Avukat Eren Keskin: Öcalan üzerinde uygulanan tecrit politik bir karardır

İmralı’da uygulanan mutlak tecridi konuştuğumuz hak savunucusu ve Avukat Eren Keskin, Türk devletinin tecrit uygulamasının politik bir seçim olduğunu belirterek, “Tecrit insan haklarına aykırı bir durum ve kaotik bir süreci de beraberinde getiriyor” dedi.

ELİF ÇETİNER

İstanbul- İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 25 yıldır ağır tecrit altında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile cezaevindeki diğer tutsaklar; Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş'tan 35 aydır haber alınamıyor. 10 Ekim 2023 tarihinde 74 merkezde başlatılan ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm’ kampanyası büyüyerek devam ediyor. Son olarak, uluslararası hak ve hukuk örgütlerinden oluşan 14 kuruluş, 12 Ocak'ta Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi'ne (CPT) başvuru yaparak, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nin “acil ziyaret” edilmesi talebinde bulundu. Yine buna paralel olarak Türkiye’deki 35 barodan bin 330 avukat, 22 Ocak’ta görüşme talebiyle Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulundu.

Avrupa ve Kürdistan kentlerinde Kürt halkı ve dostları Şubat ayı içerisinde gerçekleşecek olan büyük yürüyüşlere hazırlanırken, Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde 27 Kasım 2023 tarihinde başlatılan açlık grevleri ise dönüşümlü olarak, devam ediyor.

İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin, İmralı’da uygulamaya sokulan tecridi ve tecridin topluma yansımasını değerlendirirken, muhalefetinde tecrit politikasına yaklaşımını eleştirdi.

‘İmralı’da yaşanan sürecin hukukla anlatılması mümkün değil’

Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilerek İmralı Cezaevi’ne konulduğu tarihten buyana farklı bir hukukun uygulandığını ifade eden Eren Keskin, devamında şunları belirtti:

“Bu hukukun nereye bağlı bir hukuk olduğunu da bugüne kadar kimse tam olarak adlandıramadı. Aslında tecrit, ilk baştan itibaren uygulanan bir yöntem, ama zaman zaman ağırlaştırıldı, zaman zaman daha hafifledi fakat son birkaç yıldır hem iç hukuka hem de uluslararası sözleşmelere tamamen aykırı bir şekilde görüş yasağı söz konusu.

Bunun hukukla anlatılması mümkün değil çünkü hukuki bir dayanağı yok. Bu coğrafya da yerleşik hukuka göre hükümlü olan yani aldıkları cezaları kesinleşmiş olan insanların ceza evinde avukatları ve aileleri ile nasıl görüşebilecekleri yasa ile bağlanmış yani yazılı hukuk bunu belirlemiş. Ama buna rağmen İmralı Cezaevi’nde Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi iç hukukunu da uygulamıyor. Cezası kesinleşmiş hiçbir mahpusun yıllarca ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmemesi diye bir şey söz konusu olamaz. Bu tamamen hukuk dışı. Tabi ki bu Öcalan ve orada kalan diğer üç mahpusun da aileleri ile görüşememeleri büyük bir hukuk ve aynı zamanda insan hakları ihlali. Aynı zamanda da politik bir sonucu var.” 

‘İmralı tecridi topluma da tecrit olarak yansıyor’

“İmralı cezaevinin hayattan tamamen koparılmış olması Kürt sorununda çözümsüzlük politikasının en açık göstergesidir” diyen Avukat Eren Keskin, özellikle son on yıldır büyük bir çözümsüzlüğün devam ettiğini kaydetti. Kürt sorununa dair taleplerin dikkate alınmadığını ve Kürt siyasetçilerin tutuklanarak ifade ve örgütlenme özgürlüklerinden yoksun bırakıldığının altını çizen Eren Keskin, yaşananları kaotik bir süreç olarak tanımladı.

İmralı’da sürdürülen tecrit politikasının topluma da tecrit olarak yansıdığını vurgulayan Eren Keskin, “Biz avukatlar da aslında izolasyona tabi tutuluyoruz. Çünkü müvekkillerimiz ile görüşmelerimiz kısıtlanıyor. Bizim de mesleğimizi yapmamızın önünde engeller var. Bu tecrit politikası aslında bütün topluma tecrit olarak varlığını devam ettiriyor” dedi.

‘Muhalifim diyen kesimler İmralı’daki hukuksuzluğu görmüyor’

Esas tartışılması gerekenin kendilerine muhalifim diyen kesimin hak ihlaline maruz bırakılanlar arasında seçici davranması olduğunu söyleyen Eren Keskin, Maalesef ki bu coğrafya da kendilerine muhalifim diyen çevrelerin büyük çoğunluğu mağdur konusunda seçici davranıyor. Bugün İmralı Cezaevi’nde hukuksuzluk olduğu son derece açık ama öznenin kimliğine bakarak kendilerine muhalifim diyen birçok çevre, siyasi parti, sendika ve örgüt orayı görmezden geliyor. Oysaki bu son derece önemli toplumsal sonuçlar doğurabiliyor. Maalesef bu konuda büyük bir sorun yaşıyoruz yani muhalefetinde çifte standarttı var bu konuda. Sadece Kürtler, Kürt siyasi hareketi ve insan hakları savunucuları İmralı’da yaşanan tecridi dile getiriyor” diye belirtti.

‘Tüm kesimler bu konuya duyarlı olmalı’

İnsan Hakları Derneği olarak defalarca Abdullah Öcalan ile İmralı da görüşmek için baş vuruda bulunduklarını fakat bu başvuruların hiçbirinin kabul edilmediğini dile getiren Eren Keskin, devamında şu ifadelere yer verdi: “En son İHD ve ÖHD olarak bir metin imzaladık. Hem uluslararası kurumlara gönderdik hem de Türkiye’deki iç kurumlara gönderdik. Maalesef bugüne kadar bir sonuç alamadık. Bir taraftan şu anda bu gerekçe ile başlatılan açlık grevleri var cezaevlerinde ve ben son geçtiğimiz ay Diyarbakır Cezaevi’ne gittiğimde mahpuslar, ‘çok kararlı olduklarını ve bunların kimsenin tahmin edemeyeceği sonuçlar doğurabileceğini’ dile getirdiler. Bu korkutucu aynı zamanda insan hakları açısından. O nedenle bence bu coğrafya da kendilerine muhalifim diyenler, Kürt sorununun çözümü yönünde talepleri olan tüm kesimlerin bu konuya duyarlı olmaları gerekiyor.”

‘Bedenlerini açlığa yatırıyor olmalarının tek sebebi, dışarıdaki tepkisizliktir’

İnsan hakları savunucuları olarak açlık grevlerini onaylamadıklarını sözlerine ekleyen Eren Keskin, tutsakların kamuoyunun sessizliği karşısında böyle bir eylem gerçekleştirdiğini ifade etti:

“Bir kere her şeyden önce insan hakları savunucuları olarak bizler açısından açılık grevi bizim önerebileceğimiz bir yöntem değil. Çünkü insan hayatını kötü bir şekilde etkileyen bir yöntem. Ancak cezaevinde olan insanlar maalesef ki yapabilecekleri en son şeyin bu olduğunu düşünüyorlar. Bugün cezaevlerinde insanların bedenlerini açlığa yatırıyor olmalarının tek sebebi, dışarıdaki kamuoyunun sessizliği ve tepkisizliğidir. Açlık grevi tek başına bir çözüm tabi ki getirmeyecek ama cezaevindekilerin isteği bu konuya dikkat çekmek. ‘Bakın biz kendi canımızı ortaya koyuyoruz artık bir şeyler yapın’ anlamına geliyor” diye konuştu.

‘Kürt sorunu çözülmeden ekonomi rahatlamaz’

Eren Keskin, yaşanan toplumsal sorunlara karşı ortak bir sesin çıkması gerektiğini söyleyerek, konuşmasına şöyle devam etti:

“Bu coğrafya da büyük bir ekonomik kriz var değil mi? Bu ekonomik krizin en büyük nedeni bütçenin çok büyük bir bölümünün savaşa harcanıyor olması, ben hiçbir sendikadan bu anlamda gerçek bir karşı çıkış göremiyorum tek tük sesler çıkıyor. Savaşa karşı tek tük sendikaların bazılarının sesleri çıkıyor ama ortak bir ses çıkartmak gerekiyor. Yani Kürt sorunu çözülmeden ekonomi rahatlamaz bunu her şeyden önce işçi sınıfının temsilcilerinin dile getirmesi gerekiyor. Bu talepler yükselirse eğer cezaevlerindeki insanlar da açlık grevi yapmak zorunda kalmazlar. Bu sorun bu coğrafyanın temel sorunu biz bu coğrafya da demokrasi ile yönetilemiyorsak açlık sınırında ise toplumun çok büyük bir bölümü bunun tek nedeni savaş, bunun böyle olduğunu herkes biliyor ama susuyor. Bu bence çok korkunç bir şey.”

‘Kürtlere CHP’nin bir borcu var’

Kürdistan’dan oy alarak vekil çıkaran partilerin Kürt seçmenlerinin sesine kulak vermediğini belirten Eren Keskin, “İmralı Cezaevi’nde bir hukuksuzluk var mı, var. Öznenin kim olduğunun burada çok büyük bir önemi yok. Örneğin CHP neden bunu dile getirmiyor. Bir hukuksuzluk var çünkü CHP’nin de Kürdistan’da seçmeni var. Sezgin Tanrıkulu CHP’nin milletvekili olarak Kürtlerin oyuyla seçildi. Kürtlere CHP’nin bir borcu var. Aynen AKP’de olduğu gibi. Kürt seçmen AKP ye oyunu verse de Kürt sorununun çözümünü istiyor. Türkiye kesimindeki AKP seçmeni ile bölgedeki AKP seçmeni de birbirinden çok farklı, biz bunu biliyorsak siyasi partiler çok daha fazlasını biliyorlar. O nedenle bu sorunu çözmek zorunda olduklarını kabul etmek zorundalar. O nedenle de adım atmak zorundalar. Umarım ki cezaevlerinde yeni bir ölüm olmadan bu sorun çözülür, İmralı Cezaevi görüşmelere açılır. Yasaların gerektirdiği gibi yani biz Türkiye’den farklı, fazla bir şey istemiyoruz ki kendi iç hukukunu uygula diyoruz. İç hukukunu uygulamayan bir devlet aklından söz ediyoruz. O nedenle Kürt sorununun gerçek anlamda demokratik anlamda tartışma sürecinin açılabilmesi için İmralı’daki tecridin kaldırılması gerekiyor” şeklinde ifade etti.

‘Bölgedeki insanların yüzünün barış sürecinde güldüğünü gördüm’

1990 yılından bu yana insan hakları savunuculuğu yaptığını ve çok acılara tanıklık ettiğini anlatan Eren Keskin, 1990’lı yıllarda sadece İnsan Hakları Derneği’nin hatırlatarak, “Kürdistan’da yaşanan hak ihlallerini tespit edip raporlaştıran bir tek İHD vardı. Her ihlalde gittik rapor hazırladık insanlar ile görüştük ve baş vurular aldık. Korkunç acılar yaşandı yani gözaltında kaybedilen insanalar, işkence ile katledilen insanlar, yakılan köyler o kadar büyük acılara şahitlik ettik ki ben sadece bölgedeki insanların yüzünün barış sürecinde güldüğünü gördüm. Herkes mutluydu, gerçekten bir umut doğdu insanlar için olabilirmiş demek diye” şeklinde söyledi.

‘Kürt halkı ve siyasi hareketi barış istiyor’

“Demek ki olabilirdi değil mi?” sorusuyla konuşmasına devam eden Eren Keskin, son olarak şunları söyledi:

“Devlet aklı o dönem barış süreci gibi bir süreci devreye soktu. Demek ki olabiliyor. Yani bu coğrafyada hiç kimse sokaklara dökülüp biz barış istemiyoruz diye bağırmadı. AKP’lilerin kendileri açıklıyor halkın yüzde 80’i onay verdi bu sürece diye. Demek ki olabiliyor bu süreç yeniden devlet isterse başlar. Kürt halkı zaten bunu istiyor, Kürt siyasi hareketi de bunu istiyor. Bunu devlet aklının istemesi gerekiyor. Ama maalesef gördüğümüz uygulamalara baktığımızda hele ki MHP’nin iktidarda bu kadar söz sahibi olduğunu ve bu kadar ırkçı, milliyetçiliği geliştirdiğini gördüğümüzde tabi ki de geri çekiliyoruz. Bu umudun önü açılmıyor ama bence bu coğrafyada dediğim gibi kendisine muhalifim diyen kesimler dile getirmeye başlarsa böyle bir süreç yeniden başlayabilir ve bunun da önünde hiç kimse duramaz.”