Fatoş Göksungur: Devlet depremi soykırım aracı yaptı

KCDK-E Eş başkanı Fatoş Göksungur Mereş Katliamı’ndan sağ kurtulmayı başaranların deprem ardından iktidar tarafından bilinçli olarak enkaz altında bırakıldığını belirterek, ‘‘Depremle Kürt ve Alevi coğrafyası yeni soykırımla karşı karşıya’’ dedi.

BÊRÎTAN SARYA

Haber Merkezi- Bakurê Kürdistan’da 6 Şubat'ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde depremlerle 10 ilde çok büyük yıkım ve can kaybı yaşandı. AKP-MHP iktidarı depremi yaşayan iller için kurumlarını harekete geçirmezken ilk depremin merkez üssü olan Mereş Bazarcix’tan ise uzun bir süre hiçbir haber alınamadı. 19-26 Aralık 1978’de ülkücüler eliyle gerçekleştirilen vahşi Mereş Katliamı’nın en fazla yoğunlaştığı ilçe olan Pazarcık bu depremde adeta devlet tarafından tümden ölüme terk edildi.

Kendisi de Bazarcixli olan Avrupa Demokratik Kürdistanlılar Toplum Kongresi (KCDK-E) Eş başkanı Fatoş Göksungur ile depremin ardından yaşanan insani felakette iktidarın rolü Bazarcix'a, deprem ardından iktidarın bölge halkını adeta öldürmeyi hedefleyen politikalarını konuştuk.

Fatoş Göksungur ‘‘İnsanların diri diri kazanlarda kaynatıldıkları, hamile kadınların karınlarının deşildiği bir katliam gerçeğinden söz ediyoruz. Bu insanlar buna rağmen hayata, kimliklerine, inançlarına tutundular; onurlarından asla taviz vermediler. Ama bu depremle birlikte devlet bu insanların tümünü göz göre göre ölüme mahkûm etti’’ diye konuştu.

Bugün deprem üzerinden 3 gün geçmiş olmasına rağmen halen enkaz altında 10 binlerce insan var.  Oysa bilim insanları defalarca o bölgelerde bir depremin gelmekte olduğuna dair uyarılarda bulunmuştu. Depremin tek başına bu kadar yıkım ve can kaybı yaratması mümkün mü, bugün yaşanan insani felakette Türk devleti ve AKP-MHP iktidarının rolü nedir?

Türkiye’de 1999 yılında Marmara Gölcük ve ardından Düzce depremleri yaşandı. AKP-MHP iktidarı döneminde 2011 yılında Van depremi yaşandı. Yani özellikle devlet müteahhitler ile birlikte tam bir rant, mafya çete iş birliği içinde olduğu için Türkiye de insan hayatı adeta sudan ucuz yani çok değersiz. Düşününki yapılan konutların hiçbiri depreme dayanaklı değil çünkü malzemeden çalınmış. Bunu devlet müteahhitlerle birlikte yapıyor. Yani çünkü ihale ve rantlar la bu müteahhitlere peşkeş çekiliyor ve bugüne kadar hiçbirinden hiçbir deprem sonrası bunlardan hesap sorulmadı. Bunların hiçbiri mahkemelere çıkartılmadı yargılanmadı. Çünkü bu müteahhitler devlet eliyle aslında katliam gerçekleştiriyor. Bu müteahhitler devletin gözetiminde, desteği ile yaptıkları konutlar ile bu evleri insanların adeta ölüm evlerine çeviriyor. Yani bu gerçeği görmek gerekiyor. Bu devletin geleneğinde hırsızlık var, talan var, katliam, soykırım var.

Depremin merkez üssü 1978’de büyük bir katliamı Maraş Pazarcık ve Elbistan 6 Şubat’ta yaşanan deprem ardından Pazarcık’tan 1 gün boyunca herhangi bir haber alınamıyordu. Ardından hiçbir yardım ve kurtarma ekibinin gitmediği yansıdı. Sizde Pazarcıklısınız? Pazarcık ve Maraş’ta neler yaşandı ve bölgenin ölüme terk edilmesinin nedeni nedir?

Evet ben Pazarcıklıyım. Doğduğum yer Pazarcık şu anda ölü bir yere dönüşmüş durumda. Sizinde belirttiğiniz gibi 1978 yılında başta Pazarcık olmak üzere Maraş’ta bir katliam yaşandı. Yüzlerce insan devlet eliyle katledildi. Alevi-Kürt, Kızılbaş kimliğinden dolayı insanlar göçe zorlandı. Maraş Katliamı tamamen demografik yapıyı değiştirmeye dönük sistemli bir katliamdı. Ama devlet bu katliamla Maraş toplumunu yok edemedi. Çünkü Maraş toplumu mücadeleyi ilk tanıyan ve katılanlardandır. Devlet bu gerçeklikten hareketle Maraş toplumuna bu kadar asimilasyonu ve soykırımı dayatıyor. Katliamdan sağ kalanların aileleri katliamdan 45 yıl sonra enkazların altında. Bunu çok iyi görmek gerekir.

Yine depremin olduğu fay hattına baktığımız zaman Samandağ’dan tutun Antakya, İskenderun, Kırıkhan, Reyhanlı, Islahiye, Kilis, Pazarcık, Antep, Nurhak, Elbistan ardından Urfa, Malatya, köyler, Rojava tümüyle Güneybatı olarak ifade ettiğimiz Samandağ’dan başlayarak Arap Alevilerin ardından hat boyunca Kürt Alevilerin yaşadığı bir coğrafya. Şimdi bu depremle adeta Maraş toplumu başta olmak üzere Kürt Alevi hattı yeni bir soykırımla karşı karşıya.

‘Maraş Katliamı’ndan sağ kurtulanlar şimdi enkaz altında’

Bu depremde Maraş’da 1978’de katliamdan sağ kurtulan ailelerin büyük çoğunluğu ya yaşamını yitirdi ya da enkazlar altında kaldı. Deprem üzerinden 3 gün geçti. Hava oldukça soğuk olması ve yardımların ulaşmamasından dolayı enkazların altındaki insanlarımızın yaşamlarından da endişe ediliyor. Büyük bir ihtimalle birçoğu soğuk ve susuzluktan dolayı yaşamını yitirmiş olabilirler. Böyle bir trajedi yaşanıyor.

Benim kendi yakınlarımda bu depremde halen enkazların altında. Maraş Katliamı’ndan sağ kurtuldular ama bu depreme yakalanarak bu enkazların altında kaldılar. Maalesef birçok ölüm haberleri aldık.

Özellikle Maraş Katliamı’ndan ailesinden 9 kişinin şehit edildiği eniştemin, kızkardeşi ve engelli kızı günlerdir enkaz altında. Yine bu katliamdan kurtulup bedel ödeyen bir çok aile enkaz altında kaldılar. Evet Mara; Katliamı’ndan kurtuldular ama bu depremle birlikte devlet onları ölüme terk etti. Eniştemin ailesi Maraş Katliamı’nda 9 cenazenin çıktığı hikayelerini herkesin bildiği bir ailedir. Hamile olan gelinlerinin bu katliamda “bebeğin cinsiyetini öğrenelim” diyerek canlı canlı karnı deşilerek katledildiği bir ailedir. Bu ailenin fertleri 3 günden bu yana enkaz altında. Dilimiz varmıyor ama bu soğukta ve bu koşullarda artık sağ kurtulmaları da pek mümkün görünmüyor.

‘Maraş Katliamı’nın tümden başaramadığını tamamlamak istiyorlar’

Böyle bir gerçeği yaşadılar. İnsanların diri diri kazanlarda kaynatıldıkları bir katliam gerçeğinden bahsediyoruz. Bu insanlar buna rağmen hayata, kimliklerine, inançlarına tutundular; onurlarından asla taviz vermediler. Ama bu depremle birlikte devlet bu insanların tümünü göz göre göre ölüme mahkûm etti. Bu çok acı ve trajiktir. Konuştuğumuz, haber almaya çalıştığımız insanların hepsi bu soğukta kendi imkanlarıyla bulabildikleri mişanbaların altında ısınmaya çalışıyorlar. Çadır yok, ev yok, çorba yok, su yok, çay yok, üstlerinde montları yok, battaniyeler yok. Yani böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

‘Büyük bir trajedi yaşanıyor’

Benim açımdan çok büyük bir trajedi, uzakta Avrupa’da olmam beni gerçekten de çok etkiliyor. Bir yandan doğduğum yer Pazarcık ve böyle bir trajedi. Bir yandan daha önce yaşadığım şehir Antakya ve İskenderun. Doğduğum ve yaşadığım yerler yerle bir olmuş durumda. Bir yandan kimliğim inancım, bir yandan kendi kişiliğimi bulduğum ve mücadeleyle tanıştığım şehirler. Her 2 şehrin her yerinde anılarım, mücadele tarihim, ortak mücadele ettiğim dostlarım var. Şimdi neredeyse hepsi enkaz altında. Maalesef bir çoğunun ölüm haberini alıyorum. Tabiki insanız duygusalız. Bu deprem, trajedi karşısında elbette duygularımız var ama Türk devletinin bu kinci soykırımcı yüzünü bu depremle birlikte birkez daha gördük.

Depremin ilk anlarından itibaren tüm kurumlarını seferber ederek enkaz altında kalan vatandaşlarını kurtarması ve depremzedelere yardım götürmesi gereken hükümet adeta hiçbir şey yapmadı. Tam aksine sivillerin dayanışmayla topladığı yardımların yerine ulaşmasını engellemeye çalışıyor. Böyle bir devlet ve iktidarı nasıl değerlendirmek gerekir?

6 Şubat’da Pazarcık merkez üssü başta olmak üzere Elbistan, Nurhak, Maraş merkez, köyler, Adıyaman, Malatya, Antakya, Samandağ, İskenderun, Urfa, Antep, Amed, İslâhiye, Kilis bir bütün olarak o hatta ve Rojava’nın birçok şehrinde yüzyılın en büyük doğa felaketi gerçekleşti. Bilim insanları yüzyılın en büyük depreminin bu deprem olduğunu ve tarihte böyle bir deprem görülmediğini ifade ediyorlar. Aynı gün içerisinde 7,7 ve 7,6 gibi üst üste iki deprem görülmemiştir. Böyle büyük bir doğa felaketi, deprem nedeniyle şu an on binlerce insan dışarda ve yine binlerce insan en az altında kalmış durumda. Şu an verilen ölü sayılarının da gerçeği yansıtmadığını biliyoruz.

‘Devlet deprem bölgelerinde soykırımı tamamlamak istiyor’

Şu an resmen cehennemi yaşayan bir deprem bölgesinden bahsediyoruz. Resmen açık bir katliamla, soykırımla karşı karşıyalar. Düşünün ki doğa afetler dünyanın her yerinde yaşanıyor. Depremler, tsunamiler, seller vb. afet yaşanıyor.

Ama hiçbir ülke AKP-MHP faşizmi, Türk devleti kadar kendi insanına, toplumuna karşı bu kadar düşmanca, bu kadar ayrımcı bir politika yürütmemiştir. Bu tür doğal felaketlerin yaşandığı ülkelerde arama kurtarma ve yardım ekipleri hızla harekete geçirilir. Bu tür afetlerde insanların yaralarını sarmak, soğuktan korunmaları için çadır kentler kurulur, yiyecek ve temel ihtiyaçları karşılanır. Ama maalesef üzerinden 3 gün geçen bu depremde bırak devletin yardımını, depremzedelerin yaralarını sarmak için halkların birbiriyle dayanışarak gönderdiği tüm yardımlara faşist AKP-MHP hükümeti tarafından el konuluyor. Çünkü deprem bölgesi Kürt ve Alevi yine Arap Alevi coğrafyasıdır. Türk devletinin tekçi zihniyeti, Türk ve Müslüman olmayanlara yaşam hakkı tanımaması aslında bu depremle daha net göründü.

Müslüman olmayanlara yaşam hakkı tanımaması aslında bu depremle daha net göründü

Bütün dünyanın gözü önünde yaşanan bir deprem ve Türk devleti adeta deprem bölgesini ölüme terk etmiş, tecrit uygulamış. Bu durum katliamı da geçti açık bir soykırımdır. Göz göre göre soykırım politikası uyguluyor. Giden hiçbir yardım ulaştırılmıyor. Devlet bütün yardımların AFAD eliyle yapılacağını duyuruyor. Ama AFAD’ın ne olduğunu hepimiz biliyoruz. AFAD 2009 yılında kurulan ve AKP’nin çalma, çırpma yani hırsızlık yaptığı bir kurumdur. AFAD’ın hiçbir deprem bölgesine zamanında gitmediğini, AFAD yoluyla giden ekiplerin malzemesiz gönderildiğini ve insanları kurtarmadığını duyuyoruz. İnsanlar çığlık çığlığa ölüme terk edilmiş durumda.

‘AKP depremden etkilenen Alevi bölgelerine seyyar mescit gönderdi’

Bu devletin karakterinde halklara düşmanlık var.  Bugün deprem bölgesine de baktığımızda Türk İslam sentezi dışında ki halkların yaşadığı bir coğrafya düşünün ki deprem olmuş binlerce insan enkazlar altında binlerce insan hayatını kaybetmiş, devletin belediyeleri AKP belediyeleri ve valilikleri deprem bölgesine seyyar mescitler gönderiliyor. Bu resmen akıl dışılıktır. İnsanlar ile alay etmektir, toplum ile alay etmektir. Hele hele alevi coğrafyasına bunu göndermek devletin çok net bir mesajıdır. Evet sizin de belirttiğiniz gibi devlet halkın depremzedelere yardımlarını da engelleniyor. Örneğin HDP’nin Patnos belediyesinin deprem bölgesine göndermek istediği yardım kamyonlarına el konuldu. Hakkari’de valiliği de orada toplanan yardım malzemelerinin gönderilmesini engelledi. Yine Van’dan toplanıp gönderilen yardımlar engellendi. Dün konuştuğum Platforma Kurdên Anatolia Navin(PKAN) eş başkanları Ankara, Konya Cihanbeyli ve Kulu’da Kürdistanlıların topladıkları tırlarca yardım malzemesinin bölgeye gitmesinin Konya valisi tarafından engellendiğini söyledi. Aldığımız duyumlara göre Maraş’ın giriş çıkışları kontrol altında adeta yapılacak en ufak yardımlar dahi engelleniyor.

Peki Erdoğan 7 Şubat günü depremin ağır tahribata neden olduğu 10 ilde 3 ay boyunca Olağanüstü Hal (OHAL) ilan ettiklerini duyurdu. Bölgede, Kürdistanlıların yakından tanıdığı OHAL ilan etmekle amaçlanan nedir?

Şimdi Kürtler o coğrafyada zaten yüzyıldır OHAL’i yaşıyor, tanıyor, biliyor. OHAL demek savaş, baskı, katliam, soykırım demek. OHAL demek bütün imkanlardan mahrum bırakılmak, dünyadan tecrit edilmek ve yardımların gitmemesi demek. Kürtler için OHAL bu anlamlara geliyor.

Zaten OHAL ilanı ardından hemen depremzedelere yardım gitmediğini ifade eden Twitter atanları gözaltına aldılar. Gazetecilerin deprem bölgesinde çekim ve haber yapmasını engellemeye giriştiler. Erdoğan televizyonlardan hükümeti eleştirenlere hakaret ve tehditler yağdırdı.

Peki OHAL’in bölgeyi dünyadan tecrit etmek anlamına da geldiğini ifade ettiniz.  Tüm dünyada uzmanlar ve basın bölgede yaşanan bu insani felaketi değerlendiriyor. Bilgi iletişim çağında AKP-MHP iktidarı ve Erdoğan’ın bölgeyi dünyadan yalıtması mümkün mü?

Avrupa devletlerinin bu konuda Türkiye üzerine baskı kurmaları gerekir. Dün görüştüğüm bir Alman hükümet yetkilisinde bölgedeki insani felaketi anlatarak çadır kent kurulması gerektiğini ifade ettim.

Alman yetkili de bana, ‘‘Biz depremden bu yana elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz ama uluslararası devlet hukukunda mağdur olan bir devlet yardım talebinde bulunmadığı sürece devletler yardım edemiyor. Uluslararası devletler hukukunda böyle bir şey var. Biz her türlü yardımı yapmaya hazırız ama çağrı yapmamıza rağmen şu ana kadar Türk hükümetinin böyle bir talebi yok’’ diye yanıt verdi.

Son olarak Avrupa’daki Kürtler ve KCKD-E depremzedelerle dayanışmak için nasıl bir çalışma içerisindedir?

Özellikle Avrupa da yaşayan Kürdistanlıların büyük çoğunluğu Maraş, Adıyaman ve Malatyalılardır. Avrupa’da yaşayan halkımızın büyük çoğunluğunun bu depremde akrabaları, yakınları hayatını kaybetti ya da yaralandı. Deprem haberinin geldiği andan itibaren halkımız çok büyük bir duyarlılık gösterdi. Biz de KCDK-E olarak depremin ilk saatlerinden itibaren bütün Avrupa’da ki yapılarımız ile görüştük. Depremi yaşayan insanlarımızın yardımına yetişebilmek için kriz masalarının oluşturduk.  Heyva Sor ile koordineli bir biçimde yardım amacıyla para toplamak için bir kampanya başlattık. Avrupa’daki Maraş Demokratik Dernekler Federasyonu’da (MARDEF) resmi bağış kampanyası başlattı. Avrupa’da iki kampanya birlikte yürütülüyor ve yoğun destek var.

Avrupa’daki insanlarımız bizzat ülkeye gidip depremzedelere orada destek olmak istiyorlar. Birçok kişi şu anda yollar kapalı olduğu için havaalanında mahsur kalmış ve bölgeye ulaşamıyor. Deprem bölgesine ulaşmaya çalışan insanlar engelleniyor. KCDK-E dışındaki bütün demokratik kurumlarda deprem bölgesine yardım edebilmek için canla başla çalışıyorlar. Aleviler, Ezîdiler, Süryaniler, Ermeniler, Türkiyeli sol sosyalist hareketler olarak demokratik güç birliği içinde hep birlikte ortak çalışmalar yürütüyoruz.

Belirttiğim gibi Alman, İsviçreli, Kanadalı kurumlar yardıma hazırlar ve yoğun bir destek var. Ama maalesef ki uzakta olduğumuz için yaptığımız yardımlar ya ulaştırılamıyor ya da insan canını kurtarmaya dönük fiziki destek sunamıyoruz.

Bu dayanışma çok önemli. Çünkü ancak dayanışma yaşatır. Halkımız şu anda büyük bir katliam ve soykırımla karşı karşıya. Soğuk, açlık ve devlet yönelimi var ama Kürdistanlılar bu deprem felaketini de atlatacak.

Binlerce insan şu an enkazların altında, her birinin kendine ait bir hikayesi var. Enkazların altından yaşama tutunma çabalarıyla çığlıkları duyuluyor. Aldıkları her nefes bizim için değerlidir. Bu felaketin yaralarını hep birlikte saracağız ve sorumlulardan hesap soracağız.