Antakyalı depremzede Hazal Durgun: Hiçbir şey geçmedi

Antakyalı depremzede Hazal Durgun, 6 Şubat yaklaştıkça içini umutsuzluk kapladığını belirterek, “Hiçbir şey geçmedi. Herkes çok yorgun ve bu yorgunluğun artık bir karşılığı olmalı. Burada yaşananları kim ne kadar duydu?” dedi.

MEDİNE MAMEDOĞLU

Antakya- Mereş merkezli 6 Şubat’ta art arda meydana gelen depremlerin üzerinden bir yıl geçti. Ne enkazlar tam olarak kaldırıldı ne de ağır hasarlı binalar yıkıldı. Kayıpların akıbetinin hala bilinmediği deprem bölgelerinde, can kayıpları 53 bin 537 olarak resmi kayıtlara geçerken, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı ve 31 Mart yerel seçimlerinde AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Murat Kurum, 31 Ocak’ta katıldığı bir televizyon programında bu rakamın 130 bin olduğunu ağzından kaçırarak, bir itirafta bulundu.

Sorunları hala çözülmeyi bekliyor

Devletin yalnız bıraktığı ancak halkın dayanışmasıyla ayakta kalabilen depremzedelerin sorunları ise hala çözüm bekliyor. Antakya’da da altyapı, barınma, sağlık, eğitim ve hijyen sorunları çözülmedi. Antakyalı depremzedelerden Hazal Durgun, depremin yaşandığı ilk günden bugüne tanık olduklarını ve yaşadıklarını ajansımıza anlattı.

‘Hiçbir şey geçmedi’

“Hiçbir şey geçmedi, en kötüsü de hiçbir şey değişmedi” diyen Hazal Durgun, yaşadıkları kentte hem alt yapı hem de üst yapı noktasında hiçbir çalışmanın yürütülmediğini söyledi. Hazal Durgun, halkın kendi imkânları ile hayatta kaldığını belirterek, gönüllü ekipler ve kadınların dayanışma gücü ile yaşanan göçlerin bir nebze sona erdiğini anlattı. Samandağ ve Antakya’da arama kurtarma çalışmasına katıldığını dile getiren Hazal Durgun, yaşadıklarını ve tanık olduklarını ilk defa şu an anlattığını ve bunun kendisi için de iyileştirici olduğunu belirtti.

‘Geride kalanlar nasıl yaşıyoruz bilmiyoruz’

Milyonlarca depremzedeye tanıdık gelecek olan birkaç dakikada hayatını değiştiren depremde yaşadıklarını Hazal Durgun şöyle aktardı: “Depremin yaşandığı günü anlatmak bugün hepimiz için çok zor. 6 Şubat’a yaklaştıkça hepimizin içinde tuhaf bir kaygı ve umutsuzluk oluşuyor. Bir yıldır var olan her şeyi yeniden yaşayacakmışız gibi geliyor. Psikolojik açıdan hiçbirimiz o güne ve o günü yeniden yaşamaya hazır değiliz. Ölenler öldü evet ama biz geride kalanlar nasıl yaşıyoruz nasıl uyuyoruz hiç bilmiyoruz. Depremin olduğu bizler mahalledeki gençlerle bir araya gelerek Samandağ merkeze yürüyerek geldik. Bizim kaldığımız mahallede çok büyük hasar yoktu ama Samandağ merkeze gelince yıkımın ne derece büyük bir boyuta olduğunu gördük.

Anneleri çocukları ile sarılı halde buluyordum

Dört gruba ayrılıp arama kurtarma çalışmaların başladık. İnsanlar zaten çığlık çığlığaydı. Çocuklarını arayan insanlar, kan içinde bağıranlar ve enkaz altından çıkan sesler ile her tarafta büyük bir bağırış vardı. Elimizde sadece çekiç, levye ve keski vardı. Biz bu kadar ciddi bir yıkımla karşılaşacağımızı bilmiyorduk. 12 saat Samandağ’da arama kurtarma çalışmalarına yardım ettim. Çoğu insan ölüydü, ölüleri de çıkarmaya çalıştık ama çıkarabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Vinç yok, duvarlar ağır, kepçe yok. Anneleri çocukları ile sarılı halde buluyordum.

Kulağımda sadece insanların çığlığı vardı

Bir süre sonra kardeşimin enkaz altında kaldığını öğrendiğimde Antakya’ya gitmeye çalıştık. İnsanların hepsi delirmiş gibiydi herkes bir şey yapmaya çalışıyordu. Yolların hepsi çökmüştü, Antakya merkez buradan daha köyüydü. Benim kardeşimin cenazesine ulaşmam 4 gün sürdü. Neden çünkü vinç yoktu, hiçbir ekip ya da yetkili yoktu. AFAD merkezi kaos gibiydi, hiçbir yetkiliye ulaşamadık. Bir buçuk gün boyunca ben enkazı kaldırmak için araç aradım. O 4 gün boyunca kulağımda sadece insanların çığlığı vardı. Çığlık duymadığım yerde bile o sesi duyuyordum. Biz orada beklerken hastaneden sürekli cenaze çıkarılıyordu. En son bir vincin önüne atlatıp yalvardım. Onlar ‘yok’ deyince aracın önüne uzandım. Daha sonra yardıma geldiler, 4’üncü günün sonunda iki yakınım sağ çıkarıldı.

Bir insan ölüsünü buldu diye sevinir mi?

O süreçte çok duygu odaklı davranamıyorsun. O anda ağlayamaz ya da acını yaşayamazsın o an korkamazsın. Ben aylarca korkmadım, aylarca ağlayamadım. Çünkü yapmamız gereken çok şey vardı. O enkazda bizimkilerin komşularını çıkardık. Babaları hemen yanı başımızda bekliyordu, yaşamını yitiren kızı ve torununu ona teslim etmeden önce streç filmle toplamaya çalıştım. O kadar kötüydü ki battaniyeye o şekilde koyup verdik. Kardeşimi bulup çıkardığımızda, insanlara göre cenazemizi erken çıkardık. Bir insan ölülerini buldu diye sevinir mi? Ya da kokmadan çıkarabildiğine sevinebilir mi? Ben kardeşimin beni beklediğini biliyordum. Onu bulurdum çünkü bırakmazdım. Sonrasında savcılık izni gereği cenazemizi defnetmek istedik. Cenaze aracı bulamadık.

Cenazeleri defnetmek için 6 saat savcı bekledik

Küçük bir pikabın arkasına 5 cenazemizi yerleştirdik. Toparlayıp mezarlığa öyle götürdük. O cenazeleri defnetmek için 6 saat savcı bekledik biz. Saat 4’te çıkardığımız cenazelerimizi 11’de defnedebildik. Ve cenazeler şişiyordu, bizler şişen o cenazelerin kokmaması için iğne kullanıyorduk. Hayatta ölüm korkum yok, cenazeden de korkan bir insan olmadım. O gece insanlar kefen bulamadı. Ben ömrümün sonuna kadar cenazesini motorunun ya da arabasının arkasına koyup getirenlere yardım ettiğimi asla unutmayacağım.

Arama kurtarma değil cenazeleri bulma çalışması devam etti

O dönem herkes bizim ceset koktuğumuzu söylüyordu. Bize yaklaşan insanlar kusuyordu. Ama öyle bir şey değil bu, o an bunu düşünmüyorsun zaten. Bir görevin var ve onu yapıyorsun. Cenazemizi defnettikten sonra ne yapmamız gerektiğini düşünmeye başladık. Hayatta kalmamız lazım, insanlar fütursuzca oradan oraya koşturuyordu. Depremden geriye kalan insanların hayatta kalmaya çalışmaları da verdikleri mücadele de bir mucize. En çok saygıyı buradaki insanlar hak ediyor. Biz burada yardımları dağıtmaya devam ederken, ilçede hala cenazelerimize ulaşamadığımız zamanlarımız vardı. Samandağ’da arama kurtarma değil, cenaze bulma çalışması 16’ncı güne kadar devam etti.

Kadınlar yaşamı yeniden inşa için ellerinden geleni yaptı

Ne AFAD ne de hiçbir devlet yetkilisi burada yoktu. ‘Burada hasar yok’ diyen bir valimiz vardı bizim. İnsanlar buranın durumunu son kertede öğrendi. Buradaki gönüllü ağıyla beraber yaşamda kalma mücadelesi başladı. Su bulma, yemek bulma ya da bir barınma alanı oluşturma. Ben günlerce aynı çorapla kaldım. Bir çorap için insanlar dayanışma evlerinin önünde sıraya giriyordu. Buranın bir diğer mücadelesi ise kadınlar. Kadınlar hayatta kaldı ve bir alan oluşturdu. Hem çalıştılar hem de yaşamlarını yeniden inşa etmek için ellerinden geleni yaptı. Onca acıya rağmen kadınlar tarlada çalışmaya devam etti.

Buraları bizim dışımızda herkes unuttu

Bir sene geçti, bu bir sene boyunca bir şey değişti mi; hayır! Sadece herkes çok yorgun ve bu yorgunluğun artık bir karşılığı olmalı. Bugün buranın kültürü ve hafızası için mücadele ediyoruz. Burayı asıl yapan bizleriz, insanlar belirsizliğin içerisinde burada kaldılar. Bura kalmak için mücadele ettiler. Yalnız bırakılmanın da ötesinde kendi yerel yönetimlerimiz tarafından da görünmedik. Bir yerel yönetimin işi sadece bir tır su dağıtmak mı? Aylarca burası uyuz ve bit salgını ile mücadele etti. Burada yaşananları kim ne kadar duydu? Şimdi herkes bizi unuttu, bizler yalnız kaldık. Biz o günleri hiç unutmuyoruz ama herkes bizi unuttu. 5 yaşındaki çocuklar bile o günleri hatırlıyor.”