Depremin üzerinden bir yıl geçti ne ders alındı ne de değişen bir şey var

Mereş merkezli 6 Şubat tarihinde gerçekleşen depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen değişen hiçbir şeyin olmadığını belirten İstanbul Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi Gülşen Özaydın, halkında bu konuda talepkâr olması gerektiğini kaydetti.

ELİF ÇETİNER

İstanbul- Türkiye ve Kürdistan 6 Şubat günü tarihinin en büyük depremlerini yaşadı. Mereş merkezli 7.8 ve 7.5 şiddetindeki depremlerin üzerinden bir yıl geçti ama yarattığı yıkımın izleri o gün ki gibi taze. Mereş, Hatay, Adana, Semsûr (Adıyaman), Amed, Dîlok (Antep), Hatay, Kilis, Meletî (Malatya), Osmaniye, Riha (Urfa) ve Xarpêt (Elazığ) yani 11 kent 6 Şubat günü bir felakete uyandı. Depremler Kürdistan, Türkiye ve Suriye ile Lübnan, Kıbrıs, Irak, İsrail, Ürdün, İran ve Mısır’da da hissedildi.

Binlerce yapı yerle bir oldu; on binlerce insan yaşamını yitirdi ve yaralandı. Herkesin hayatında ilk kez tanık olduğu bu felaket gününde sadece evler değil, hastaneler, camiler, okullar, havaalanları, valilik ve belediye binaları ile birçok kamu kurumu da yıkıldı. Yollar, limanlar, havaalanları depremden zarar gördü. Yıkımın boyutları, kentlere ulaşımı etkilerken ortaya çıkan kaosta depremle birlikte devletin hazırlıksızlığı insanların yaşamına mal oldu. Kendi çabasıyla kurtarma çalışmalarına katılanlar, enkaz başında bekleyen aileler insanların enkazlarda ‘yapılmayan’ çalışmalar nedeniyle geç müdahale edildiği için yaşamını yitirdiğini aktardı. Öyle ki enkaz altında kalan depremzedeler soğuk hava nedeniyle donarak yaşamını yitirdi. Depremden aylar sonra bile enkazlardan cenazeler çıkarıldı. 

Kimliklere göre yardım yapıldı

Depremin ardından kimi bölgelere hatta mahallelere siyasi tercihleri ya da dini kimlikleri nedeniyle yardımların gitmediği belirtildi. Depremin ilk gününden itibaren bölgede olan ve yardım çalışmalarını organize eden HDP’li vekiller, gözlemlerini aktardıkları raporlarında AKP-MHP iktidarının gerekli ve yeterli deprem önlemlerini almadığı, kamu kurumlarının hazırlıksız olduğu, büyük bir organizasyon ve koordinasyon sorunu yaşandığı tespiti yapıldı. Raporda yaşanan usulsüzlüklere de dikkat çekilerek “Doğal afetlere müdahalede yetkili kurum olan AFAD İçişleri Bakanlığına bağlanmış, kurumun bütçesi genel bütçenin yüzde 0,25’i oranında belirlenmiş, kurumun yönetim kadrosu nepotizme teslim edilmiş, personel ve ekipman eksikliği açıkça ortaya çıkmış, asli görevi afetlere acil müdahale olan bu kurum iktidarın hırsızlık ve yolsuzluk kapısı haline getirilmiştir. Kızılay da kurum yönetimi açısından liyakatsizlikle malul ve arpalık olarak kullanılan, halka yardım ulaştıran değil malzeme satan bir şirket durumuna getirilmiştir" denildi. Ayrıca deprem sonrasında sivil toplum ve siyasi partilerin oluşturduğu dayanışma çalışmalarının engellendiği de belirtilerek Alevi ve Kürtlere yapılan ayrımcılıklar da anlatıldı.

Yaşamını yitirenlerin sayısı güncellendi

6 Şubat tarihine 4 gün kala depremde yaşamını yitirenlerin sayısı güncellendi. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Ankara’da AFAD Başkanlığı'nda düzenlediği basın toplantısında 53 bin 537 vatandaşın yaşamını yitirdiğini, 107 bin 213 kişinin de yaralandığını açıkladı. Rakamlar resmi olarak açıklansa da depremde ölenlerin sayısının daha fazla olduğu ve saklandığı yönünde yorumlar yapıldı. AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Murat Kurum’un katıldığı bir televizyon programında “130 bin canımız gitmiş ya, 11 ilde deprem oldu bakın İstanbul 11 ile yetişir. İstanbul’a bir şey olursa ülke gider, bayrak gider, devlet diye bir şey kalmaz" sözleri 6 Şubat’a daha fazla can kaybı olduğu yönündeki iddiaları yeniden gündeme getirdi.

Cehenneme mahkum edildiler

Depremin ardından yüzbinlerce kişi evsiz kaldı. Kimileri başka şehirlere göç ederken kimisi de yıkıntıların arasında hayata tutunmaya devam ediyor. Kurulan konteyner kentlerde kalan yurttaşlar son bir yılda depremle birlikte yaşadıkları hayatı ‘cehennem’ olarak tanımladı. Konteynerler su aldı, ısınamadı, depremzedeler borçlandırıldı.  Enkazlar usulsüz bir şekilde kaldırılırken enkazlardan arta kalanlarla toplum sağlığı hiçe sayıldı. AKP iktidarı ilk günden bu yana depremzedelere konut sözü verdi ama bunu yerine getiremedi. Bir yıl içinde 319 bin konutu hedefleyen iktidar bu konutların 40 bini bile teslim edemedi.

Çocuklar eğitimden uzaklaşırken yoksullukla birlikte insanlar, hastalıklarla geçen bir yaşama mahkum edildi. Bu dönemde 11 kentte kadınlara yönelik şiddet vakaları arttı. Başvuracak makam bulamayan, korunmayan kadınlar eşitsizliği, ayrımcılığı daha fazla yaşadı. Kadınlar şiddetle baş başa bırakıldı. 

Kayıp çocuklar

Depremin ardından en çok konuşulan ve açığa çıkarılmayan meselelerden biri de kayıp çocuklardı. Depremin ardından sayısı tam olarak bilinmese de yüzlerce çocuk kayıp olduğu belirtildi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş en son konuyla ilgili yaptığı açıklamasında kayıp çocuk olmadığını söylese de hâlâ çocuklarını arayan aileler var ve bakanı yalanlıyorlar. Bir yılın dolmasıyla birlikte kayıplar ölü sayılacak. Bu durum aileleri endişelendiriyor. Aileler ve kamuoyu enkazlarda kaybolan vatandaşların tespit edilmesi, çocuk kaçırma iddialarının kapsamlı bir biçimde araştırılmadığını düşünüyor. Kimi oluşumların dijital medyada yaptıkları çalışmada sadece kayıp çocuk sayısı 300 olarak ifade ediliyor.

Olası İstanbul depremi

Bu habere sığdırılamayacak kadar hak ihlalinin yaşandığı 6 Şubat’ta başlayan deprem süreci hala devam ediyor. Uzmanlar olası İstanbul depremi için uyarırken hala bir iğne ucu kadar yol kat edilmiş değil. Çarpık kentleşmenin en somut hali olan İstanbul Türkiye’nin can damarı olarak tarif ediliyor. Önlenemez göç ile birlikte on yıllardır bir kartopu gibi hızla büyümeye devam eden İstanbul’da yapıların güvenirliliği özellikle son çıkarılan imar affı ile birlikte en çok tedirgin eden meselelerden biri. 6 Şubat’ta 2 büyük depremin ardından ortaya çıkan tablonun İstanbul’da dirençsiz binalarda da yaşanması uzmanlara göre an meselesi. İstanbul’da 1 milyon 120 bin binanın en azından 700 bin tanesinin olası bir depremde hasar alacağı, bunların 70 ila 80 bin tanesinin ise ya çökeceği ya da çok ağır hasar alacağı tahmin ediliyor. İstanbul’un sokak ve bağlantı yolları düşünüldüğünde yaşanabilecek felakete nasıl müdahale edileceği insanların nasıl ve ne şekilde kurtarılacağı ya da en azından hayatta kalanların nereye hangi koşullarda hangi yollarla tahliye edilecekleri merak konusu. Üstelik böylesi bir depremin sadece İstanbul’u değil tüm Marmara Bölgesi’ni etkilemesi bekleniyor.

Toplanma alanları

İstanbul için depremle birlikte en çok konuşulan konulardan biri toplanma alanları. Depremin ardından ilk durak toplanma alanları olarak belirleniyor ama yapı denetiminin olmadığı mega kentte toplanma alanları da artık neredeyse yok ya da ihtiyacı karşılamıyor. Bazı sivil toplum kuruluşları bu alanların önemli bir kısmının gerekli kriterleri sağlamadığını ve 1999 depreminin ardından belirlenen alanların dörtte üçünün imara açıldığını belirtiyor. AFAD'ın verilerinden derlenen bilgilere göre Türkiye genelinde 27 bin 817 acil toplanma alanı bulunuyor, bunların 5 bin 599'u ise İstanbul'da yer alıyor. Yine uzmanlar bu sayıların da gerçeği yansıtmadığı görüşünde. Olası bir depremde bu nüfus yoğunluğu ile toplanma alanlarına ulaşmak, belirlenen alanlarda yüzlerce hatta kimi yerlerde binlerce insanın beklemesi de çok gerçekçi durmuyor. İnsanlar kentte yaşanabilecek yıkımın farkında. Bu yüzden aslında yıkımın ardından nasıl bir organizasyonun işletileceği sorgulanıyor. Ancak 6 Şubat depremi bu organizasyonsuzluğun nasıl sağlanamadığını ve tek merkezden yönetilen sistemin 11 kentte nasıl çöktüğünü açıkça gösterdi.

Mereş merkezli 6 Şubat depreminin yıldönümünde değerlendirmelerde bulunan İstanbul Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi Gülşen Özaydın, 1999 ve 6 Şubat depremlerinden ders çıkarılmadığını vurgulayarak, tartışma konusu olan büyük Marmara depremine herhangi bir hazırlığın söz konusu olmadığını söyledi.

‘Süreç iyi yönetilseydi belki çok daha fazla insan kurtarılabilirdi’

Afetlerin olmasının doğal olduğunu belirten Gülşen Özaydın, afetleri felakete dönüştürenin bunlara hazırlıklı olunmaması olduğunu kaydetti. Gülşen Özaydın, 6 Şubat depremlerinde bu kadar yıkımın ve can kaybının yaşanmasının sadece doğal afetle açıklanmayacağına vurgu yaparak, “Sürecin çok iyi yönetilememesi en önemli sorun. Süreç iyi yönetilseydi belki çok daha fazla insan kurtarılabilirdi. Deprem bölgesine ulaşmak konusunda iyi yönetilememesi, Enkaz kaldırma işlemlerinin iyi yönetilememesi felaketin çok daha büyük olmasına neden oldu” sözleriyle yaşananlardan önemli bir ders çıkarılması gerektiğini söyledi.

‘1999 depremi sonrası hiçbir şey değişmedi’

Türkiye’nin deprem ülkesi olduğuna hatırlatan Gülşen Özaydın, Deprem, bize bazı gerçekleri çok net gösterdi. Bunlar nedir? Yerleşimin kesinlikle olmaması gereken yerlere konut yapılması ve burada yapılan konutların da destek kolonları yapılmadan yapılmasıydı. 99 depreminde de bunu yaşadık. Türkiye de inşaatlar çok hızlı bir şekil de yapılıyor. Antakya’da gördük. Amik ovasının olduğu yer, zemini sağlam değildi. Depremi yaşamadan önce bu kararlar düzgün alınmalı” diyerek, 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi’nden sonra ders çıkarılmadığının ve hiçbir şeyin değişmediğine, “İnsan yaşamını merkeze alan radikal kararların alınması gerekiyor. Araçlarımız çok güçlendi ama zihniyet dünyamız geriledi. Bunun talep edilen boyuta ulaşması da zorunlu hale gelmiştir” sözleri ile dikkat çekti.

‘Kentlerde sosyo kültürel yapıya uygun yapılaşma yok’

Kentlerin imar planlarının yerel yönetimlerin ve siyasi ortamın değişmesi ile değiştiğini ve planlamalarda bir sürekliliğin olmadığını ifade eden Gülşen Özaydın, yerleşim alanlarının iyi seçilmesi gerektiğini, felaketler yaşanmadan alınacak kararların sürekli ve planlı ilerlemesi gerektiğini söyledi. “Üst ölçekli planlardan alt ölçekli planlara kadar sağlıklı bir iletişimin yürütülmesi gerekiyor ama bunun sağlanamadığını görüyoruz. En belirgin özellik bu, süreğen ve doğru planlamanın olmaması” diyen Gülşen Özaydın, bir diğer konun ise kentlerde yapılaşmanın halkın sosyo kültürel yapısına uygun olmayışı olduğunun altını çizdi.

‘Ekonominin inşaat sektörü üzerine kurulması felaketin boyutunu arttırıyor’

Rant sorununun da aslında doğal afetlere büyük yıkımlara davetiye çıkardığına vurgu yapan Mimar Gülşen Özaydın, şehirler kurulduğunda doğru planlamaların önemine dikkat çekerek, “Rant devreye girdiğinde o yapıların sosyolojisine, kültürüne uygun olup olmadığına bakılmadan yapılar inşa ediliyor. Ekonominin inşaat üzerine kurulması yanlış kararları ve üzücü durumları beraberinde getiriyor ne yazık ki” sözlerine yer verdi.

‘Toplum talepkâr ve bilinçli davranmalı’

Deprem başta olmak üzere doğal afetlerin şiddetini azaltmak için uzmanlık alanlarına önem verilmesi gerektiğini belirten Gülşen Özaydın, doğru bilginin tek başına yetmediğini ve yöneticilerin, iktidarların zihniyet yapısının değişmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Beklenen olası Marmara depremine karşı da güçlendirilme çalışmalarının hızlanması ve aynı zamanda doğru planlama gerektiğini belirten Gülşen Özyadın, “Kentsel dönüşüm planları çıkarıldı ama burada yurttaşların ekonomik yapısı düşünülmedi bu da yapısal değişimlerin önünü kesiyor. Aynı zamanda iktidar ve yerel yönetimler arasında da doğru ortak uzlaşı sağlanması gerekiyor. Bunlar yapılmadığı sürece çözüm üretemeyiz” dedi.

Gülşen Özaydın, kentlerin ve yaşam alanlarının güvenli olarak inşa edilmesi için sürekliliğin önemli olduğunu belirterek, toplumun da bilinçli davranması ve talepkâr olması gerektiğini kaydetti.