‘Bu Kalabalığı Hatırla: 6284’ gösterimi yapıldı
“Bu Kalabalığı Hatırla” serisinin 2’nci bölümü olan “6284” filmi gösterildi. Film sonrası yapılan panelde konuşan kadınlar, kadın hareketinin kararlılık ve iş birliği ile çok büyük yollar katedilebileceği mesajını verdi.
İstanbul- Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği, "Bu Kalabalığı Hatırla" serisinin 2’nci bölümü olan "6284" filminin gösterimini düzenlediği etkinlikle İstanbul'da gerçekleştirdi. Etkinliğe çok sayıda kadın katıldı. Burcu Melekoğlu ve Vuslat Karan'ın yönetmenliğini yaptığı filmde, 6284 sayılı Kanun'un tarihi ve kadın hareketinin mücadelesi anlatıldı.
Film gösteriminin ardından düzenlenen panele, Eşitlik İçin Kadın Platformu'ndan (EŞİK) avukat Hülya Gülbahar, Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği'nden Zelal Ayman ve Berfu Şeker, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı'ndan Deniz Bayram, Rosa Kadın Derneği'nden İrem Yıldız ve 17 Mayıs Derneği'nden Anjelik Kelavgil konuşmacı olarak katıldı.
Panelde ilk olarak konuşan Hülya Gülbahar, 1980 sonrası kadınlarla ilgili çıkartılan yasaların her şeyinde çok zor bir sürecin yaşandığını anlattı. Hülya Gülbahar, 6284 sayılı yasanın öncülü olan 4320 sayılı yasaya ilişkin verdikleri mücadeleyi şöyle anlattı:
“Biz feminist hukukçular olarak ya da feministler olarak hiçbir zaman kanunun adını, numarasını falan pek saymayız. Yaşayan hukuk olacak kitaptaki değil. Ya da kitaptan alacağız hayatın içine sokacağız bu meseleyi. Ama inat olsun diye hem 6284 için hem de öncesi kanun olan 4320 için numarayla anılıyoruz. Çünkü bizim ailenin korunması diye başlayıp kanunun adını söylememizi istediler. İtiraz ettiğimiz ve uyardığımız halde inadına bunu yaptılar. İstanbul Sözleşmesi'nde bile ev içi şiddeti aile içi şiddet yaptılar. O yüzden biz de 4320'yi 1997'den başlayarak biz de numarasını söyleriz dedik o yüzden 6284 diye gidiyor.”
‘Devlete sığınağın neden önemli olduğunu anlatmaya çalıştık’
4320 yasa sürecinde Mor Çatı Vakfı gönüllülerinden olduğunu belirten Hülya Gülbahar, “Sığınak işletiyoruz. Devlete sığınak neden önemli diye anlatmaya çalışıyoruz. Sığınak diyoruz sığınma evi demiyoruz. Çünkü aynen afet hali gibi, aynen savaş hali gibi canını kurtarmak için gidilen bir yer o yüzden sığınma evi değil konukevi hiç değil sığınaktır. Sığınağa sığınak demek lazım. Sığınağı kendi tecrübelerimizle gördük” dedi.
‘İlk yürüyüşümüzde 10 kadındık’
O dönem dünyada Amerika'nın bazı eyaletlerinde, Yeni Zelanda'da ve Avusturya'da koruma emri diye şiddet uygulayan erkeğin uzaklaştırıldığına dair yasalar çıktığını gördüklerini belirten Hülya Gülbahar, 4320 yasa sürecindeki mücadelelerini şöyle aktardı:
“Tamam dedik aradığımız şey bu. Dolayısıyla iki yüzü olan bir mücadele politikası izlemek lazım. Sığınaklar ve danışma merkezleri. Koruma emri dahil şiddet uygulayanı durduracak mağdura da destek verecek çift yönlü politika. 4320 taslağı böyle olmuştu. Meclis’te bekliyor taslak. Devlet Bakanı Işılay Saygın çıkartamıyor. Aile adından taviz vererek sonradan çıkarttığını söyledi bize. Türkiye çapında 50 bin üzerinde imza topladık. Ve bu imzaları Işılay Saygın'a sunduk. Ve dedik ki 15 günde bir Beyoğlu'nda yürüyüş yapalım. Birinci yürüyüşte 10 kadın falandık. Slogan atıyoruz kimse bizi duymuyor. İstiklal caddesindeki kalabalıkta kimse yürüyüş yaptığımızın farkında değil. Eylem yapıyoruz kimseye fark ettiremiyoruz. Öteki hafta davul getirdi bir arkadaşımız 20 kişi olmuştuk. Davul olunca herkes bize bakıyor tabi ki. Arkadaşımız davul çalıyor biz slogan atıyoruz. En son yürüyüşümüze 200 kişi katılmıştı. Kolay olmuyor bu süreçler. 4320'yi o yüzden anlattım. Belgeselde de görüyoruz Feminist Gece Yürüyüşü'ne gelene kadar bizim sokaklarda 10-15 kadınla eylemlerimiz vardı. Şiddet yasasının arkasında da böyle bir sürü emek var."
‘İstanbul Sözleşmesi yürürlükte’
6284'e sayılı yasaya gelirken de yeni bir şiddet yasasını yapmak gerektiğini anlatan Hülya Gülbahar, “Platform oluşturmamız lazım ama platform oluşturmak çok zordu. Sonuçta platform oluşturduk. 6284'te de TCK'dan tecrübeli olduğumuz için İstanbul Sözleşmesi taslağının içinde yer aldık. 6284 ile ilgili Bakanlıkla müzakerelere başladık. Önce İstanbul Sözleşmesi'nin çekincesiz imzalanmasını istedik çünkü çekince hazırlıyorlardı. Diğer partilere gittik ‘acele ettirmeyin, bize zaman tanıyın. Bakanlıkta çok güzel çalışma başlattık size sonuçları her aşamada bildireceğiz bizi destekleyin’ dedik. İstanbul Sözleşmesi Meclis'ten oy birliğiyle kendiliğinden geçmedi. Bizim, kadın hareketinin emeği var. İstanbul Sözleşmesi adını boşuna almadı emeğimiz var, Türkiye çekincesiz imzaladı emeğimiz var” dedi.
’14 Mayıs’ta başka bir iktidara uyanacağız’
Hülya Gülbahar, İstanbul Sözleşmesi’nin hem 6251 Onay Kanunu’nun yürürlükte olması hem de 6284 sayılı kanunun içine yansıtıldığı için hala yürürlükte olduğuna vurgu yaptı. Yasada yer alan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi’nin şu an uygulanmadığına dikkati çeken Hülya Gülbahar, “14 Mayıs'tan sonra başka bir iktidara uyanacağız. İşte o zaman yine ‘kanunlara dokunmayın uygulayın’ diyeceğiz. Daha güçlendirilmiş işler yapacağız” diye konuştu.
‘Kadının beyanı üzerinden harekete geçilecek ve herkes alışacak buna’
6284 sayılı yasaya göre şiddet önleme merkezlerinin bütün illerde olmasının zorunlu olduğunu hatırlatan Hülya Gülbahar, “Büyük illerde en az iki tane olmak zorunda, 7/24 hizmet vermek zorunda. Şiddeti önleme meselesi çok önemli. Kadının beyanı üzerinden harekete geçilecek ve buna herkes alışacak. Bunda hiçbir tereddüt yok. Mağdurun beyanı, çocuğun beyanı deyince bir şey denilmiyor kadının beyanı deyince ortalığı yıkıyorlar. Hayır. Yasa çok net tartışılacak bir şeyi yok” dedi.
‘Önleyici tedbirleri tekrar tekrar anlatmak zorundayız’
6284 sayılı yasanın unutulan tarafının önleyicilik tarafı olduğunun altını çizen Hülya Gülbahar, “Milyonlarca kadın ve kız çocuğunun hayatını şiddetten kurtaracak şey önleyici faaliyetlerdir. Zarar gördükten sonra yaraların sarılması, failin cezalandırılması sonraki aşama. 6284 yasa çerçevesinde önleyici tedbirleri tekrar tekrar topluma, siyasetçilere anlatmak zorundayız" diye kaydetti.
Zelal Ayman: Örgütlülük kadınlar için özel bir yasa çalışmasına götürdü
Hülya Gülbahar'ın ardından Zelal Ayman konuştu. Şiddete Son Kampanyası’nın nasıl örgütlendiğini, kampanya sürecinin nasıl geçtiğini anlatan Zelal Ayman, şunları aktardı:
“90'lardan itibaren Türkiye Kadın Hareketi örgütlenme konusunda çeşitli eylem ve araçları bulmaya çalıştı. Buldu da çok da başarılı oldu. Feminist kurumların da oluşmaya başladığı bir dönem oldu. Şiddetle ilgili ortaklaşma süreci ve şiddete karşı birlikte olma süreci bizi çok doğal olarak örneğin 8 Mart Kadın Platformu gibi ortak örgütlenebileceğimiz platform tipi örgütlenmelere taşıdı. 1997 örgütlü mitingi aslında örgütlenmemizin çok önemli bir sonucu oldu. Bu bizi Türkiye tarihinde ilk defa kadına yönelik şiddetle ilgili özel bir yasa çalışmasına ve kampanyasına götürdü. Ben o zaman sokak ayağındaydım ve pazarlarda imza topluyorduk. Bir grup arkadaşımız Meclis'te kulis ve lobicilik yapıyordu. Medya ile ilgili çalışmalarımız vardı. Haftalarca imza topladık. 4320'de keşfettiğimiz ve uyguladığımız bütün bu yöntemleri hemen akabindeki Medeni Kanun reformu kampanyasında, hemen arkasından gelen TCK reform kampanyasında güçlü uyguladık.”
‘Birlikte hareket edildiği sürece büyük yollar kat edebileceğiz’
Bu tip kampanyalarda, örgütlenmelerde kadın hareketinin başarısının çok kilit bir şeyinin kaynağın kadın hareketinin kendi içindeki örgütlülüğü olduğunu vurgulayan Zelal Ayman, “Kadın hareketi bileşenleri birlikte hareket ettiği sürece, karşılıklı güven ve kararlılık iş birliğinde ben çok büyük yollar katedilebileceğini düşünüyorum. Bunu yaşayarak gördüm. 1997'de başlattığımız o başarılı kampanya sürecini mirası, birikimi sayesinde Şiddete Son Kadın Platformu ve 6284 çalışmalarımızı çok güzel sonuçlandırabildik. O tarihin çok büyük katkısı oldu. Hem bize deneyim olarak hem kadın hareketinin bu tip örgütlenmelerde hareket kabiliyetine."
Panel diğer konuşmacıların anlatımlarıyla devam etti.