese de öte yandan sistematik bir baskının sonucu.
Hanan Şebat, “Bu koşullarda hamile kalmak büyük bir risktir. Karar yalnızca kadına ait olmalıdır. Kadın ikna olmuşsa ve sonuçlarına hazırlıklıysa çocuk doğurabilir. Aksi takdirde bu bir zulümdür” diyor.
İsrail’in attığı yasaklı bombaların fetüslerde ciddi deformasyonlara yol açtığını, kadınların savaş ortamında sağlık hizmetlerinden mahrum kaldığını hatırlatan Hanan Şebat, “Gıda yerine açlık, huzur yerine bombalar, oyun yerine yıkıntılar var” diye ekliyor.
Hanan Şebat kadınların hamileliğe iki nedenle karar verdiğini söyleyerek, “Ya anne olmak istiyorlar ya da toplumsal baskıya maruz kalıyorlar. Kimi zaman boşanma tehdidiyle, kimi zaman eşinin ikinci evlilik tehdidiyle karşı karşıya kalıyorlar” şeklinde konuşuyor.
Hanan Şebat’a göre, eğer fetüs annenin hayatını tehdit ediyorsa, kadın tüm baskılara rağmen bunu reddedebilmelidir. “Aile içinde eşiyle veya arabulucular aracılığıyla diyalog kurulmalı ve kadınlar kendi bedenleri üzerindeki söz hakkını savunmalıdır” diyen Hanan Şebat son olarak şöyle sesleniyor:
“Filistinli kadınlar başta olmak üzere tüm kadınlar, kendi hayatları üzerindeki kararların sahibi olmalıdır. Ancak o zaman toplumları dönüştürebilir ve geleceği inşa edebilirler.”