Deprem bölgesinde insanlık suçu işlendi

Sosyolog Aslıhan Han, depremle birlikte açığa çıkan her bir şeyin şimdi konuşulması gerektiğine dikkat çekerek söylemlerin ve yapılanların arka planı ve işaret ettiklerini anlattı.

SERPİL SAVUMLU

Haber Merkezi-  Mereş merkezli iki depremde birçok kentte büyük yıkımlar yaşandı. Enkaz çalışması ise depremden günler sonra başlarken, halkın devlete  öfkesi ise kameralara yansıdı. Kameralara yansıyan diğer bir görüntü ise hısızlık yaptığı iddiasıyla yakalanan çoğunun mülteci olduğu gençlerin, resmi üniformalı kişiler ve sivillerce işkence edildiği anlardı. Dijital medyada görüntülerin servis edilmesi ardından bir çok kesimden tepki gelmeye başladı. Depremin ardından yansıyanların nelere işaret ettiğini Sosyolog Aslıhan Han ile konuştuk.

Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığına bağlı Mamak Sosyal Hizmet Merkezi’nde öğretmen kadrosunda çalışırken 675 sayılı KHK ile işten atılan Sosyolog Aslıhan Han şuan depremzedeler için çalışıyor. Aslıhan Han gibi onlarca KHK’li depremzedeler için geliştirilen yardım çalışmalarına katılıyor. Geç hareket edilmesinin ve Sivil toplum kuruluşlarının ve gönüllülerin kurtaracakları her bir canın önüne OHAL ve militarist güçlerle engel olunmasının insanlık suçu olduğunu söyleyen Aslıhan Han, “Felaketin nedenleri bugün konuşulmayacaksa yarın yine geç kalınmış olacaktır” diyor. 

‘Koordine olamama devletin kurumlarının çürümesinde aranmalı’

3 gün boyunca devlet kurumlarının bölgeye gitmediği/gidemediği söylendi. Bu durum yetkiyi tek merkezde toplayan tek adam rejimine bağlandı. Deprem ve sonuçları tek adam rejimi ile ilgili neyi gösterdi?

Deprem bölgesine resmi kurumların özellikle kurtarma ve sağlık ekiplerinin süratle gidememesini veya gönderilememesini “tek adam rejimine” bağlamanın tek bahane olmadığını düşünüyorum. Eğer müdahaledeki gecikmenin tek gerekçesi bu olsaydı 2018’den önceki afetlere yönelik müdahaledeki yetersizliklerini nasıl açıklayabiliriz? Devlet bürokrasisinin hantallığı, bürokratların gerçeklikten uzak konfor içindeki yaşam tarzları, olağanüstü durumlara karşı devlet yapısının planlanmaması ve en önemlisi de siyasi iktidarın insan yararına ve ekolojik dengeyi koruma temelli politikalarının olmaması ve bilimsellikten uzak yetersiz teknik donanım deprem bölgesine müdahaleyi geciktiren faktörler arasında. Devlet kurumları istese de kendi aralarında koordine olamıyor, iş bölümü yapamıyor.  Kurumlar arası koordine olamama  “tek adam rejimin” de ötesinde devletin kurumlarının çürümesinde aranmalıdır.

İnsanlık suçu

Büyük afetlerde gönüllü kuruluşlarla, demokratik kitle örgütleriyle iş birliği ve organizasyon yapmamaları da hareket alanlarını daraltan bir anlayıştır. Devlet yetkililerinin ulaşamadığı deprem bölgelerine gönüllü kişi ve kuruluşların ulaşmasını engellemeleri de insanlık suçu kapsamında değerlendirilmelidir.

Sivil toplum kuruluşlarının ve gönüllülerin kurtaracakları her bir canın önüne OHAL ve militarist güçlerle engel olunması insanlık suçudur.  Devlet kurumlarının vatandaşlar arasında bölge ve etnik kimlik ayrımı yapmadan, hayat kurtarmaya odaklanması ve yaşamsal ihtiyaçları karşılama temelli halkçı bir çalışmayı gönüllülerle yapabilmesi gerekiyor. Ancak, depremin bu ilk haftalarında bile yardım ve dayanışmayı engelleyen uygulamalar görmekteyiz. Toplumsal yaşam içerisinde ötekileştirilen, ayrımcılığa uğrayan ve kamu hizmetlerinden eşit yararlanamayan halkın bir kesimi, deprem bölgesinde de aynı uygulamaya maruz kalması devletin değişmeyen faşist yüzüdür.

‘AKP iktidarı dini öğelere sarılıyor’

İktidar tarafından sürekli olarak bir ‘kader planı’ söylemi dile getirildi. Bunun sokağa yansıması nasıl?

AKP iktidarı kendi ihmal ve beceriksiz politikalarını gizlemek için toplum üzerinde etkili olduğunu düşündüğü dini öğelere sarılmaktadır. Bu durum sadece depremde değil, maden ocağındaki katliamda, sel afetinde de sarıldığı yalanlar olmuştur. Ne yazık ki toplumun önemli bir bölümü “her şeye rağmen” buna inanmaktadır.  Türkiye de dinci gruplar her dönem toplum tabanında tutunacakları bir kitle bulmaktadır.  15 Temmuz sürecinde her ne kadar da “dini” gruplarla arasına mesafe koymaya çalışan bir grup olsa da yine de büyük bir kesim halen bu söylemlerden etkilenmektedir. Erdoğan hükümeti de her dönem bu argümanları gündemde tutara kitlesi ile etkileşimini sürdürmüştür. Özellikle de toplumda farklı düşünenleri karşı karşıya getiren, kutuplaştıran söylem ve politikaları sık sık kullanarak kendine alan açmaktadır. Ya dini gruplara manevi destek veren ya da özgürlükçü düşünenlere düşmanca söylemleri başvurarak, taraftarlarını yakın halkada tutmaktadır. Deprem bölgesinde ki can kayıplarının, yıkılan binaların, yok olan şehirlerin bedelini ödememek için yine halkı kutuplaştırmaya çalışmakta. AKP'nin “kader” dediği yıkımın gerçek nedenleri sansüre rağmen konuşulmaktadır. OHAL ilan edilmesi de bu “kader planının” gerçek olduğuna halkı inandırılması için de kullanılacaktır.  Her dönem hükümetlerin can simidi olarak gördüğü kadercilik, bu defa bardağı taşıran son damla olabilir. “Kader planı”  AKP’ye bedel ödettirecek plana dönüşmek üzere.

‘Biriken öfke bastırılmaya çalışılıyor’

İnsanlar “yardım gelmiyor” dediklerinde tehdit ediliyor. Yardım yapanlar için “seçim çalışması yürütüyor” deniliyor. Kayıplarının yasını öfkeyle tutan halk için bu ne ifade ediyor? Bu öfke bu söylemlerde bastırılabilir mi?

20 yıllık AKP iktidarının toplumu ne kadar yaraladığını ne kadar böldüğünü görmek için deprem bölgesine bakmak yeterli.  “Her şeye rağmen hayat devam ediyor” artık söylenemeyeceği bir felaket yaşandı.  Bu kadar büyük bir acının için de bile kutuplaştırılmaya çalışılan bir halk var. Siyasi iktidarın kimsenin acısına merhamet göstermeyeceğini depremzedelerin sesini kısmasında gördük. Gönüllülerin ve muhalefet partilerin yardım çalışmalarına engel olması AKP nin “seçim çalışması” olarak değerlendirilmelidir. Zor ve tehdit, şiddet ve korku AKP’nin vazgeçemediği iktidar olma araçlarıdır. Deprem bölgesinde büyüyen öfke ve tepkiyi kamuoyuna duyuracak her türlü sesi kesmek, toplumsal dayanışmayı engellemek ve suçunu bastırmak için de “günah keçisi” bulmaktan çekinmedi. Sığınmacıların suçlanması, depremzedelerin hırsızlıkla suçlanması, yağmalama yapılıyor yalanları ile bölgedeki felaketi kamuoyundan gizlemeye çalışmaktadır.  Belki de SADAT ya da İŞİD yöntemlerinin deprem bölgesinde görünür kılınması, halkın biriken öfkesini bastırmaya çalışmasındandır.

OHAL ne işe yarayacak?

OHAL’in esasen bu baskı politikasının bir yansıması olarak değerlendiriliyor. Neler söylersiniz OHAL’in etkisi nasıl olur?

OHAL’in ne için ve kimlerin yararına kullanıldığını deneyimlemiş bir toplumuz. 15 Temmuz sonrası 3 aylığına ilan edilen OHAL, 2 yıl sürdü. Anayasa ve insan hakları ihlallerini OHAL kapsamında yapılması telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurdu. Bugün deprem bölgesinde ilan edilen OHAL’in insanların yararına uygulanabileceğine kimse inanmıyor. 4. gün ilan edilen OHAL için iyi düşünmek pek mümkün değil. Hayat kurtarmada 72 saatin önemi bilinmesine rağmen ,OHAL in 4. gün ilan edilmesi  enkazdaki kurtarma çalışmalarını  hızlandırmak, can kurtarmak  olmadığını tahmin etmek mümkün. Deprem sonrasının planlanması ve şehirlerin yeniden imarı için de var olan yasalar yeterli iken OHAL ne işe yarayacak? Deprem bölgesinde kurtarma çalışmalarında yaşanan eksiklikleri arka plana atmak için “yağmacıları” gündemde tutmaya çalışarak ve aynı zamanda militarist güçlerle de korku vermeye çalışan iktidar neden OHAL ilan eder ki? Binlerce can kaybı ve yüz binlerce yaralının olduğu, yok olmuş şehirlerin sahiplerinin öfkelenmesi, tepki göstermesi kadar doğal ne olabilir? OHAL bu tepkiyi bastırmak için mi uygulamada? Yaralarını dayanışmayla saracak yurttaşa karşı mı OHAL uygulamada? Yoksa halka mezar olan binalara izin verenlerin korunması için mi OHAL uygulamada?

Suç gizleme taktiği

“Bugün siyaset konuşma zamanı değil” sözleri ile depremin insani felakete dönüşmesinin siyasetle bağı gizlenmeye çalışılıyor. Bu durumla ilgili yorumunuz nedir? Toplumun öfkesi düşünülünce bu söylemler neden yaygınlaştırılıyor?

Felaketin nedenleri bugün konuşulmayacaksa yarın yine geç kalınmış olacaktır. Tam da şimdi somut durum üzerinden değerlendirmeler, eleştiriler ve hesap sormalar yapılabilmelidir. İktidar, bir yandan depremin yüzyılın felaketi olduğunu propaganda ediyor, diğer yandan kaderin önüne geçilmez algısını yayıyor. Kendisini aklayan her türlü propagandaya sınırsız yer verirken, gerçekleri göz önüne seren ve hesap soranları da merhametsizlikle suçlaması tam da suçunu gizleme taktiğidir. İktidarın gerçekleri gizleme, gerçekleri söyleyenleri terörist olmakla suçlaması yeni değil. Doğal afetin, tam bir katliama dönüşmesinin nedenlerini kitlelere ulaştırmak önemli bir görev olmalı. Bu felaketin bir daha olmaması için “dua” etmenin bir anlamı olmadığını göstermek gerekiyor. İmar affının kaç canın gitmesine sebep olduğunu konuşmak “siyaset” değil, zemin etüdü yapılmadan arsaya inşat izni verilmesinin yasadışı olduğunu anlatmak, yapı denetiminin rüşvetle halledildiğinin belgelerini göstermek suçluların cezalandırılmasın talep etmektir. Hem iktidarın değişmesi hem de iktidarı ayakta tutan çürümüş sistemin değişmesi için tam da “siyaset yapma” zamanıdır.

‘İktidar kendisi için şiddete başvuruyor’

Bölgeden ‘yağma’ iddiaları ve akabinde bu iddialarla asker, polis ve manipüle ettikleri kitlelerinin insanlara işkence yaptığı, katlettiği haberleri geliyor. Bazı paramiliter hesaplar ‘yağmacı’ iddiasıyla işkence yaptıkları insanların videolarını sosyal medyada paylaşıyor. Bununla hedeflenen nedir?

Halka gözdağı vermek, korkutmak ve tedirgin ederek gerçekleri söylemesinin önüne geçmek olduğunu biliyoruz. İktidar her alanda kendi devamlılığını sağlamak için şiddete başvurmaktan geri kalmamıştır. Korkunun iktidarını kurma çabası içerisindeki AKP, 20 yıllık sürede bunu başaramadı. Halkın bu konudaki güçlü iradesi AKP'nin korku iktidarını kuramayacağını gösterdi. İktidarın tümden insanlıktan çıktığının en bariz göstergesi de felaket bölgesinde bile militarist faşist güçleri ile işkenceyi meşrulaştırmaya çalışması. Hem halka gözdağı verme çabası, hem hedef şaşırtma hem de acımasızlığında sınır tanımadığını göstermek olarak değerlendirebiliriz. “daha kötüsünü de” yaşatırım mesajları ile dolu uygulamalarından geri atmayacağını göstermiş oldu.

Başta Suriyeliler olmak üzere deprem bölgesine yardıma giden kişilerin ‘yağmacı’ diye işkenceye uğradığı haberleri var. Bu durum devletin üstlenmediği sorumluluğu üstlenen halkların, demokrat insanların dayanışmasını nasıl etkiler? 

İktidar, hem kendi hırsızlığını hem de vazgeçemediği çetelerin ülkeyi talan etmesini  “halka hizmet” olarak sunarken, ihtiyacı kadar alan ya da enkazdan can kurtaramaya çalışan mültecileri hırsız olarak sunması, tamamen hedef şaşırma çabaları. Mültecilere yönelik şiddet eylemleri tamamen iktidarın yönlendirmesine bağlıdır. Daha düne kadar oy potansiyeli olarak gördüğü mültecileri, AKP’nin  bugün yağmacı olarak göstermesi, yaşanan felaketin oy beklentisinden büyük olduğunu gösteriyor.

‘Şimdi tam da hesap sorma zamanı’

Bugün bu duruma doğru bir tavır konulmazsa nasıl sonuçlar yaratır? Ve bu vahşet karşısında neler yapmak gerekir?

Doğal afetlerin büyüklüğü ve insanlar üzerinde yarattığı yıkıcı etkisi, yaşamı değiştiren, yeni durum ve sorunlar yaratan sonuçları da beraberinde getirir. Bu sorunlar ve değişim insanların hazırlık düzeyine göre değişir. “Depreme hazırlıklı olmak” yıkıcı etkisini azaltacak koruyucu önleyici tedbirlerin ne kadar alındığına bağlıdır. Doğal yıkımların, toplumsal felakete dönüşmesi de zamanında ve yerinde alınmayan tedbirler nedeniyledir. Yakınlarını yitiren, yaralana , ömür boyu sakat kalan, evini ve bütün mal varlığını kaybeden insanlara gerekli  yardımlar zamanında yapılmadığında felaketin büyüklüğü de artmaktadır. 6 Şubat depremi öncesi alınmayan önlemler ile afet sonrasında ki yetersizlikler birleştiğinde toplumsal felaketin büyüklüğü de ortaya çıkacaktır. Afetlere genellikle hazırlıksız yakalanılır ancak bilinen ve öngörülen doğal afetler yönelik tedbir almamak da katliama davetiye çıkarmaktadır. Tam da şimdi alınmayan bu önlemleri ve sorumlularını konuşma, hesap sorma zamanı olması gerekiyor. Yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği, yaralandığı bu felaketin bireyler üzerindeki psikolojik etkileri yoğun ve uzun süreli olacaktır. Yok olan şehirlerle birlikte, geçmişi de yok olan insanların yeniden hayata tutunması için bütünlüklü politikaların hayata geçirilmesi gerekmekte. İnsandan ve doğadan yana bilimsel politikaların hayata geçmesi ,yaraların iyileşmesi ve bir başka doğal afetin, felakete dönüşmemesi i için iktidarın değişmesini zorunlu kılmaktadır.

Kadınlar açısından depremin yarattığı tahribat nedir? Gözlemleriniz neler?

Felaketlerin insan üzerindeki etkilerinin büyüklüğü, toplumsal yaşamdaki rolleriyle de paralel büyümektedir. Kadınların ev ve çocuk arasında kurulu yaşamında “her şeyim” diye tanımladığı yuvasının bir anda yok olması, duygusal yıkımı da büyük yaşamasına neden olmakta. Aile bireylerinden birinin  ya da çocuklardan birinin kaybı durumunda kadın günlük yaşantısını sürdüremeyecek duruma gelmesi çok muhtemel. Felaket karşısında yoğun çaresizlik ve derin bir umutsuzluğa düşmesi durumunda hızla psikososyal destek çalışmalarını başlatmak ve sürekliliğini sağlamak gerekiyor.

Kadının işgücüne katılımın düşük olduğu  ve güvenceli işte çalışma koşullarının az olduğu ülkemizde, deprem felaketi ile bu eşitsizlik daha da artacaktır. Yeni iş alanlarının açılması belki de yıllarca mümkün olmayacaktır. Deprem sonrası ailenin maddi kayıpları ile yoksulluğu daha fazla hissetmesi, sorunlarını da artıracaktır. Yeniden inşa ve onarım sürecinde depremzede kadınların güvenceli işte çalışmasına ve sosyal destek politikalarına ağırlık verilmesi gerekiyor.