Cumartesi Anneleri direniyor: Devletin amacı suçlarını örtmek

Kayıp yakını Besna Tosun, Cumartesi Anneleri olarak devlet eliyle işlenen insanlık suçlarını görünür kıldıklarını, ifşa ettiklerini belirterek, “Devletin amacı da tabi ki bizi susturmak ve devletin işlediği suçların üzerini örtmek” dedi.

PELİN ÖZKAPTAN

İstanbul- Cumartesi Anneleri’nin gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdikleri eylem, 700’üncü haftada yasaklandı. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından getirilen yasak kararı hakkında, Anayasa Mahkemesi (AYM) iki kez ihlal kararı verdi. Ancak Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın simge haline gelen Galatasaray Meydanı’na her çıkışları polis müdahalesiyle sonuçlandı.

Mahkeme kararları uygulanmazken, eyleme katılanlar polis şiddetiyle gözaltına alındı. Mücadelelerini ısrarla sürdürmeye devam eden Cumartesi İnsanları’ndan Besna Tosun, yasak sürecini, Galatasaray Meydanı’nın önemini ve 90’lardan bugüne devlet politikalarını değerlendirdi.

‘Devletin amacı işlediği suçların üzerini örtmek’

Babası Fehmi Tosun’un 1995 yılında İstanbul’da polisler tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybedilmesinin ardından Cumartesi Anneleri ile yolu kesişen Besna Tosun, “Biz Cumartesi Anneleri olarak devlet eliyle işlenen insanlık suçlarını görünür kılıyoruz, ifşa ediyoruz aslında. Devletin amacı da tabi ki bizi susturmak ve devletin işlediği suçların üzerini örtmek” dedi.

Devlette suç geleneği sürüyor’

Her gelen iktidarın kendilerini hedef aldığını kaydeden Besna Tosun, şunları ifade etti: “Bize saldırmalarının sebebi de buradan bakınca anlaşılıyor. Çünkü biz şunu diyoruz her zaman: Gözaltında kaybetme insanlığa dair işlenmiş bir suçtur. Ve bu süreklilik taşıyan bir suçtur. Dolayısıyla kişi bulunana kadar onu kaybedenler (yani fiili olarak kaybedenler ve politik sorumlular) yargılanana kadar bu suç devam eder. AKP iktidarı da bu suçu görmezden geldiği, üzerini örttüğü, cezasız bıraktığı için bu suçun dolaylı olarak ortağıdır. Bu yüzden her gelen iktidarın direkt hedefi oluyoruz. Çünkü biz susmayı reddediyoruz, suça karşı mücadele etmeyi seçiyoruz. Çünkü bizde nasıl mücadele geleneği sürüyorsa, devlette de suç geleneği sürüyor.”

‘Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığını biliyorduk’

Hak ihlallerinin sadece Cumartesi Anneleri’ne değil birçok kesime yönelik olduğunu dile getiren Besna Tosun, “Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığını her alanda görüyoruz. Türkiye’nin AİHM, AYM kararlarını yok sayması ilk değil” dedi ve verdikleri hukuk mücadelesini şöyle anlattı:

“Biz de 700’üncü Hafta yasağından sonra bütün hukuki girişimlerde bulunduk. 5 yıl sürdü ve sonunda AYM, iki başvurumuza ihlal kararı verdi ve Galatasaray’daki yasağın hukuka aykırı olduğunu söyledi. Biz de bu karara dayanarak, bir basın toplantısı yaparak, yetkililere ‘AYM kararını uygulayın ve yasağı Kaldırın’ çağrısında bulunduk. Yine Galatasaray’a çıkmadan önce valilik, kaymakamlık ve İçişleri Bakanı ile görüşme talep ettik ancak hiçbir yanıt alamadık. Akabinde de 8 Nisan’da Galatasaray Meydanı’na çıkma kararı aldık. Bir geri dönüş almadığımız için çıkarken de engellenmeyle karşı karşıya kalacağımızı, Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığını biliyorduk. Ama tabi ki biz ısrar etmeye, hukuk çerçevesi içerisinde mücadele etmeye devam edeceğiz. 22 haftadır biz ‘AYM kararını uygulayın’ diye meydana çıktık, her hafta polis şiddetine maruz kaldık, ‘AYM kararı, hukuk yok biz varız’ tavrıyla karşı karşıya kaldık. Hukukun üstünlüğü talebiyle oradayız ama kendini hukukun üstünde gören bir anlayışla karşı karşıyayız ve şiddete maruz kalıyoruz.”

AYM kararının yanı sıra, 2 tane takipsizlik kararı olduğunu kaydeden Besna Tosun, “Savcılık, müdahale edilen buluşmamızı incelediğinde ‘burada bir suç yoktur’ dedi. Buna rağmen her hafta darp edilerek, kötü muameleyle gözaltına alınıyoruz. Görevini kötüye kullanan güvenlik güçleri, amirler ve kaymakamlıkla ilgili suç duyurusunda bulunuyoruz” dedi.

‘Kemiklerin kutu içerisinde verilmesini onlarca kez yaşadık’

Kayıplar ve faili meçhullerin yoğun olarak yaşandığı 1990’lardan bu yana devlet politikalarında ne değiştiğini sorduğumuz Besna Tosun, “Sadece yöntem değişti, kötülük, şiddet, dozu aynı” yanıtını verdi. Son dönemlerde yaşamını yitiren kişilerin cenazelerinin bir kutu içerisinde ailelerine teslim edilmesine ilişkin “Bu hem ölüye saygısızlık hem de kalanı cezalandırmak” yorumunu yapan Besna Tosun, şu değerlendirmelerde bulunu:

“Yakınlarımız kaybedildi, onları kaybederek bizi cezalandırdılar. Biz buna karşı mücadele ettik ve bu yüzden de bizden hırslarını alamıyorlar. Geride kalanlar bu insanlık dışı muameleye karşı susmadıkları, itiraz ettikleri, her gelen suç işleyen iktidara karşı direndikleri için devlet hırsını alamıyor. Gidene zaten yapabileceği en kötü şeyleri yaptı. İnsanlara önce işkence ettiler, işkencede ölen insanları kurşuna dizdiler, yaktılar ve toplu şekilde gömdüler. Bu insanlardan geriye kalanlar 20 yıl sonra bulunduğunda DNA testiyle tespit ettiler, kemiklerini kaybettiler sonra tekrar buldular. Yani yakınlarına yaşattıkları zulüm hiç bitmiyor ve bunu sistematik olarak yapıyorlar. Kemiklerin çuval, kutu içinde verilmesini bir, iki kez değil onlarca kez yaşadık. Bulunan çok az kayıp oldu ama bulunanların hepsine aynı muamele yapıldı.”

‘Tırnakla kazılacak yere iş makineleri soktular’

Kulp’ta bulunan toplu mezardan çıkarılan kemiklerin de aynı muameleye maruz kaldığını hatırlatan Besna Tosun, yaşananları şöyle aktardı: “Kulp’ta toplu mezar bulunduğunda, arkeolojik olarak kazılar yapılması, uzmanlar dışında kimsenin girmemesi gereken bir alandı. Tırnakla kazıyacakları, insanların kemiklerinin olduğu yere iş makinesi sokup, kepçelerle kazdılar. Orada bulunan kalıntılar, yakınları oradayken çöp torbalarına doldurulup götürüldü. Kayıp yakınları olarak bu zulmü hep yaşadık. Evet yakınlarımızın nerede olduğunu bilip, onlardan geri kalanları alalım istiyoruz. Ama ben Kulp’ta yaşananları gördüğümde, ‘Babamı böyle bulacaksam, hazır değilim’ duygusunu yaşadım. Çoğu kayıp yakını da bunu yaşıyor. Bu zulmün vardığı noktayı tarif etmek gerçekten çok zor.”

‘Hukuk tanımayan bir devletle karşı karşıyayız’

“Bir anne için şöyle düşünün; sabah oğlunuzu öpüp kokluyorsunuz, sapasağlam çıkıyor evden ve 20 yıl sonra ‘bu senin oğlun’ diye bir torba veriyorlar elinize. Ya da babanız, eşiniz, kardeşiniz…” örneğini veren Besna Tosun, “Geçmişte kaybettiler bugün bu zulmü uyguluyorlar. Bulduğunuzda da o acı katmerlenerek devam ediyor yani” diye konuştu. Besna Tosun, “Artık çok daha profesyonel davranıyorlar. İnsanlar kaybedilmiyor artık belki ama gözaltına alıp işkence yapıyorlar. 15 Temmuz’dan sonra, OHAL döneminde kayıtsız gözaltılar oldu. Ki bu kaybetmenin ilk adımıdır. Örneğin ESP’li Gökhan Güneş kaçırıldı, günlerce haber alınamadı. Arkadaşları, İnsan Hakları Derneği, herkesin yarattığı büyük kamuoyu sonucunda bulundu. Günlerce çok ağır işkencelere maruz kaldığı ortaya çıktı ve işkence izlerini iyileştirip öyle bıraktılar resmen. Bu kadar profesyoneller. Hukuk tanımayan bir devletle karşı karşıyayız” dedi.

‘Toplum susturulmak isteniyor’

Uygulanan bu politikalarla toplumu korkutmanın amaçlandığını belirten Besna Tosun, “Kişiyi kaybederek toplumu korkutup susturmayı amaçlıyorlar. ‘Devam edersen senin de sonun bu olur’ demek istiyorlar. Kaybetme suçu çok korkunç ve birden fazla mağduru var. Ailesi, arkadaşları, mücadele arkadaşları, belki komşuları… Bir kişi kaybediliyor belki ama mağdur yüzlerce kişi ve aynı zamanda toplum. Topluma o korku yayılıyor ki bu çok insani bir durum ve bu yüzden susturmayı da kısmen başarıyorlar.

‘Çoğu anne Galatasaray’ı evlatlarının mezarı olarak görüyor’

“O meydanın önemini anlamak istemiyorlarmış, anlamıyorlarmış gibi davranıyorlar ama aslında oranın bir hafıza mekanı olduğunun farkındalar” diyen Besna Tosun, bu meydanın bazı anneler için çocuklarının mezarı anlamını taşıdığını vurguladı. Besna Tosun, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İstanbul’un göbeğinde bir meydan 5 yıldır, 7/24 abluka polis ablukasında bu inanılmaz ve korkunç. Aslında böyle yaparak o hafızayı görünür kıldıklarının farkında değiller. O hafızayı yok etmeye çalışıyorlar. Biz oraya sahip çıkıyoruz. Bazen ‘niye ısrar ediyorsunuz, gidin başka yerde yapın’ diyorlar. Hayır başka yerde yapmayacağız. Çocukları kaybedilen annelerin gidecek mezarları yok. Çoğu anne orayı evlatlarının mezarı olarak görüyor. Ellerinde karanfille oraya gitme sebepleri bu. Çünkü çocuklarının karanfil bırakacakları, ziyaret edecekleri bir mezarı bile yok. Dolayısıyla ‘bu meydandan vazgeçin’ demek, ‘sevdiğiniz insanlardan vazgeçin’ demek. Sevdiklerimizden de onları arama mücadelemizden de onlarla buluşma mekanımızdan da vazgeçmeyeceğiz.”