Ekolojist Melis Tantan: Demokratik Toplum Çağrısı doğanın kurtuluşu için önemli

“Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ekolojik tahribatların önüne geçecek bir fırsat yarattığını söyleyen Ekolojist Melis Tantan, batıdaki ve Kürdistan’daki ekoloji hareketlerinin bu fırsatı ortak hareket ederek değerlendirebileceğini söyledi.

ARJİN DİLEK ÖNCEL

Amed- Sanayi kapitalizminin ortaya çıkması ve “doğa-toplum” ilişkisinde yaşanan bozulma atmosferin ısınması, yangınlar, seller, biyolojik çeşitliliğin yok olması, toprağın kirlenmesi ve buzulların erimesi gibi felaketlere götüren bir süreci başlattı. Bu süreç zamanla toplumlara “doğa bizden intikamını alıyor” şeklinde ifadeleri kullandıran ekolojik felaketlerin yaşanmasına sahne oldu.

Kapitalizmin doğa üzerinde vücut bulmuş hali olan HES ve GES’ler, kentsel dönüşümler, suyun ticarileştirilmesi, madencilik faaliyetleri, silahlanma, endüstriyel atıklar, üçüncü dünya ülkelerine çöp ihracatı, Karbondioksit salınımı/Karbon ticareti gibi konular hem toplumun hem de ekoloji örgütlerinin gündemindeki yerini koruyor.

Sınırları aşan bir meseleye dönüşen ekoloji sorunu, sınır ve bölge farketmeksizin birlikte mücadelenin gerekliliğini de ortaya koyuyor.

Kaz Dağları ve Akbelen Ormanları

Geçtiğimiz yıllar tüm Türkiye’nin gündemine oturan Çanakkale ve Balıkesir sınırlarında bulunan Kaz Dağları için çıkarılan maden ruhsatı, bölgenin yok olmasına neden olurken, ekoloji hareketleri uzun süre burada direnerek madencilik faaliyetlerine engel olmak istedi.

Benzer bir direniş de Muğla'nın İkizköy Mahallesi'ne bağlı Akbelen mevkinde yaşandı. İkizköylülerin topraklarını savunmak için başlattıkları direniş kısa sürede Türkiye geneline yayıldı. Ve ülkenin 4 bir yanından halk eylem yaptı. Doğa tahribatına ilişkin aynı yıllarda Marmara ve Karadeniz bölgelerinde de benzer direnişler yaşandı.

Ülkenin batısında bunlar yaşanırken, Kürdistan doğası da bir yandan maden şirketlerinin, diğer yandan devletin “güvenlik” gerekçesiyle hayata geçirdiği politikaların kıskacına alındı. Ancak ekolojik tahribatlar her dönemin en önemli ve yakıcı konusuyken, bu soruna karşı örgütlü bir mücadele hattı yerine parçalı duruş mücadelenin başarıya ulaşmasının önündeki en büyük engel olarak duruyor.

Kürdistan’da baraj ve ‘güvenlik’ sorunu

Dersim’de imara açılan Munzur Gözeleri’ne otel yapılmak istendi. 2020 yılında Ilısu Barajı'nın faaliyete geçmesiyle birlikte Milattan Önce 10.000'lere kadar uzanan bir yerleşim geçmişine sahip Hasankeyf, sular altında kaldı. 8 Ekim 2020 tarihinde Şirnex’in Cudi ve Besta bölgelerinde “güvenlik gerekçesi” ile ağaç kesimi başlatıldı. Sadece 2 yılda bölgedeki yeşil alanların yüzde 8’i yok edildi.

2023 yılında demir, bakır, krom, altın gibi birçok maden arama hakkı barındıran “4. grup maden arama ve işletme ruhsatı” verilen Kulp Madencilik ve Dış Ticaret Anonim Şirketi, Amed’in Kulp ilçesine bağlı Hasandin Yaylası'nda madencilik faaliyeti başlatmak istedi. Hasandin Yaylası’nda yapılmak istenen maden projesinin Andok ve Dorşin dağlarına yakın bir yerde başlayacak olması halkın, maden projesinin bölgeye yapılacak karakol ve kalekolların yolları içn bahane edildiğini düşünmesine neden oldu.

Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle birlikte yürütülen savaş siyasetinin seyri 27 Şubat’ta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısıyla değişirken, bu çağrı yeni bir sürece kapı araladı.

Toplumun yeniden umutlandığı bu sürece ekoloji örgütlerinin nasıl baktığını ve olası bir barış sürecinin ekoloji üzerindeki etkilerini Ekolojist Melis Tantan ile konuştuk.

‘Savaş en büyük eko-kırımdır’

“Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını değerlendiren Melis Tantan, çağrıyı önemli bulduklarını, on yıllardır bu coğrafyada süren savaşın büyük tahribatlara yol açtığını belirterek, “Savaş en büyük eko-kırımdır” dedi.

Savaşın sadece toplumları değil, doğayı da yok eden bir yanının olduğunu ifade eden Melis Tantan, Kürdistan’da sürdürülen savaş politikalarını örnek verdi ve şöyle dedi: “Kürdistan on yıllardır bombalanıyor, yağmalanıyor, insanlar köylerinden edildi. Meraların işlenmediği, ormansızlaştırıldığı, sularının gasp edildiği bir dönem yaşanıyor. Bir nesil böyle bir doğanın içine doğdu. Burada ‘güvenlik’ politikalarının bir sonucu olarak, bir ‘yaşamsızlık politikası’ baş gösterdi. O yüzden bu çağrı on yıllar sonra doğanın kurtuluşu için oldukça önemli bir çağrı. Çünkü silahların sustuğu ve barışın olduğu bir yerde doğanın daha fazla yeşerdiği, suların özgür akabildiği hatta sınırsız bir şekilde aktığı bir süreçten söz etmek mümkün. Suların özgür ve sınırsız aktığı bir süreç diyoruz çünkü Dicle ve Fırat nehri açısından ülkeler arası bir sorun var. Biliyorsunuz doğa sınır tanımıyor, ekolojik havzalar, ekolojik sistemler sınır tanımıyor. Su, ağaç, toprak bir bütün halinde, birbirinden ayrışmıyor. Onu bir yerden kestiğiniz zaman etkisi tüm coğrafyaya yayılıyor. O nedenle on yıllardır süren bu savaş politikası sonlandığı zaman barış doğaya da gelecek.”

‘Ekolojik tahribatlar sınır tanımıyor’

Eko-kırım politikasının doğanın döndürülemez bir tahribatı anlamına geldiğini söyleyen Melis Tantan, daha fazla tahribatın yaşanmaması için “Demokratik Toplum” çağrısına olumlu yanıt verilmesi gerektiğini vurguladı.

“Ekolojik tahribatlar sınır tanımıyor, bölge tanımıyor” diyen Melis Tantan, Kapitalist Modernite, şirketler ve devlet eliyle yağma ve talan politikasının her yere yayıldığına dikkat çekti. Ancak bu politikaların Kürdistan’da çok boyutlu yaşandığını ifade eden Melis Tantan, “Bir özel savaş politikası olarak Kürdistan’a dayatılan bir şey var. Hem insansızlaştırma hem de doğasızlaştırma politikasının bir sonucu yaşanıyor. Kürdistan’daki çevre yıkımları birçok şeyin laboratuvarı gibi işlendi. İlk doğa tahribatını önce buralarda yaptılar. İlk orman yakmaları, madenler, barajlar burada yapıldı” dedi.

‘Projeler işsizlik ve yoksulluğa neden oldu’

Melis Tantan, “1990’lı yıllarda Neoliberal politikalarla gelişen bir süreç içinde yerli ve yabancı sermayenin daha fazla doğayı talan ettiği bir gerçeklik var. Hem Türkiye’deki uluslararası sermayenin varlığının artması, hem de yandaş şirketlerin piyasa genişletmesiyle doğanın talanına yönelindi. Madenler, enerji politikaları bu alanlarda çok fazla tahribat yarattı. ‘Size iş alanı yaratacağız’ denilerek, halkı kendi politikalarına mecbur bıraktılar. Yıllar sonra görüldü ki hem batıda hem de Kürdistan açısından bu tarz politikalar her yerde işsizliği ve yoksulluğu daha fazla artırdı. Belki 3-5 kişiye iş kapısı oldu bu projeler ama maden ve enerji projelerinin olduğu yerlerde çok büyük bir zorunlu göç yaşandı. Kürdistan’da yapılan barajlar bunun en büyük örneklerinden biri” ifadelerini kullandı.

‘Kürt sorunu şirket ve devletin politikalarını hayata geçirmesinde kolaylık sağladı’

Kürt sorununun devletin ve şirketlerin Kürdistan’da projelerini hayata geçirmelerinde kolaylık sağladığına dikkat çeken Melis Tantan, “Bu projelerin burada ‘güvenlik’ gerekçesiyle yapılması daha kolay yapılmasını sağladı. Batı toplumundan da destek aldı, 40 yıllık bir Kürt sorunun çözümsüz kalması aslında toplumların birbirine düşürülmesi de bunun zeminini yaratan bir şey oldu. Ama oradaki insanlar gördüler ki dün Kürtlere yapılan bugün diğer halklara da yapıldı. Aslında 90’larda Kürt köylerinin zorunlu göçe uğratılması, 2000’lerde batıda taş ocakları, termik santraller ve maden projeleriyle batılı köylülerin yaşadığı şey aynıydı. Çünkü batıda da bazı köyler tamamen yok edildi. Dolayısıyla pek çok ortaklık, pek çok aynılık var” şeklinde konuştu.

‘Ortak hissiyat, ortak bir mücadeleyi doğurabilir’

Ekolojistlerin ortak mücadelesinin önemine vurgu yapan Melis Tantan, bu ortaklığın zaman zaman yakalandığını ancak iktidarın savaş siyaseti nedeniyle sürdürülemediğini belirtti. Melis Tantan, “2022’deki Cudi’deki doğa talanına karşı yaptığımız yürüyüşümüz çok önemli bir örnekti. Ege’den Marmara’dan pek çok ekoloji örgütü de yer aldı. Kamyonlarca ağacın kesilip, taşındığı görüntülerle batıdaki ekoloji örgütleri Kürdistan’daki yağmanın bir boyutunu gördü. Elbette bu yağma ve yıkım batıdaki illerde de var. Arazisinin yüzde 70’i maden ruhsatlı iller var ama Cudi yürüyüşü şunu gösterdi, Kürt illerinde bu mesele çok daha büyük boyutta. 2022’den 2024’e gelene kadar bu yağma ve talan biraz daha devam etti ama biz o birlikteliği devam ettiremedik. Elbette yılların getirdiği bir düşmanlaştırma siyaseti var. Ama insanlar şunu görüyor; benim köyümün yok edildiği bir yerde başkasının da köyü yok ediliyor. Bu ortak hissiyat, ortak bir mücadeleyi doğurabilir” dedi.

‘Halklar birbirine düşürülerek kazanan savaş politikaları ve sermaye oluyor’

Melis Tantan, ekolojistlerin ortak mücadelesine dair şunları söyledi: “Hatay’da rezerv alanları yapıldığında Arap Alevilerin yaşadığı yerler özellikle rezerv alanı ilan edilmiş ve zeytinliklerine el konulmuştu. Orada Arapça sloganlar atılıyordu. Biz Arapça sloganları Muğla’da da duyduk. Akbelen de Cudi’nin İkizdere’nin sesini yükselttik, ormanlar, ağaçlar kardeştir dedik. Bunun ortak bir mücadele olduğunu açığa çıkarmak gerekiyor. Çünkü beraber bir mücadele kurmadıkça gerçekten kazanamıyoruz. Halklar birbirine düşürülerek kazananlar savaş politikaları ve sermaye oluyor. Doğanın kaybı da bir yas sürecini beraberinde getirir, zorunlu göçler de bir yas sürecidir. O nedenle pek çok ortaklık var, bu ortaklık üzerinden bir birleşik mücadele hattı kurmak önemli. Bu çağrı süreci, bu ortaklıkları görebileceğimiz bir süreç olabilir.”

‘Ortak mücadelede kadınların rolü’

Ortak mücadelede kadınların rolüne de dikkat çeken Melis Tantan, “Bu ortak mücadelede kadınlar önemli bir yerde duruyor. Her yerde ekoloji mücadelesinde kadınlar en önde oluyor. Doğayla barışık yaşamı kadınlar çok daha iyi biliyor. Bu ortak mücadelede doğayla barışık bir yaşam inşa etme konusunda öncü rol kadınlarda, bu barış dönemimde kadınların daha fazla bir araya gelmeye ihtiyacı olacak” diye belirtti. 

İlk 4 maddesi Meclis’ten geçen İklim Kanunu’na tepki

Nisan ayında AKP tarafından Meclis gündemine getirilen ve ilk dört maddesi Meclis’ten geçen, geleneksel tarımla uğraşan çiftçiler için ciddi sorunlar doğuracak olan İklim Kanunu’na da değinen Melis Tantan, “İklim Kanunu, 2017’den beri bir emisyon ticareti meselesi olarak ele alınıyor. Bir ekolojik yıkım var ve iklim krizinin uzantısı olarak kendini var ediyor. Ama iklimler değişirken de sistem kendini buna göre yeniliyor. Peki nasıl yeniliyor? İklimi koruma perspektifi ile yenilemiyor. Yine bir sermayenin, uluslararası ticaretin yatırımlarını nasıl yapacağına dair bir planlaması var. Bu sadece Türkiye sermayesi açısından değil, tüm uluslararası sermaye açısından da böyle. Türkiye’de Meclis’ten geçirilmek istenen kanun tam da buraya dayanıyor. Türkiye Paris İklim Anlaşması’na imza atmış olabilir, bakanlığının ismini ‘iklim bakanlığı’ koymuş olabilir ama bunların hepsi bir ‘yeşil yıkamacılık.’  Ya da bir krizi fırsata çevirmek. İklim Kanunu’nda planlanan şeyler ‘kirletme hakkını satın almak’ üzerine kurgulanmış.

Evet, iklimi korumak için bir kanuna ihtiyaç var, fosil yakıtlardan, savaş politikalarından vazgeçmeye ihtiyaç var. Kimyasal ve biyolojik silahların kullanılmamasına ihtiyaç var. Yerin altının kazılmamasına ihtiyaç var, iklimle barışık yaşayan kent tasarımlarına, katılımcı demokratik bir kent yaşamına ihtiyaç var. Bu politikalar sermayenin politikalarını reddederek, yeniden bir toplumsallaşmayı yaratabilecek radikal bir dönüşümle mümkün. Ancak bu elbette bugünün iktidarlarından beklediğimiz bir şey değil, yine kendimize dönüyoruz. Toplumların ortak mücadelesiyle mümkün. Bu gidişatın bir devamlılığı yok, sistem aslında kendi mezarını da kızıyor, sistemi o mezara sokup, biz doğayla beraber barışık yaşamı kendimiz kurabiliriz. O yüzden halklara ve kadınlara büyük görevler düşüyor” ifadelerini kullandı.

‘Batıdaki ve Kürdistan’daki bilgi ve deneyimi bugüne taşımak gerek’

“Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının daha etkin bir ekolojik siyasete olan ihtiyacı da ortaya çıkardığını belirten Melis Tantan, ekolojik mücadeleyi artırarak hem doğaya hem de insanlara özgürlüğü sağlayacak günleri bugünden kurabileceklerini söyledi.

“Bu barış süreci batıdaki ve Kürdistan’daki ekoloji örgütlerinin birbirini görmesi ve tüm bu yağma ve yıkım projelerinin de engellenmesinin başlangıcı olabilecek” değerlendirmesinde bulunan Melis Tantan, şu tehlikelere dikkat çekerek uyarıda bulundu: “Çünkü önümüzdeki dönem bugünden daha fazla yıkım politikalarının olacağı bir dönem. Her gün Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı onlarca duyuru yapıyor. ÇED raporlarının gereksiz olduğunu belirtiyor. Bir barış politikası bu coğrafyaya canlılık getirecek belki ama aynı zamanda sermaye de bundan nemalanmaya çalışacak. Çünkü buraları yatırım alanı olarak görecekler. Önümüzdeki dönem Kürdistan coğrafyasının daha fazla yağma ve talanıyla yüz yüze kalacağımız bir dönem olacak. O yüzden mücadelenin de daha fazla artacağı bir dönem olacak diye şimdiden öngörmek mümkün. O nedenle batıdaki ve Kürdistan’daki bilgi ve deneyimi bugüne taşımak ve bugünden yarına hazırlıklı olmak gerek.”