‘Öz savunma gerçekliğini bilme ve gerçekleştirmenin eyleme geçmiş halidir’ (1)- SÖYLEŞİ

Artan devlet-erkek zihniyetine karşı tartışılan öz savunmayı jineolojinin, “Gerçekliğini bilme ve gerçekleştirmenin eyleme geçmiş hali” olarak tanımladığını söyleyen Jineoloji Akademisi üyesi Elif Berk, konuya ilişkin sorularımızı yanıtladı.

DİREN ENGÎZEK

Haber Merkezi- Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok yerine yayılan savaşlarda öncelikli hedef haline getirilenler kadınlar oldu. Tecavüz, taciz, şiddet ve mültecileştirme gibi iktidarların özel politikaları ile karşı karşıya bırakılan kadınlar, evde ve sokakta da erkek şiddetine maruz kalıyor. Savaş politikaları erkek şiddetini beslerken, kadınlar ortak mücadeleyle direnişi geliştirmek için arayış içindeler. Kadınlar açısından günümüzde bir ihtiyaçtan çok zorunluluk haline gelen öz savunma konusu kadınların temel gündemini oluşturuyor.  

Her gün en az üç kadının katledildiği, özellikle savaşlarda bu oranın fazlasıyla arttığı bir dünya da kadınlar için öz savunmanın önemi hayati konulardan bir tanesi. Kadınlar örgütlenmelerini ve kendi öz savunmalarını geliştirdikleri taktirde erkek egemen zihniyetin her türlü saldırısına ve politikalarına cevap olabilir. Bu temelde öz savunma konusunu detaylarıyla Jineoloji Akademisi üyesi Elif Berk’e sorduk.  İki bölüm halinde yayınlayacağımız söyleşimizin ilk bölümünde jineolojinin öz savunmayı nasıl ele aldığını, özellikle artan kültürel yozlaşmaya karşı nasıl bir öz savunma geliştirilebileceğini ve erkek egemen zihniyet tarafından toplumlara dayatılan milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik ve bilimciliğin amacını tartışacağız.

*Jineoloji, özsavunmayı nasıl tanımlar?

Jineoloji öz savunmayı yaşam olarak tanımlar, yaşamın kendisidir.  Öz savunmasız bir yaşam mümkün değildir. Hem birinci doğada hem de ikinci doğada bunu kapsamlı bir şekilde araştırdığımızda net bir şekilde görebiliyoruz. Öz savunma için kendi gerçekliğinin farkında olma bilinci, kendini bilme ve gerçekleştirme Xwebun (Kendi olma) olma bilincinin eyleme geçmiş halidir, politikasıdır diyebiliriz. Bu açıdan özellikle kadınlar boyutu ile ele aldığımızda kadınların kendi gerçekliğinin farkında olması, tarih bilincinin farkında olması ve bu eksende de kendi varlıklarını gerçekleştirebilmek için gereken her ne varsa yapması bunun politikasını oluşturması ve bu politikayı hayata geçirmesini öz savunma diye tanımlayabiliriz.

Genelde ana akım ideolojilerde öz savunma deyince, öz savunmanın fiziki boyutu akla geliyor bedensel savunma ya da daha geniş anlamda devletler boyutu ile silahla ya da askeri güçlerle ele alınan bir kavram olarak değerlendiriliyor. Fakat biz bunu yaşamın bilgisi kendi gerçekliğinin farkına varma bilinci olarak ele aldığımızda çok açık bir şekilde görebiliyoruz ki öz savunma politikadan ekonomiye, ekolojiden kültüre, evin içinden sokağa, bütün alanlarda yaşamımızı nasıl örgütlediğimiz toplumsallaşmamızı nasıl gerçekleştirdiğimiz ve nasıl bir yaşam istediğimiz ve o yaşam içinde seçimlerimizi nasıl  ve kimle gerçekleştirebildiğimize dair karar hükmümüzün olduğu, irademizin söz konusu olduğu her alanda bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Jineolojiyi tanımlarken de yaşam ve kadın bilimidir diyoruz ama jineoloji aynı zamanda kadının öz savunma bilimidir şeklinde genişletilmiş bir tanım getiriyoruz.

*Erkek egemen zihniyet tarafından toplumlara dayatılan milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik ve bilimcilik kadın varlığına ve kimliğine dönük nasıl bir tehdit barındırıyor?

Belki burada biraz Reber Apo’nun bahsettiği gül teorisine değinmek gerekiyor. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesinde öz savunma önemli bir yer edinmiştir. Bunun gelişim boyutları vardır. Bu gelişim boyutları içinde baktığımız zaman kadının kendi öz örgütlülüğünü sağlaması, ekonomik, silahlı, kültür sanat alanlarıyla örgütlülüğünü inşa etmesi bunun bir boyutu oluyor. Diğer bir boyutu da kurumsallaşma oluyor. Diğer bir taraftan da kuramsal ve felsefi boyutunu ele aldığımızda Reber Apo’nun gül teorisine dayandırılarak izah edilebilir.

Gül teorisinde; gül bütün güzelliği ile oradadır cezbedicidir, çekicidir kendi güzelliğini gerçekliğini dışa vurur ancak dikenleri de vardır ve onlar gülün kendi gerçekliğini var oluşunu koruyabileceği bir mekanizma olarak oradadır. Dolayısıyla dikensiz gül olmaz sözü öz savunmanın felsefesini ifade ediyor.

Kadınlar güldür yaklaşımının altında ne var?

Klasik sistem içerisinde şöyle bir bakış açısı var; kadınlar güldür ve çiçektir gibi bir yaklaşım söz konusu. 8 Mart’larda adeta erkekler yarışa giriyor kadınlara gül vermek için, ana akım medyada da bunu çok görüyoruz. Kadınlar güldür yaklaşımının altında ne var? Kadınlar o gül olma halini yine toplumsal çekiciliklerini nasıl koruyacaklar noktasına baktığımızda, burada aslında dikensizleştirilmiş bir gül olma gerçeğini görüyoruz. Gülü bir estetik olarak tanımlarsak kadının bu anlamda bir yaşam estetiği var ancak bu yaşam estetiğini koruyacak güvenceye alacak toplumsal değerler olmadığı zaman, savunmasız kalabiliyor koparılabiliyor, solabiliyor.

Dikensizleştirme süreci de uzun bir tarihsel gerçeklik içinde aslında bahsettiğimiz dincilik milliyetçilik ve cinsiyetçilik gibi birçok ideolojik paradigma boyutla oluşturuldu. Bugün kadınların duyguda, felsefede öz savunmasının kırıldığı hatlara baktığımızda, bu çizgilerin ideolojik olarak örüldüğünü görebiliyoruz. Misal milliyetçilikle birlikte kadınların yurtseverlik duygusu, kadınların doğayla bir olma duygusu daraltıldığını, salt bir etnik kimliğe ya da salt bir toprak parçasına indirgenen ve devletlerin savaş politikalarına alet edilebilecek ulusun hayırlı evlatlarını yetiştirebilecek analar statüsüne kadar daraltılıyor. Kadının en büyük gücü evrensel gücüdür, kadının doğayla bütünleşebilme ve iradesinin gücüdür. Yurtlaşmayı o yurtseverliği kadın toplumsallığı içinde kadın yükseltmiştir. Milliyetçilik ile birlikte bu hat kırılmış oluyor.

Dincilik boyutuyla baktığımız zaman kadının aslında toplumsallığı hangi değerler ekseninde komünal yaşamı sürdürebiliriz sorusuna verdiği cevaplar ve bu eksende oluşturduğu değer yargıları bizim ahlak dediğimiz şeyi oluşturuyor. Bugün dinciliğin de eklenmesiyle birlikte ahlak olgusu “Namus” kavramı ile birlikte kadının her gün katledilmesine, kadının her gün aşağılanmasına ve düşürülmesine, utanç içinde kalmasına sebep olan bir olgular ve değer yargılar bütününe evrilmiş durumda. Kadınlar bugün artık yaşadıkları pek çok haksızlığı nasiptir, ayıptır, kaderimizdir gibi dini söylemler ile “sineye” çekebiliyorlar. Kadının ahlak olgusunu oluşturan ahlak sistemini oluşturan kadın varlığı yok ediliyor.

Kadının kendi varlığı ile ilişkisi ortadan kaldırılmıştır

Cinsiyetçilik çok konuştuğumuz bir gerçeklik ama kadının değil ikinci cins olarak görülmesi, insan olarak görülmesi bile geçtiğimiz yüzyılda tartışmaya konulmuştur. Kadının kendi varlığı ve bedeni ile ilişkisi ortadan kaldırılmıştır, varlığıyla ilişkisi bozulmuştur. Kadın bir başkasının erkeğin ötekisi ya da daha aşağısında konumlanan, erkeğe tabi olması gereken ve kendini küçük gören hem duygusal olarak hem fiziki olarak yapabilme yetisi olarak kendisini ikinci sınıf olarak gören, erkeğin gerisinde ve aşağısında gören bir duygu dünyası ve toplumsallaşma biçimine çekilmiştir cinsiyetçilik tarafından.  Bunun örneklerini çoğaltabiliriz. Bunlar tarihsel olarak inşa edilmiş gerçeklikler olarak karşımızda duruyor.

Belirgin ideolojik hatların günümüze yansımaları şüphesiz çok korkunç boyutlarda görülüyor. Hem Kurdistan özelinde ele aldığımızda hem de dünyanın farklı coğrafyaları boyutuyla ele aldığımızda aslında bu ideolojiler üzerinden hortlatılan kadını insandan bile saymayan, canını, seçimlerini, irade beyanında bulunduğu her şeyi yoktan sayan bir gerçeklik yaşanıyor. Kadın milliyetçi propagandanın ve dinciliğin kökleştirilmesinin bir aleti olarak kullanılıyor. DAİŞ örneği var buraya katılan kadınlar var. Kadınların kendi iradesi ile attıkları adım gibi görülüyor aslında biraz daha deştiğimizde kadının özgür seçim tercihine müdahale var. Kadın öyle bir müdahale sürecinden geçmiş ki yani kendi farkına varma bilinci o kadar kırılmış ki kendisine ve varlığına düşman olan bir yapılanmaya ‘gönüllü’ olarak katılabiliyor. Bir iradesi olarak ortaya koyabiliyor. Yine Kurdistan’da daha fazla karşımıza çıkan selefiliğin yeniden canlandırılması hicap takma törenlerine, türban törenlerine kadar karşımıza çıkan görüntüler var. Kadının onore olma biçimini sadece dinciliğin ve cinsiyetçiliğin hizmetinde olan bir konuya sıkıştırıyorlar. Halepçe’de, Süleymaniye’de, Halep’te yine Bakure Kurdistan’da birçok alanda yüzlerce kadının hicap taktığı için gurur duyduğunu görebiliyoruz. Bu da aslında kadının öz savunmasına dönük bir saldırıdır.

Diğer taraftan milliyetçiliğin ve cinsiyetçiliğin farklı görüntüleri üzerinden baktığımızda özel savaşı daha derin açmaya ihtiyaç var. Düşmanına aşık olma hali kadının öz savunmasının kırıldığının bir ifadesidir. Bunlar ince ince işleniyor. Kendiliğinden oluşmayan durumlar olarak karşımıza çıkıyor. Bunu Kürdistan boyutu ile bu şekilde ele alıyoruz küresel olarak baktığımızda milliyetçilik ve dincilik ekseninde yükselen bir saldırı var. Cinsiyetçiliği söylemiyorum hep devam eden sürekli devam eden bir hat izliyor. Zaten milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik harmanlanmış bir şekilde işleyen ideolojiler oluyor. Birbirinden ayrıştıramayacağımız ideolojiler olarak karşımızda duruyor. Bunun örnekleride Pakistan’dan Arjantin’e kadar geniş bir coğrafyada karşımıza çıkıyor basından da takip edebiliyoruz birebir tanıklıklarımızda da görebiliyoruz.

*Son yıllarda ciddi bir kültürel soykırım, asimilasyon ve toplumsal yozlaşma iktidarlar tarafından gerçekleştiriliyor. Buna karşı kültürel öz savunma nasıl geliştirilir?

Kültürel öz savunma en kapsamlı ve geniş bir şekilde ele alınması gereken boyutlardandır. Öz savunma yaşamın bütün alanları ile ilgili temel de yaşamın değer yargılarının eyleme geçmiş hali olarak tanımlayabiliriz. Kültür de aslında toplumsallaşmanın bedenleşmiş halidir onun formlarını ifade eder. Dolayısıyla kültür ne yediğimiz ne içtiğimiz nasıl hüzünlendiğimiz, nasıl sevindiğimize kadar neyden mutlu olup öfkelendiğimize kadar geniş bir anlam dünyasını içinde barındıran bir alan, yaşam kültürüdür aslında. Saydığınız o özel savaşın bütün uygulamalarına baktığımız zaman yaşam kültürümüze dönük bir saldırı var. Buna karşı en genel kapsamda yapacağımız onu korumaktır. Yaşam kültürümüz nedir ve nasıl koruyabiliriz? Bunu bilince çıkartmak ve farkındalık geliştirmek gerekiyor aslında. Özel savaş bize ne yapıyor biz ona karşı nasıl refleks gösteriyoruz. Bu yüzden toplumsal farkındalığı geliştirmedikçe yaşam kültürümüzü koruma adına çok sağlıklı ve kalıcı adımlar atamayız. Son yıllarda 21’inci yüzyıl kadın devriminin yüzyılıdır bu iddiadayız ve kadın hareketleri bunun için çalışıyor. Aynı zamanda 21’inci yüzyıl artık yapay zekanın tekniğin sanal tekniğin çok fazla hayatlarımıza girdiği ve birbirimize dokunabildiğimizin dışında sanal toplumsallıklarında, toplumsallık adı altında oluşturulan dijital dünyanın ve görsel bombardımanın her türden içeriklerin olduğu videolarla o yaşam kültürü artık tanımsızlaşmaya doğru gidiyor.

Birebir paylaşımlar önemli

Bir 20 yıl öncesine kadar Kürt kültürü nedir diye sorduğumuzda verebileceğimiz cevaplar çok netken, Arap kültürü nedir ya da Türkmen kültürü dediğimizde cevabını net verebilecekken artık yavaş yavaş bunun muğlaklaştığını ve flulaştığını görüyoruz. Ortaya hiçbirine ait olmayan, hiçbir halka ve tarihsel köklere bağlı olmayan gerçeklik, bir kültürel yapılanma hali olarak açığa çıkıyor. Aslında kültürsüzleşme hali açığa çıkıyor. Bu dünya üzerinde gerçekten birbirimizin elini tutabileceğimiz govendlerimizin, nefesimizi hissedebileceğimiz stranlarımızın, gözlerimizde üzüntü ve gülüşü görebileceğimiz şevberklerimizin ya da sokakta oynarken düşüp kolumuzu, bacağımızı yaralayacağımız oyunlarımızın hayatta kalması gerekiyor.

‘Komşu komşunun külüne muhtaçtır’ dünyasına bağlı kalmamız gerekiyor ki o yaşam kültürü dediğimiz şeyi koruyabilelim ve bunun kültür sanat alanına yansımasına da görebilelim. Bir böyle bir yön var yani yaşamımızı koruyabilme ve yaşam değerlerimizi koruyabilme telefon ya da televizyon yoluyla değil ya da internet yoluyla değil yüz yüze nenemizden, arkadaşımızdan, yoldaşımızdan öğrenebileceğimiz hafıza taşıma sisteminin, aktarım sisteminin canlı kalması gerekiyor. Bu nedenle birebir paylaşımlar ve toplumsallaşmanın maddi formları çok önemli. Bir diğer boyutta bunu kendi haline bırakmamak için kadının kültür sanat çalışmaları ve kurumsallaşması anlamında daha kapsamlı ve daha geniş, sorunun farkında olan bir tutumun sahibi olması gerekiyor.

21’inci yüzyılda özel savaşa karşı neler yapılabilir, bu yüzyılın hegemonik diline karşı biz kendi kadim tarihsel gerçekliğimizin kokusunu ve rengini taşıyan ama aynı zamanda bugünün kuşaklarını etkileyebileceğimiz dili, ifadeyi nasıl oluşturabiliriz üzerine yoğunlaşmamız gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda kültür sanat formlarında bir yandan geleneksel yapıları sürdürebilmek, bu yapıların hafızasını kaybetmemek önemli bir çalışma oluyor. Dengbeji ya da komlar(grup) örnekleri var. Bu hafızanın taşınmasına yardımcı olur ama diğer taraftan da daha güncel ve çağdaş formlarını da oluşturabilmeliyiz. Sanat formlarına ve kültür kurumlaşmalarına genç kadınları çekebilmek ve bütün toplumu bu eksende etrafında toplayabilmek, 21’inci yüzyılda kapitalist modernite hegemonyası karşısında kendi varlığımızı koruma ve farkında olma anlamında güç katacak bir etken oluyor.

Bu anlamda aşk destanlarımız ele alınıp incelenmeli, bunlardan güncel çağdaş formlar çıkartılmalı, gençlere Kürt aşkının trajedisi tarihsel olarak nasıl yaşanmıştı bugün bu trajedi nasıl yaşanıyor bunları göstermek gerekiyor. Düşünce gücünü geliştirmemiz gerekiyor. Düşmanına aşık olma gerçeği ya da bir iki güzel sözüne ya da rahat yaşam imkanı açan iltifatlarına, adımlarına nasıl düşmeyeceğimizi göstermemiz gerekiyor. Sanatla farklı kültürel formlarla bunlara cevap olabileceğimizi düşünüyorum. Öz savunmanın kültürel boyutu hem tarihsel toplumsal formumuzu koruyan çalışmalarla öz savunmanın bir boyutu haline geliyor hem de diğer taraftan da toplumsallığımıza dönük kadın ve genç kadın gerçekliğimize dönük saldırılara karşı da bir bilinç oluşturmayı ifade ediyor. Bu anlamda çok yönlü etkisi ve katkısı olacaktır kültür çalışmalarının.

Yarın: Dünya Kadın Konfederalizmi ve onun öz savunmasını geliştirmeliyiz